- 1752 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
SÜVEYDA
SÜVEYDA
Simsiyah saçlarını rüzgara verdi Süveyda...Kapkaraydı gözleri ve boyu bir selvi gibi uzundu. Balık etli gövdesini yumuşacık bir şala sarmış, uzun eteklerini savurarak geçiyordu sahil yolundan. Sandaletleri ahenkli bir tıkırtı bırakıyordu arkasında ve şekerli bir kokuyla taçlanmıştı sanki vücudu.
Vakit akşam üzeri, aylardan Eylül, Ege’de daha Yaz’ın hükmü geçmemiş, güneş tatlı kızıllıklar saçarak ışıldıyor suları boz bulanık körfezde. Geniş bir yay çizerek körfezi kuşatan şehir, gece uykusuna henüz hazır değildi sanırım, çünkü cıvıl cıvıl sesler geliyordu sahile inen dar sokaklardan. Sahil cafelerine dadanan tok gözlü, sabit bakışlı zayıf ama çevik kediler uslu uslu yalanıyorlar ve bekliyorlardı gecenin ilk ışıklarını. Masalar tek tek dolacak ve dumanı tüten tabaklardan minik et parçaları veya balık kılçıkları atılacaktı onlara.
Ilık bir meltem gibi yürüyordu Süveyda...Yazın bu son günlerinin şarap gibi buğulu ve baş döndürücü tadını ağır ağır yudumlamak istiyordu sanki... Sanki o bir hayaldi ve birinin ipini koparmış düşlerinden kurtulup gelen bir masal kadınıydı...Ve bütün bu dekor onun görünüşünü kutlamak için bir araya getirilmişti. Öylesine naif ama öylesine çarpıcıydı ki, o akşam sahili dolduran bütün kalabalıklar gizemli bir ayine tanık olmuşcasına huşu içinde izliyorlardı onu. Yok hayır aslında bu manzara içinde tek gerçeklik Süveyda’ydı ve geri kalan her şey ; köşede bekleyen sarı saçlı genç kız, duvar dibine oturmuş oğlunun ağzındaki dondurma bulaşığını silen şu etine dolgun taze, alnına biriken terleri elinin tersiyle kurulayan şu kravatlı ciddi adam ve belki de yol boyunca sıralanan bütün bu bulvar cafeleri...Hepsi bir hayaldi... Hepsi çılgın bir uykucunun gündüz düşleriydi kimbilir ?.
Aksamın ilk koyulukları düşmeye başladığında yüzlere, kızılderili totemleriyle süslü bir cafede oturan genç bir kadın dikkatle baktı Süveyda’ya. Düz saçları tatlı bir ahenkle rüzgarda uçuşan, kehribar rengindeki gözleri güneşin son ışıklarından biraz kısılmış olan kadının önünde uzun bir bira bardağı duruyordu. Süveyda yanından geçerken gülümsedi ona ama konuşmadı ya da bir işaret yapmadı, aynı hızla yürüdü geçti. Bakışları etkileyici biçimde sabitlenen kadın ağır çekim hareketlerle çantasından çıkardığı aynada yüzünü inceledi ve tekrar baktı artık iyice uzaklaşmış olan Süveyda’nın arkasından.
Garip olan elinde salata kasesiyle masanın yanında donup kalan garsonun haliydi. Bir masadaki kadına bir Süveyda’nin siluetine bakıyor ama bir türlü açık kalan ağzını kapatmıyordu. Masadaki kadın garsona gülümsedi ve ona kalplerde kalan gizli geçitlere dair bir şeyler söyledi ama garsonun duyacak hali yoktu, sarsılmış şekilde salatayı bırakıp içeri gitti. Genç kadın parmaklarını saçlarının arasından geçirip uzaklara güneşin kızıl bir top olup denize düştüğü ufuk çizgisine baktı dalgın dalgın. Sonra kitabına geri döndü. Kitabın kapağında yazan yazı yüzünden belki garson o akşam istifa edip her zaman yapmak istediği gibi açık denizlerde sefere çıkan bir gemiye tayfa yazıldı. Oysa ne kadar basit sözlerdi o kapakta yazanlar : IKIZ RUHLAR
Sabahın ilk ışıkları nazlı nazlı inerken evlerin, ağaçların üzerine dükkanını açan bakkal, aslında bu işin kendine hiç uygun olmadığını düşünüyordu acı acı...Ama ne yapsın evde üç çocuk ve bir halden anlamaz kadınla cebelleş olmak zorundaydı. "Kadınlarr" dedi kendi kendine ve kalbinde bir ağrı duydu ince ince. "Günaydın" sesiyle irkilerek döndü, ama geç kalmıştı... Süveyda bir rüzgar gibi esip uzaklaşmaktaydı, siyah bol pantolon, siyah strech bluzla ve doğal bir şekilde arkasında uçuşan saçlarıyla ne kadar da sıradışıydı. "Ah" dedi içinden yok belki de dışından genç ama yaşlı bakkal; "Şu kadına helal olsun sabahın köründe gidiyor işine gücüne, bizim kaşık düşmanı gibi evde oturup pineklemiyor, Ah ki Ah kadın dediğin böyle olacak ki, koca biraz soluklansın". Birden durdu... Evli miydi ki bu kadın ?... Apartmanın üst katında oturduğunu biliyordu ama hiç duymamıştı bir kocası olduğunu, aslında hiç görmemişti de. Ama yan taraftaki Fotografçı onu bir erkekle gördüğünü söylemişti geçenlerde, "Amaan dedi devir değişti belki kocasıdır belki de arkadaşı...Hem Fotoğrafçı da atar tutardı hep. Hızlı hızlı sildi camları ve sabah gazetelerinin eklerini kuponlarını ayırmaya başladı. Ah ne olurdu evdeki de böyle bir iş tutsa veya gelip dükkana göz kulak olsa da ud derslerini takip edebilse. Hayalinde tanınmış bir udi olmak yatardı niceden beri. Ama nerdeeee !
Öğle sıcağında hastanenin köşesindeki sandviççiden bir sosisli aldı Süveyda...Gözlerini kısarak baktı güneş gözlüğü kullanmayı sevmezdi. .Güneşe direkt, aracısız bakmak isterdi hep. Gözlük camlarının ürkek karanlığına ihtiyacı yoktu. Sandviççi Süveyda’nın şekerli kokusunu içine çekerken dalıp gitti uzaklara...Çook uzaklara Doğudaki dağ köyünde serin serin oturan annesini düşündü ve Hatice’yi..."Ne olmuştur ki Hatice?" dedi kendi kendine. Ne olacak kocaya gitmiş, çoluk çocuğa karışmıştır. "Nereden aklıma geldi şimdi Hatice" derken hatırladı, şu demir parmaklıklara dayanarak sandviç yiyen kadın ayni Haticesine benziyordu kapkara saçlı kapkara gözlü. Hey gidi hey !
Ayni saatlerde Doktor Ayça omzuna vurulmuş gibi irkildi ve başını mikroskobun üzerinden kaldırıp etrafa baktı. Yalnızdı... Sanki yumuşak bir rüzgar saçlarına dokunmuş, güzel bir çift göz onu izliyormuş gibi kalbi çarptı, ama sebebini anlamadı. Dışarı çıktı ve camlı dolapta sıralanan makarna benzeri parazitlere bakti dikkatle ..."Siz mi bir sey söyleyecektiniz bana " diye dalga geçti.
Oysa koridorun öte yakasında sarışın bir doktor yanındaki arkadaşına hararetli hararetli bir seyler anlatıyordu. "Hayır" dedi diğeri "Marjinal diyecek bir yanını görmedim"... Ama ince sarışın ısrarlıydı;"Ben duydum sıradışı bir kadın işte...Marjinal...Özgürce yaşıyor her seyi...Vallahi bravo !" ...Diğeri dudak büktü.
Sarışın Doktor Yasemin, nicedir gözlüyordu meslektaşı Ayça’yı. Her şeyiyle farklıydı işte. Yalnız yaşıyor, geceleri bir yerlere takılıyor ve hep marjinal insanlarla görülüyordu cafelerde veya kulüplerde. Aniden sustu ve iç seslerinin acımasız inlemesini dinledi. Hep böyle bir hayat istemişti belki de...Yalnız, özgür, güvenli...Oysa şimdi annesi istedi diye geceleri erkenden eve kapanıyor, sevgilisi öyle istiyor diye hanım hanımcık giyiniyor ve babası istedi diye nişanlanıyordu...Ve kimbilir kim istediğinde gece bir yerlere gidebilecekti...Nasıl da imreniyordu ona...Nasıl da kıskanıyordu...Belki bu yüzden hep onunla ilgili söylentileri yayıyordu etrafa. Gerçi sevgilisi Cem onu sahil cafelerinden birinde saçları yeşil boyalı bir erkekle görmüştü... Fakat ısrarla saçları çok uzundu diyordu. Oysa Ayça’nin saçları ancak omuzlarına gelir. Amaan her neyse. Yaşayamadığı her seyin suçu onunmuş gibi karşıdan gelen Ayça’ya doğru yürüdü ve "oooo şekerim yeşil saçlardan hoşlandığını duydum" diyerek uzaklaştı.
Ayça şaşkınlıkla bakakaldı sonra nicedir burnuna dolan o tatlımsı kokuyu izleyerek bahçeye yürüdü.
Gece körfezi dolduran binlerce yıldız mücevher gibi parıldarken tüm şehri tepeden gören bir köy meyhanesinde rakısını yudumluyordu Süveyda. Mor bir Hint gömleği, altına siyah bol bir pantolon giymiş, simsiyah saçlarını serbestçe omuzlarına dökmüştü. Kollarında bir sürü gümüş Hint bileziği şıngırdıyor, dudaklarına sıkıştırdığı sigaradan baştan çıkarıcı bir koku yayılıyordu. Kareli örtünün gizleyemediği plastik masada ki harcı alem cam küllük suyla doldurulmuş içine birkaç tane yasemin atılmıştı. Karşısında sarışın bir genç adam oturuyor hüzünlü bakışlarıyla masanın örtüsüyle oynuyor ve bir şeyler anlatıyordu. Süveyda aniden çantasını açıp bir sandal ağacı tütsüsü çıkardı ve ucunu dikkatle yaktıktan sonra masadaki muma sapladı. Iç bayıltan bir koku yayılıyordu şimdi sinsi sinsi. Sarışın genç adam yorgun gözlerini kırpıştırdı ve konuşmasına ara verdi.
Yan masada arkadaşlarıyla usul usul demlenmekte olan Dündar Bey "Taş gibi kadın" dedi kendi kendine. Ama genç adam onun sevgilisi gibi görünmüyordu, daha çok dertli bir çocuk gibi boynu bükük konuşup duruyordu. "Vay ben böyle bir kadınla olsam" diye gıpta etti Dündar Bey ama aklına çok sevdiği karısı geldi. Bir sükunet ve sabır sembolü olan biricik karısı...Kimseler onun yerini tutamazdı...Yine de bazen sessiz ve içli karısı Gülbahar’ın yerine böyle sert, güçlü ve sözünü dinleten bir kadınla olmayı hayal ederdi, içi titrerdi o zaman. Dündar Bey aniden irkildi ve başını sallayıp güldü ; Bu kadını tanımıyordu ki nereden biliyordu sert kadın olduğunu.
Gecenin geç saatlerinde Süveyda sarışın adama bir kitap uzattı kapağında söyle yazıyordu : AZ SEÇİLEN YOL
Belki ayni saatlerde Doktor Ayça bir tütsü yakıp pencerenin önüne koydu. Bunu neden yaptığını bilmiyordu , evdeki bütün mumları neden yaktığını da bilmiyordu ama ortam uygun olduğu için nicedir yapmadığı bir şeye nefes alma meditasyonuna başladı. Göğüs kafesinde sıkışıp kalan nefesi ritmik hareketlerle vücudunun içinden geçerek bir kuş gibi uçtu dışarıya ve atmosferde özgürce uçtuktan sonra tekrar yuvasına girdi. Bu giriş çıkış anları yoğunlaştıkça hafifledi Ayça...bir tütsü dumanı gibi uçtuğunu düşledi ve uzaklarda körfezin tüm ışıklarının pırlanta bir gerdanlık gibi denizi kuşattığı yüksek bir tepede öylece durdu...Kalbinde beliren aydınlığı hissetti şaşırarak. O ışık iyice büyüdü, genişledi , bir ışık çemberine dönüşüp Ayça’yı tamamen içine aldığında...Bir başka genç kadın belirdi halenin içinde kapkara saçlı mor gömlekli bir kadındı ama Ayça onu hemen tanıdı. Ona doğru yürüdü güvenle ve ikinci benliğini kucakladı.
Gözlerini açtığında evde olduğunu fark etti Ayça...Değişen bir şey yoktu...Tütsü külleri saçılmıştı masaya ve mumlar sönmeye yüz tutmuştu. Hoş bir gevşeme içinde buldu kendini, kalbinde nicedir acıyan nokta berrak gülümsemelerle dolmuş gibiydi... Garip bir şekilde kucaklamıştı kendisini... "Artık yaşamı da kucaklayabilirim" diye düşündü.
Sabaha karşı denize bakan bir tepede kendini rüzgarın ılık dokunuşlarına bıraktı Süveyda...Taptaze sabah rüzgarında yasemin ve kadife çiçeklerinin kokusu vardı. Kokuyu izleyerek yürüdü...Denize bakan evlerden birinin bahçesinden birkaç tane kadife çiçeği kopardı ve kokladı. Baharatlı, sıra dışı kokusunu tüm vücuduyla hissedecek sekilde içine çekti...Ve yürüdü...Gözün görebildiği en son noktayı keşfetme arzusuyla dolu yürüdü.
İlerleyen saatlerde Doktor Ayça masasında oturmuş Yaseminle konuşuyordu. Ona "Bu hayat senin iç seslerine kulak ver...ve istemediğin hiçbir kalıba girmeye zorlama kendini " diyerek kolunu omzuna attı. Yasemin yaşlı gözlerle ona bakıp gülümsedi ve "Evet bunu yapacağım" dedi, sonra Ayça’yı şaşırtan bir şey yaptı yanağına bir öpücük kondurdu ve "Teşekkür ederim" dedi. " Gece birlikte o çılgın rock bara gidelim mi ?" diyerek bir kez daha şaşırttı Ayça’yı.
Arkasında tatlı bir koku bırakarak laboratuara girdi Ayça ve mikroskoba eğilip parazite baktı," Bütün parazitler aynı" diye düşündü, ama aslında parazitte bütün vücutların aynı olduğunu düşünüyordu canını sıkan mikroskop camının altında..
Çaylan Ulutaş _ Ankara.
Süveyda : Arapça sevad, siyahtan süveyda. Kalbin ortasinda bulundugu var sayilan küçük siyah nokta. Kalpteki gizli günah.
YORUMLAR
SÜVEYDA....
Boynunu bükmüş de olsan, alnın ak
Yaşama küssen de, sevgiyle bak
Sen yürü doğru yolda, inatsa inat
Sana bakanlar inan, hüsran olacak.
Susturma yüreğini, mevsim bahardır
Yaşananlar bil ki, geride kalmıştır
Ufukta yeni yelkenli, seni saracaktır
Garipliğin perdesi, ruhunu alacaktır.
Zanlara takılma, ardı sıra gelir yoksa
Boşver konuşsunlar, hiçbirine aldanma
İncinse de bedenin, akar çağlayanda
Hüzün bahçesi, varacaktır kansızlara.
Görseler, tanısalar seni, delinir bağırları
Utanıp hicap ederler, kendilerinden gayrı
Yaşam zincirlerine, dolanır bahtları
Sazlar çalacaktır, Süveyda’ nın şarkısını.