Gün Yirmi Dört Saatti
Dışarıda yağmur zamanıyken, saatler bayramın ertesini gösteriyordu. Takvimler yırtılıyordu, ömrümüzden arta kalan günlerin üstüne hesaplar görülüyordu. Göçmen kuşları, uzak iklimlere merhaba demek için hazırlık yaparken görüyordum. Dağlar, kışa hazırlanıyordu. Değil mi ki hayat her gün yirmi dört saatti, kaçı bana aitti? Başkalarıyla örülmüş ve sosyal bir varlık olduğumu ispatlama çalışırken kaç kere kendimi ıskalamıştım, kaç trende kendimi kaçırmıştım?
İçimde kaç kış, kaç bahar geçmiş; nice şiirleri ezberleyerek şairlik düşüne yatmıştım. Yazan insanların, ya dış dünyayla ya da kendileriyle kavgası vardır diyordu okuduğum bir yazı. Kendimden kaçtığımda tek sığınağımdı yazı. Her satır arasında kendimi ya da kendim gibileri arıyordum.
Dışarıda yağmur zamanı, içimde insan olmanın sancısı vardı. Sevincim bir çocuk neşesi kadar değildi. Hayattan çok beklentisi olan insanlar, anı kaçırmaya mahkumdu. Ya geçmişin ya da geleceğin esiri olarak; özgür gibi yaşanıyordu günler. Etrafımıza örülen demir parmaklıkları göremiyorduk. Hapiste yatanlardan kendimizi şanslı sanıyorduk. Parmaklıklar, kendi arzularımızdı bilmiyorduk.
İçimde kaç deprem, kaç sel oldu kimdi görmedi, bende görmelerini istemedim. Şairlik düşüne yattığım günden beri gördüğüm rüyaları hayra yormaya çalıştım. Kah Veysel oldum kalp gözünü açtım; kah Yunus oldum derviş kılığına büründüm.
Modalarla şekillenen hayatımızda giyim tarzını bile modacıların, saç şeklini jölelerin belirlediği bir dünyada değil mi ki gün yirmi dört saatti, kaçı bana aitti?
YORUMLAR
Başkalarıyla örülmüş ve sosyal bir varlık olduğumu ispatlama çalışırken kaç kere kendimi ıskalamıştım, kaç trende kendimi kaçırmıştım?
.......
Yazan insanların, ya dış dünyayla ya da kendileriyle kavgası vardır diyordu okuduğum bir yazı. Kendimden kaçtığımda tek sığınağımdı yazı
......
hayatın ne kadarını kaçırdık elimizden..hapistekilerden dakha mı şanslıyız..?????
yazıyoruz, kavgamız kendimizle mi, yoksa dünya ile mi?
...
sevgili çiğdem;
kavgasız olur mu? kavga ruhun gıdası...elbette şiidetten söz etmiyorum..çelişkileri anlamaya çalışmaktan, hatta, üstüne çelişki yaratmakatan bizzat..
yoksa nasıl gelişiriz...
yazmaya ve yaşamaya devam::)))
neşeyle..
sevgilr tebrikler..
Dışarıda yağmur zamanıyken, saatler bayramın ertesini gösteriyordu. Takvimler yırtılıyordu, ömrümüzden arta kalan günlerin üstüne hesaplar görülüyordu. Göçmen kuşları, uzak iklimlere merhaba demek için hazırlık yaparken görüyordum. Dağlar, kışa hazırlanıyordu. Değil mi ki hayat her gün yirmi dört saatti, kaçı bana aitti? Başkalarıyla örülmüş ve sosyal bir varlık olduğumu ispatlama çalışırken kaç kere kendimi ıskalamıştım, kaç trende kendimi kaçırmıştım?
İçimde kaç kış, kaç bahar geçmiş; nice şiirleri ezberleyerek şairlik düşüne yatmıştım. Yazan insanların, ya dış dünyayla ya da kendileriyle kavgası vardır diyordu okuduğum bir yazı. Kendimden kaçtığımda tek sığınağımdı yazı. Her satır arasında kendimi ya da kendim gibileri arıyordum.
Dışarıda yağmur zamanı, içimde insan olmanın sancısı vardı. Sevincim bir çocuk neşesi kadar değildi. Hayattan çok beklentisi olan insanlar, anı kaçırmaya mahkumdu. Ya geçmişin ya da geleceğin esiri olarak; özgür gibi yaşanıyordu günler. Etrafımıza örülen demir parmaklıkları göremiyorduk. Hapiste yatanlardan kendimizi şanslı sanıyorduk. Parmaklıklar, kendi arzularımızdı bilmiyorduk.
İçimde kaç deprem, kaç sel oldu kimdi görmedi, bende görmelerini istemedim. Şairlik düşüne yattığım günden beri gördüğüm rüyaları hayra yormaya çalıştım. Kah Veysel oldum kalp gözünü açtım; kah Yunus oldum derviş kılığına büründüm.
Modalarla şekillenen hayatımızda giyim tarzını bile modacıların, saç şeklini jölelerin belirlediği bir dünyada değil mi ki gün yirmi dört saatti, kaçı bana aitti?
........................
özlemişim bu kalemi okumayı
dokumayı.
mutlu bayramlar
çiğdem.