Şair, Sen ve Ben
Bir şiir okudum ve sen geldin aklıma. Bir sır vardı şiirde ve şair saklıyordu en yakınından bile bu sırrı. Çok da önemli değil ya, saklamak gerek diye düşünmüş adamcağız. Arası açılıyor dünyam dediği kadınıyla. Yakınlıkları, derinleşiyor kör kuyular kadar ve uçurumlar açılıyor dünyasıyla şairin arasında. Sohbetler çıkmaz sokaklara dönüşüyor, bakışlar zifiri karanlıklara. Dünyası da anlıyor saklı bir şeyler olduğunu, o da saklıyor şairden en önemsiz ayrıntıları bile. Uçurumlar büyüdükçe büyüyor. Aynı yerlerde bulunmaktan rahatsız olmaya başlayacakları kadar derinleşiyor küçücük, önemsiz mevzular. Ve bir gün, sakladıkları rahatsız ediyor dünyasıyla şairi, birbirlerini görmekten bile rahatsız oluyorlar. Görüşmeyelim, herkes mutlu olsun diyerek avutuyorlar kendilerini. Ama ne şair mutlu ne de dünyası. Zaman geçiyor, ikisi de evleniyorlar; şair başka bir dünyayla, kalbinin sonsuzluğunda sevdiği dünyası farklı bir şairle. Karşılaşıyorlar ya yıllar sonra, hangi birini anlatsın şair içinden geçenlerin. Bir de kalemi kuvvetli derler ya… Dünyasının karşısında hiçbir kalem yardımcı olamıyor şaire. Şairde dünyanın tam şurasında; minicik yüreğinde, belki daha derinlerde. Çünkü hala bir sebep bulamamış dünya şairinin ondan sakladıkları için. Kendine sormuş hep ben ne yaptım diye. Bir cevap bulamayınca aklının derinliklerine gömmüş bütün soru işaretlerini. Yıllar sonra şairini görünce, utangaç ama kesin adımlarla su yüzüne çıkmış soru işaretleri. Mantığıyla savaşan dünya geri itmiş hepsini, boğmuş sonsuz karanlığında zihninin. Ve asla sormamış neden diye. Bir şiir okudum ve sen geldin aklıma. Neyse ki sen ve ben çabuk anlaşabiliyoruz sırlar konusunda. Yoksa sonumuz şiirlere konu olacak.