BİR MİNİCİK KIZ ÇOCUĞU
Yola bakan pencerenin kenarına oturup yazı yazdığım günleri hatırlıyorum da.Büyümüşüm.Ne çok zaman geçmiş aradan.Klasiktir ama hani derler ya dün gibi.Evet Dün gibi her saniyesini hatırlıyorum hâlâ.Mobilet sesleri, çocuk bağırış çığırışları, annelerin seslenmeleri…
Çocukluğumda kitap okumayı hiç sevmezdim.Okul kitaplığımızda harika kitaplar vardı aslında.Harika diyorum ama ben onların harika olduğunu kitap okuma alışkanlığını elde edince anladım tabi.Jules Verne’den iki yıl okul tatili,denizler altında yirmi bin fersah; Ömer Seyfettin’den üç nasihat, yüksek ökçeler…Bu kitapların adı öyle ilginç gelirdi ki garip bir şekilde gıcık olurdum o kitaplara.Zaten kitap okuyamazdım ki ben.Üç sayfa okur sonra sıkılır, atadım bir köşeye.Ta ki ortaokul sıralarıma henüz oturmuşken tanıştığım bir kitaba kadar; kitaplar sıkıcı, gereksiz sayfa yığınları oldu benim için.Okuduğum o kitapta sanki yaşamak istediğim hayatı buluvermiştim.Öyle sarıldım ki sonra ona.Kitabın başrolüne ben geçivermiştim.Serra gibi ben de günlük tutmaya başladım.Yazı yazmak benim için çok önemli olmuştu artık
Okulumda Özgül diye bir hocam vardı.Türkçe öğretmenim.Yazılarımı çok beğenirdi.Kompozisyon saatlerimizde yazdığım her yazı mutlaka beğenilir olmuştu.Hocamdan takdirler toplamak sanki beni daha fazla etkiliyor, yazı yazmak tutku halini alıyordu bende.Kalpten geçenleri kaleme oradan da kağıda aktarmak rahatlatıyordu beni.Sadece rahatlamak için de yazmak değildi benimki.Yazılarımda estetik kaygılar da taşıyordumGüzel olmalıydılar, edebi olmalıydılar.Bu tamamen benim arzumla alakalı bir durumdu.Yoksa bunun “ Sanat sanat içindir ya da toplum içindir” le bir alakası yoktu.Sadece ben böyle istiyorum.Yazıyorum ve yazdıklarım güzel olsun.
Lise hayatım boyunca da yazı yazmam çok yoğun olmasa da devam etti.Bu sefer yazdıklarım kompozisyon dersleriyle sınırlı kalmadı.Artık daha büyüktüm ve keşfediyordum bir takım şeyleri.Arkadaşlığın gerçekten ne olduğunu, bu ülke için sessiz kalmamam gerektiğini anladım.Aşk denilen o üç harfli küçük ama aslında zannettiğim kadar hiç de küçük olmayan o kelimeyi keşfe çıktım.Aşkı tek kişilik yaşayarak anlamaya çalıştım.Yazmaya çalıştım.Şair demiş ya “ölümdür yaşanan tek başına aşk iki kişiliktir.”Ataol Behramoğluydu o.O iki kişilik yaşardı aşkını.Çünkü o bir şair.Ya ben?Ben yaşayamam ki.Benim ders çalışmam lazım.Üniversiteyi kesinlikle kazamam gerek.16-17 yaşındakilerin aşkı olur muymuş hiç.Olmadı!O yüzden, bildiğin kadar duyduğum kadar,televizyonlardan izlediğim kadar yazdım ben de aşkı.Ne büyük cüret; ısmarlama aşk yazısı yazmak.
Olmuyormuş.Duyduğun gibi izlediğin gibi olmuyormuş...
Betül KARA
EYLÜL ’05