KADINIZ YA!
Kadınız Ya!
Beni hüzünlere boğan geçmiş anıları yüklenmiş sürece, gereken ilgiyi hak ettiğinden daha fazlasını verdiğimi düşünerek, küçük bir mola veriyorum.
Dinlemedeyim zamanı.
Ağustos böceklerinin cinsel sızlanmalarının şiddetlendiği saatleri esiyor yüzüme çarpan rüzgar, içine kattığı çocuk çığlıklarıyla.
Hüznüme çare olmuyor.
Hüzün ve kadın.
Çoğul ya da tekil olarak sürdürdüğüm yaşamımın ayrılmaz duygusuydu hüzün. Ara sıra sol yanımda hissettirdiği kütlesi ile keder duygusunu yaşatan bir yumru gibi çöreklenir içime, acıtır canımı.
Nedenlerini irdelemek, bulmak, çözümlemek gibi yıpratıcı bir çaba içinde olmayı düşünmek bile canımı sıkıyor. Tek kelime ile özetliyorum:
Kadınız Ya!.
Kadınız ya, nerede olursa olsun kırılıp, parçalanamayan ön yargıların yorucu, iş bitirici darbelerine alışık bir boyun eğmişlikle, kişiliğime ters dönüp kendime yılışmaya çalıştığım
bir ömrü sürüklediğimi fark etmenin kederi çöreklendi içime, yılan gibi; gömlek değiştirme mevsimindeyim bu güzelim günde.
Bu güzelim dediğim; güzelim Dünyadan başka bir şey değil.
Bu, muhteşem mucizenin bana sunduğu güzelliklere rağmen hüzünlere boğulmam ise insan eseri.
İnsan değerleri dedikleri, benim için iki yüzlü kavramların güttüğü davranışları görmek,
Yaşamdan soğuyup, toplumdan kaçma isteği uyandıracak kadar üzücü oluyor bazen.
Hüznüm bu yüzden.
Kadınız Ya!
Çağlar boyu haddini öğrenemeyenlerin soyundan geldiğime inanıyorum, yoksa dayatılmış ne varsa iki bacağının arasına sokuşturulur gibi bir yaşamdan haz alırdım diğer kabullendirilmişler gibi.
Haz alamayışım kabullenmekten yoksun olduğumdandır, kanım dalgalanıyor.
‘ Şu çeneni dik tut ’ meselesi bütün ağırlığı ile boyunduruğuna alıyor beni.
( Mutlulukla ) kabullenmiyorum diyorum dayatılanı.
Erkeğin egemenlik iddiası ile rahmim üzerinden mülkiyet savaşı verdiği bu toplumda bana iş vermeyen, barınacak yer sağlamayan ve beni egemenlerin kucağına oturtan bir sisteme bakıp
keder, yeis , beis, gam, tasa, kaygı ne varsa bu anlamları içeren duyguları hissetmemem mümkün değil…Bu güzelim Dünya üzerinde mutlu olmam imkansız, hatta mümkünü yok!
Böyle durumlarda benim gibileri bir yerlere sığınırlar, yaşayabildim demek için çareler ararlar.
Yazı yazmak ya da yazılanları okuyup beslenmek için teknolojik imkanlardan yararlanıp biraz daha nefes alabilmek umudu ile kendilerini net dünyasının parlak sayfalarının önünde bulurlar.
Öyle hoş bir dünya ki sanal alem.
Gözle görünmeyen bir kalabalığın ortasındasınızdır artık.
Bir şey vardır burada, sihir gibi efsunlu bir şey. Fısıltılar gibi hoş sözler söyler birileri birilerine.
Gözlerinizin önünde fikirler, duygular görünürde içtenlikle paylaşılır, çıkar amacı güdülmeyen bir dünyada sanırsınız önceleri kendinizi.
Ben de söyleyeyim bir şeyler dersiniz, yoğun bir samimiyetle karışırsınız aralarına.
Sizin gibi bakan, sizin gibi duyan, düşünen, hisseden birilerini ararsınız, bulduğunuzda daha bir yaşanası olacaktır dünya.
Yalnız değilim
Yalnız değilim diye bağırır gibi…
Birilerinin sizi dinlediğinden emin olduğunuz an gelir ve ne hoştur.
Ama ansızın bir söz ilişir gözünüze bir yerlerde…
“Buraya garılar erkek bulmaya gelir birader”
“Garı dediğin evinde oturur”
Kadınız ya!
Alınmayız biz üstümüze hatta bazılarımız “He gıı,öyleleri de var” diyerek işimize devam ederiz.
Paranoya işlevini sürdürür, herkes herkesin kişiliği ile ilgilidir bunu fark edersiniz. Paranoya genelleştirir bunu içinizde.
Gözlerinizin önünde sanal , gerçeğe dönüşür. Ben kurtulmak istediğim mahallenin az ötesinde, bu son çağ icadı muazzam teknolojinin içinde kurulmuş mahallemin ortasına düşmüş bulurum kendimi.
Sistemin sanalı da biir, reeli de…
Egemenler ordusu üstünüze gelir, sorgulamalar başlar. İfade vermek durumunda hissedersiniz kendinizi. Sanalda kadının duruş pozisyonları türlü uyarılarla sokuşturulur.
Oysa kimse demez “Ya kadıncağız, hangi derinlikler yordu seni, nerelerden kaçıyorsun?”
Kimliğini kendi adlandırmıştır, kulağına hoş gelen bir “Nick’in “ özgürlüğüne sığınarak kendini ifade etmeye çalışır kadın.
Olsun!...Kiminin dertleşmektir amacı, kiminin hayalindeki aşka kavuşmaktır.
Olsun!...Kimileri de edebiyat adına, sanat adına ciddi çalışmalar içindedir. Olsun!...Herkes bir şeyler içinde olsun.
Bu oluşumun içinde etken olduklarına inananlar ve edilgenliği kabullenmişler grubu burada da haram eder yaşamı.
Bir dostumun “Gerçekteki seçim kriterlerin ile sanaldaki seçim kriterlerin birbirini reddetmez” dediğini hatırlıyorum.
Böylece daha aydınlık bir ortam tercihimi kullanıp bir takım yerlere yazıyorum kendimce.
Darbe ummadığım anda geliyor.
“Bu edebiyatla uğraşan garılar O….pu, yav”
Hatta ayrı sözcüklerle aynı anlamlar içeren şiirler, yazılar, yorumlar karmaşasının içinde debelenir buluyorum kendimi.
Aydın kesimden gelen darbe ağırdır. Ağırdır içerdiği edebi değerlerden çok kadını aşağılayıcı edepsiz cümleler. Ağırlığı dizelere yakışmaz bir çirkinlikle bezenen sözlerin salyaları bulaşır teninize.
Allakbullak olurum.
Oysa, ‘ seçen benim ‘ demem gerekir.
Hem yerimi, hem kendimi ifade etme biçimimi seçen benim. Bunları paylaştığım kişileri de seçen benim.
Omuzlarımızın birbirine değdiğini hissettiğimi sanmamdır seçme nedenim. Benden üstün olduğunu kabullenmek değildi aydın olarak kabullenmem, insan haklarımdaki savaşımda elimden tutulmasını değil, elele yürümemizi beklememden kaynaklanıyordu seçimim.
Dik bakabilmek ön yargılara ve duruşumuzla cinsiyetsiz söylemlerde birlikte var olabilmek.
Değil miydi çözüm?
Yanılgıya düştüğünü anlamak darbe etkisi bırakır kabullenmeyenlerin ruhunda.
Aşk da olabilir sanalda.
Olsun!.. Ne güzel.
Ne güzel olurdu; birilerine verilecek bir hesap olmaktan çıkarılsaydı Aşk.
Sen devrimci söylemlerde, sürü dışı olduğunu iddia eden aydınım.
Bana bu darbeyi sen vuruyorsun.
Benim dizelerimi
Benim sözlerimi
Duygularımı benim
küçümseyerek, kıskanarak aslında sistemi sünger gibi içtiğini, töre, yöre, kural, kanun ne varsa hazmettiğini, ataerkil bir işlevi yerine getirdiğini kanıtlayıp, bana saldırıyorsun ve sözlerim dahil bedenim neyim varsa sahibimmiş gibi sorguluyorsun beni, değiştirilmesi gerektiğini düşündüğün değersizliklerin çelişkisinde, diyalektiğin düşmanı oluyorsun.
Bugün kafama takıp bir şeyleri hüzünlenmem bundandır.
Hüzün ve kadının ayrılmaz bir bütün oluşunu düşünmem bu yüzden.
Bundandır kadının toplumda etkin olamaması.
Beni yaşamdan, insan haklarımdan soyutlayan yaşam biçiminizdir hüznüm.
Her sözümü ve davranışımı bir erkeğin gözüne girmek olarak değerlendirilmesidir kaygım.
Kadınız ya!...
Oysa, tek isteğimiz yargılanmadan yaşamak. Sanal da olsa yaşadım bir şeyler diyebilmek.
Bir köpek gibi başımızın okşanması ile yetinmek olmamalı yaşam.
Reddediyorum bunu.
Hüzünlenmek kesmiyor artık…Devam etmeli direniş; seçenin kadın olduğunu anlatana kadar.
Kadın kimsenin mülkiyetine dahil değildir….
Bu deneme yazımı "kabullenemeyenlere" ithaf ediyorum
direnişlerinde başarı dileklerimle...Sevgiler
sedef kandemir 2007
YORUMLAR
Biz genellikle geri kalmış ülkelerin sorunu sanırız, kadının artı sorunlarını... Elbet bizim gibi ülkelerde egemenlerin kadınlar üzerindeki baskısı daha çok ama, bu; dünya kurulalı böyle. En gelişmiş ülkelerde dahi kadınların, sırf kadın olmalarından dolayı uğradıkları haksızlıklara rastlıyoruz... Düzelir mi, düzeltilebilir mi? Onu bilmiyorum. Ve hatta sanmıyorum. Olsa olsa, mücadeleyle azaltılabilir, örgütlenmeyle savunma kaleleri oluşturulabilir diye düşünüyorum. Fakat, bunda başırılı olamamanın bir nedenini de asalık, çalışmadan, sadece kadınlıklarıyla sıradışı bir yaşam süren kadınların örnek gösterilmesi olduğu ve bu kişilere duyulan hıncın genelleştirilmeye yolaçtığı kanısındayım.
Aslında çok yazıldı, çok tartışıldı, çok konuşuldu bu konu. Belki Dünya varoldukça da devam edecek bu tartışmalar. Benim de söyleyecek çok sözüm olabilir ama, sen öyle güzel can alıcı noktalara değinmişsin ki, şimdilik burada kalsın diyor; kutluyorum Sevgili Metis. Sevgiler.
matilgan tarafından 7/21/2007 9:47:37 PM zamanında düzenlenmiştir.
Haklısın gııı... Desem kadınlar anlar sanırım. Bir tane değil yüzlerce yazı yazılsa anlar mı acaba bazıları? Umutsuz da olmak istemiyorum...
Yani kısaca ne edeceğimi ben de bilemiyorum. Hani güzellik yarışmalarında sorarlar ya; sihirli değneğiniz olsa neyi değiştirirsiniz diye. Ben olsam kafaları değiştiririm derdim sanırım. Hatta öyle demeliler.
Sanırım Einstein'in sözüydü; atomu parçalamak önyargıyı parçalamaktan daha kolaydır diye.
Şiir, yazı, edebiyat, sanat bile önyargılı, hastalıklı beyinleri düzeltemez. Ama böyle beyinler insanı ve sanatı yozlaştırabilir, hem de kolaylıkla.
Ama yılmak yok. Bizi yıldırmak gibi bir amaçları bile yok aslında. Çünkü bunu istemiş olmak için önce kadınları insan yerine koymaları, ciddiye almaları gerekir. Yine de yılmak yok. Ne düşünürlerse, ne söylerlerse söylesinler.
Biz kendi bildiğimiz gibiyiz, merak eden varsa sorar öğrenir, yok eğer kendi bildiklerince devam edeceklers bırakalım önyargı bataklığında debelenedursunlar...
Harika bir yazıydı, çenem düştü...
Tebrik ederim Sevgili Metis,
Her zaman sevgi ve saygımla...