- 780 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
AŞK YA DA O
Benim gibi aşkı inkâr edebilir yok sayabilir sevebilirsin de[1]. Saçmalama hakkımızı kullanarak; aşkın "çok ulvi bir duygu" ya da "komik bir şey" olduğunu da söyleyebiliriz[2].
Ama
Benden uzak olsun sensizlik... sen ya,
evet sen;
"Sonu olmayan aşkı" için "en sevenini" öldüresiye yoran, kahredercesine yalnız bırakan sen...
Sana aşk diye azap sunmayı hazırlayan biri için beni kasırgalarla tarumar eden sen,
Hayatında sana en uzak, en yabancı ve en "garip" olan biri için seni "kutsayanı" gözlerinin aymazlık narında cayır cayır yakan sen...
Evet, sen okumuyorsun nasıl olsa... Seni yazdığımı bilmeyeceksin ve sana çoooook yakınken ne kadaaaaaar hasret kaldığımı sana. Belki çok yıllar sonra; torunlarından dinleyeceksin sana hasretimi yazdığımı. Ve belki de sadece yazdıklarım kâr kalacak bana senden kalan.
Seni anlatmama bir türlü razı olmuyordu dilim. Cesaretim ilk kez dikildi karşıma Rüstem-i Zal gibi.
Seni ne çok sevdiğimi yazdırıyor bana, dünya durdukça iflah olmaz özlemimi...
Senin görmeyişini yazacağım, bakarken ıskaladığını beni.
Hiçbir şey yokmuş gibi "hoşça kal" deyip gitmenin kolaylığını...
Ne acı ki bütün bunları
Sen;
Ömrünün geri kalan kısmının bütün günah ve hatalarının karekökünden daha büyük "hatan" olan "sözde seni seven" biri için yaptın...
Asla sana kavuşmayı düşünmeyen ve seni kendisinden koparacak bahaneler arayanın uğruna;
Beni ne kadar kendimsiz ve kendinsiz bıraktığını, gecelerimi aydınlatmana rağmen karanlıkları bile çok gördüğünü yazacağım.
Seni öyle yazacağım ki bunlara rağmen sana sevgimin ne kadar essah, ne kadar derin, ne kadar kavurucu ve ne kadar, ne kadar, ne kadaaaaaaaar olduğunu bilmeyen kalmasın ben ölmeden gök kubbenin altında...
Oysa sen bütün insanların yanlışlayacağı en basit insanı; sadece "seni seviyormuş" gibi davrandığı için sevdin bana inat...
Ben;
Kendimi avutuyorken asırlar önceden oluvermiş olan bana rağmen. Sadece seni bekliyormuşum bir "imdat!" sesine gelen melek gibi dünyama...
Ben senden yine sana kaçmak, kalbini zorlamamak için gönlümü avutuyordum aşksızlığımla... senden kaçtıkça; daha uzağa, daha daha uzaklara kaçıp kurtulmaya çalışırken! saplanmışım deli divane gibi orta yerine derin gözlerinin beyazlığına bir mıh gibi.
Sen bana "merhaba" derken kaç milyon tane çarpıyor(du) biliyor muydun yalnızca sana çarpan kalbim? Ya da "nasılsın" sorusunun ömrümün hiçbir sınavında zorlanmadığım cevapla karşı karşıya bıraktığını asırları bulan saniyelerde..?
O vurgunu olduğum gözlerine bakamadığımı nasıl görmezden gelebildin?
Nasıl fark etmedin ayrılırken inceldiğimi koparcasına en ince yerimden?
Nasıl gülerken gözlerinde çaresiz çırpınışlarla boğulduğumu görmedin nasıl?
Ya da gördüğün halde yanlışından vazgeçmemek için en olmaza koşardın beni sobeleyerek ta kalbimin en orta yerinden gözlerindeki mızraklarla...
Oysa koşarak gittiğin kişi yalanlarından sıyrılmasını çok iyi başarıyordu ve "ince yanından" yararlanarak birkaç sevişmeden sonra tanımayacak(tı) seni artık, gör bak...
Ben ise hiçbir karşılık beklemeden sadece seni -tarifi sözcüklerin çaresizlikten kıyam ettikleri türden bir aşkla- sevmenin yangınlarıyla dans etmek istiyordum mutluluk bahçesinde belinin en ince yerinden sarılmışçasına.
Sana doğru gelirken -sen durduğun halde gök kuşağı misali ulaşamıyordum sana... Ben geldikçe fersah fersah uzaklaşıyordun hareketsiz... o vardı çünkü; o "en büyük hatan" olan karmakarışık kişi...
Ama Allah var ne güzel saklamıştım bütün bunları!
Niye mi?
Çünkü sendin ab-ı hayat bana, sendin bütün türkülerime konu,
Seni hiçbir dilde, hiçbir bestede, hiçbir hikâyede bulamadım;
Masallara konu olan seni...
Leyla bütün güzelliğiyle sendin, Zühre dediğimde sendin andığım. Aslı takma adındı kimseler bilmesin, çalmasın diye benden. En son Şirin derdim; ey en şirin... bala kaynak, şekere ilham; o "kül bakışlarınla".
Senin için söylenmedik söz bırakmadım. Ama hiçbir söze sığdıramamıştım seni. Şimdi diyeceksin ki "ben bunları hiç duymadım." Dedim ya gözün, kulağın olan en büyük günahın vardı engel... "Gözleri var görmezler, kulakları var iştmezler;
Çünkü perde var..." işte o’ydu perde.
Gün gelir perde seni en çıplak halinle bırakır sıvışır yeni bir sahte "sevda" bulmak için kaytarır ve asırlar önceki seslenişim kulaklarını patlatacak, ama ben artık sensizliğe âşık olmuş olacağım benden asla ayrılmayan.
Hatırlar mısın şöyle başlıyordum:
"adamın biri sevmiş, uğruna..." diye ve devam ediyordu sözlerim,
veya "öyle aşık olmalı ki adam..." diye başlıyordum sana kendimi, aşkımı anlatmaya. Sen de tecahul-i arif yapıyordun.
İşte o bendim!
İtiraf ediyorum benden dinlediğin tüm aşk kahramanlarım sadece bendim... Sadece ve yalnızca kendimi, aşkımı anlatıyordum sana:
"O sevdiği için..." diye başlayan hikâyelerdeki de ben. "Kendini asla avf etmeyen.." de... Şimdi hatırladın mı?
O "sevdiğinin yollarına umutsuz da olsa baka baka ömür geçireni..."
En büyük yemini "başına kasem/yemin ederim ki",
Bedduası ise;
"seni görmek bana nasip olmasın ki..." olan da bendim; hiç beddua etmememe rağmen; kabul olur korkusuyla...
Sen;
Bütün hatalarınla beraber gül bakışınla dünyamdan neleri değiştirdin bir bilsen; renkler daha güzel, sesler daha ahenkli, kokular daha keskin ve daha anlamlı olmuştu. Bütün yemeklerin, içeceklerin tadı değişmişti... ömrümde yiyemediğim "kısır" bile en güzel tadıyla bana buyur diyordu...
Bütün bunlar gözlerinin eseri, "kül bakışlarının" esiri olan ben için... köle değil esiri olmuştum. Zira esirin onurlu duruşuna mani yoktur; köle ise adı üstünde hiç bir inisiyatifi kalmayandır ve onurdan muaftır.
Şimdi sadece gözlerinden bahs edeceğim beni kınayanlara!..
Senin gözlerin ya da benim bütün dünyam!..
Senin gözlerin siyahın en koyu kahvesi, içilerek doyulmayan. İçim içim en demli çaydan farksızdı. Bir yudum çaydan alır doyasıya gözlerine bakardım bütün engellere rağmen...
Zeytin ve kömür ne kadar kıskanırsa kıskansın öyle güzeldi karası gözlerinin beyazlar arasında!..
Rengâ renkti sanki en tatlı ela, en güzel yeşili vardı gözlerinin dünya yemyeşil olurdu baktığımda. Şerafettin Dağlarının yamaçları mübarek...
Gökyüzünün maviliğini bir gözüne, deryaların maviliğine diğer gözüne işlerdin ilmik ilmik, nakış nakış. Boğulurcasına bakardım da ama sen sörf yaparken farkeder kaçırırdın sanki bitermiş gibi...
Biliyor musun bütün renkleri sadece gözlerinin rengini bilmesinler diye sayıyorum. Kıskançlık işte, yoksa milyon tane göze bakıp bulamazlar ya seni... Olsun, kutsal bir duygu kıskançlık benim için.
Sahi sen okumayacaksan ben niye yazıyorum bunları?
Sen seni terkeden en sevdiğinin ardı sıra karalar bağladığın için okusan da dudak büker geçersin en seveninin haykırışlarını
Ama adına kasem, başına yemin olsun ki sen yıllar sonra nerelerden bulursan bulur bunu okuyacaksın;
Haklıymış, ama... diyeceksin.
Hatırlıyor musun bazen şarkı mırıldanırdım: "Gül teninde..." diye, o sanaydı aslında. Ya "canımın yoldaşı ol" derken kimi kast ediyordum sanıyorsun? " tu jı biramın nari, be te nabe" yi söylediğimde sesimi sana duyurmak için ne kadar zorlandığımı fark etmemiş olamazsın sağır sultan... "Xezal Xezal" derken Şıvan PERVER seni söylüyordu. Ahmet KAYA’dan "Canım Nerdesin" sana söylenmişti, duymadın mı?
Kulaklarını o kapatmıştı dedim ya...
Buluşuncaya değin
Sevgiyle kalın
ahmeda.21@
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Bu cümleyi özellikle anlaşılmaması için mi bu hale getirmişler klavyemin tuşları!?
[2] Bu cümle de gitti!