Anlayana sivrisinek saz...
İnsanoğlu gerçekten garip mahlukattan.Dev gibi adam minicik bir fare görünce bir bakmışsın o an tırmanabileceği ilk yükseltide alıyor soluğu.Oysa aynı adam köşebaşlarında kaç garibin yüreğine korku salmış ya da kaç avanağı geyiğe boğmuştur münasip ortamlarda.
Ya şu cep herküllerine ne demeli. Bencileyin kutur garibi minnacık bir şey elindeki.Yallah bismillah üçyüzküsür okkanın başını döndürüveriyor yükseklerde.Sokakta görsen çocuk diye başını okşarsın.
Gençlik yılarımızdı.O sıralar bilirsiniz kavak yelleri pek bi püfür püfür.Saz çalmaya heveslenmiştik bir kaç aklıevvel.İyi kötü de tıngırdatıyorduk hani de
havamızdan geçebilene aşk olsun.Hiç unutmam bir pazar günü idi.Şu an çalıştığım iş yerinde o günlerde rahmetli babacığım çalışıyordu.Kırsalda bir devlet çiftliği.Lojmanlar, lokal, idari binalar ve o tesislerde pazar görevlisi işçiler bizim tıngırtılarımızdan köşe bucak kaçıyorlar ancak babalarımızın hatırına kısılıyorlar garipler.Bunlar döküp düşünüyorlar,hem bizim havamızı söndürmek,hem de pek bi matah olmadığımızı göstermek için bir çözüm buluyorlar sonunda.
İşte o meşum pazar günü idari bina nöbetçisi abimiz üçümüzü de ayrı ayrı arayıp,çay demlediğini,yalnızlıktan sıkıldığını,sazlarımızı da alıp gelmemizi istedi.Toplaştık alelacele.Hayretler içindeydik.Zira adamın sazla sözle uzaktan yakından alakası olmadığı gibi yanına gittiğimiz zamanlar yüzünden düşen bin parça olurdu. Neyse pek de umurumuzda olmazdı.Bi solukta bitiverdik adamcağızın yanında.Birkaç işçi daha oradaydı ve pek neşeli bir halleri vardı.Yadırgasakta umursamadık, üstelik bizde pek mutlu olduk.
Bir yandan sulu geyik abuk kahkahalarla duvarlara tırmanırken, bir yandan çaylar yudumlanıyordu.O sırada içeri pala bıyıklı esmer oldukça yakışıklı otuzbeş kırk yaşlarında bizim oralarda görmeye alışık olmadığımız biri girdi içeri.Davudi bir sesle selam verdikten sonra divanın ucuna ilişti.Bizi çağıran işçinin hapisten yeni çıkan akarbası olduğunu anladık muhabbet ilerledikçe.
Eh dedi içlerinden biri, hadi bakalım gençler çalın çığırın da misafirimizi şenlendirelim biraz der demez, sazlar hemen kılıflarından çıkarıldı,akortlar tazelendi.Öyle ya bir an evvel bu kadar istekli bu guruba kendimizi göstermeli ve hakkımız olan alkışı,takdir nidalarını cep yapmalıydık.İçimizden önce ben geçse de nurayıca birimiz diğerimize bırakıyorduk önceliği.
Hepimiz marifetlerimizi döktürdükten sonra ortalıkta sadece cay kaşıklarının incebelli bardaklarla sevişme tınıları hakimken, birden, aniden o hain,o üçümüzün burnunu kıran,o karşımıza zalim bir ayna gibi dikilen,ancak aynı zaman da ilk kez bizi bize getiren anı davet eden ses yırttı sessizliğini odanın.
- Amcaoğlu sende çalabiliyonmu bu sazı
- Yok abi yav.Gençlerin yanında lafı mı olur
Üçümüzün gözgöze gelişi,aynı üç çift gözün aynı istihzalı bakışlarla adamcağızı süzüşü,kocaman nasırlı elleriyle benim sazıma uzandığı an içimden kırıp etmese telleri diye geçirişim yemin ederim sanki dünmüş gibi geliyor.
Önce sazı inceden inceye inceliyor, göğsünü, burgularını, sapını bir kadını okşar gibi okşuyor ve akordunu yeniliyordu.Tezeneyi tellerle ilk buluşturduğu an kalbim yerinden çıkacakmış gibi oldu.Ya sonra... Allahım bu kaba saba adam nereden çıkıp gelmişti...O herbiri değil perdelerde gezmesi,yerinden kıpırdaması bile mümkün görünmeyen o kalın hantal nasırlı parmaklar adeta birer kuğu olmuş tellerin üzerinde müthiş bir dans gösterisine soyunmuştu.Ya o ses,ya o nefes...Bir virtiöz yaklaşık iki saat bizi
sabırla,tevazu ile,terbiye ile dinlemiş ve ancak birisinin ricası ile sazı eline almış ve sadece iki parça seslendirip sazı hayretler içinde kaldığımız bir itina ile tekrar kılıfına sokmuştu.
-Hapiste öğrendim dedi.ancak bu kadar öğrenebildim.Vakit geçsin diye.Siz çok güzel çalıyorsunuz elinize sağlık.
-Bir daha o üç kafadar o çiftlikte kimseye zoraki dinletmedik sazımızı ve o pazar günü aldığımız dersi ömrümüz boyunca cebimizin bir yerinde taşıdık ve o pazar günü çok şey öğrendik çooooookkkkkk.