- 3497 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Ana (Düşüngülü Eleştiri)
A N A
(DÜŞÜNGÜLÜ ELEŞTİRİ)
E n güzel çiçekler solar,
en güzel anlar biter,
en güzel saraylar yıkılır,
ama analık anayla kalır. Hüseyin Karatay (Karataş)
‘Ana,’ bir Anadolu kasabasında hayatın çapraz ateşinde kalan dul kadınla biricik oğlunun dibe vurma anlarını dile getiren bir roman.
Din ve ahlak kurallarına harfiyen uyan, kendine yapılan evlenme tekliflerini elinin tersiyle iten çilekeş Emine, hayatın örselediği oğlu Ömer’e kalkan olabilmek için saçını süpürge etmektedir. Bir erkeğin egemenliği altında olması gerekirken oğlu için dulluğu tercih eden Ana, kasabada büyük bir baskı altındadır. İki ucu keskin bıçağın ucundadır. Emine kasabada ‘günah kaynağı’ olarak bilinen dul kadına iyi gözle bakılmadığını bilmektedir. Tam da yaşamın kırılma noktasındadır. Psikolojik bunalıma düşer.
Hüseyin Karatay, ahlaki değerleri öne çıkararak kurguladığı öyküleri roman katmanlarına yaymadan bezayağı gibi dokumuş. Daha çok çocukluğumuzda dinlediğimiz masal ve hikâyeleri andırıyor. Öyküler, roman formatından uzaklaşılarak metin metin verilmiş. Bezemeler sabırla, zevkle bir Türk halısı dokunur gibi motifler verilerek yapılmasına karşın, eski Türk filmlerinde olduğu gibi basit bir kurgu da seçilmiş. Modern bir roman izlenimi vermiyor.
Karatay, roman kahramanı Emine’yi kocasız, oğlunu da babasız yetim bırakarak melodramı çok iyi işlemiş. Reşat Nuri’nin romanlarında olduğu gibi , babacan bir karakter Hacı Yusuf yaratılarak iyilik duygusu kullanılmış. Yine Reşat Nuri’nin tüm romanlarında olduğu gibi doktora yer vermiş. Yalnız, doktora kötü rol biçilmiş.
Yazar, sosyolojik mercekli bakış açısıyla, sosyolojinin çalışma alanına girerek, Emine ve Ömer’in davranışlarını ayrıntılarının işlevselliğinden yararlanarak, onların kabul kriterlerini ve tepkilerini dile getirmiş. Kutupluluk ilkesinden faydalandığı söylenemez, inançlı kişilere yakın olduğu izlenimi vermiş. İnançlı, inançsız insanı işlerken eşit mesafede duramamış, yanlı anlatım yapmış.
Doğurgan, alımlı ve güzel Türkçemize yeni sözcükler kazandırma çabası içinde olan Karatay, romanında kendine has bir dil oluşturduğu söylenebilir. ‘Ana’da yapılan onlarca yazım hatası, yazarın bozuk, topal cümleler kurduğu izlenimi veriyor. Romanın yüzde 35.2’si diyaloglarla geçiyor. Kısa konuşmalar olarak tutulan diyaloglar, eleştirel anlamda kurgulanmış. Sayfada ortalama dört paragraf yapılmış.
Okuyucu tat alacağı güzel ve parıltılı sözleri, okurken edilgen duruma düştüğü anda bile gözden kaçırmaz. ‘Hayatta hiç yardımcı olmamış kişinin yüreği, tek yıldızı bulunmayan simsiyah geceye benzer.’ (s.36) ‘Yılan, gömlek değiştirse yine yılandır.’ (s.89) Dilin canlılığını okur duyumsamalı. Argo ve absürt sözcükleri fazla yazarak okuru kaçırmayalım. ‘Hiçbiri zırtoluk etmez.’ (s.84) ‘Züppe güzel yosmalar olsaydı’ (s.127) ‘Sen ne kâfirsin sen.’ (s.175) Bu sözcükleri oldukça az kullanmış. Güzel sözler içsel tellerimize su verirken hoş olmayan sözle de okuru irkiltir. ‘Cehennem odunu o kadın’ (s.52) ‘Söyle sakal, dedi.’ (s.175) Halk diliyle ilim yapılmaz, ama edebiyat yapılıyor. ‘Beynime bin çivili tohmak gibi iniyor.’ (s.110) ‘Aha önce ben verem.’ (s.112) Şiirsel düzyazılara da sıkça yer veren Karatay’ın şiirini birlikte okuyalım. ‘Ninni desem yatanacak / Ay buluta batanacak / Senin keyfin yetenecek / Ninni yavrum ninniii…’ (s.38) Bir de doğurgan dilin ürettiklerine göz atalım. ‘Güleğen bakışlarına karşılık’ (s.41) ‘İnce bir kan sütnu taşları çizgi çizgi boyadı.’ (s.70) ‘Kısa boylu boynuk Nuri’ (s.80) ‘sokağın döngesinde’ (s.143) ‘yaran ağzıyla konuştu’ (s.174) Kara kasımpatılar gibi cümlenin içinde farklı bir duruş gösteren yabancı sözcükleri sayfada ortalama 22 kez kullanmış. ‘Muhayyilesini meşgul eden’ (s.202) ‘Hakkı Usta, muttaki biriyle tanıştırdı’ (s.209)
Okurun nabzına göre şerbet vermesini bilen Karatay, güzel, akıcı yazınsal dili yakalamak için ayrıntıların işlevselliğinden yararlanmış. ‘Ezildi, ezilecek durumdaydı. Ayakları, hızlı bir devinmeye dönüştü. Yorulup durdu az sonra. Küreciği andıran gövdesini, duvara yapıştırmaya çalıştı. Ayaklarını bir çizgi gibi gerip bekledi.’ (s.23)
Betimlemelerin zaman kavramına ve kurguya göre yapıldığını görüyoruz. ‘İki küpe, boynu bükük , kimsesiz bir yavru gibi birbirine yaslı durmaktaydı. …İri iri açılan gözbebekleri, bir elmas top gibi ışıklar yansıtarak dönüyordu. Kuyumcunun dükkanındaki altından gümüşten parıltıları; oğlunun yüzünde görmekteydi Ana.’ (s.43) Aç gözlü doktorun eleştirel betimlemesi abartılı yapılmış. ‘Para, doktorun parmaklarına değince, gözlerinde bir yalım oynaşmış, burun kanatları keyifli keyifli titremişti. Tırmalamak için sabırsızlaşan yabani bir kedi pençesi gibi duran eli, hırsla uzanıp parayı çekti. Banknotların gölgesi, gözlerine vurmuşçasına bakışları garipti. Aynı anda, gözleri ve elleri de derin, gizli bir zevkle titremişti. Parmakları, paranın üzerine ihtirasla kapandı, yavrusuna sarılan bir ana gibi sakinleşti.’ (s.138) Sayfada ortalama dokuz satır betimleme yapmış.
İnsanlara sosyoloji penceresinden bakmasını seven Karatay’ın, felsefi, eleştirel gözle gördüklerini birlikte okuyalım. ‘Kaybeden varsa, ona kadın demem. O bir alettir. Onu ölmüş say. Nasıl anlatsam sana? Elimdeki aha şu çatal var ya? Bunun dişleri olmasa çatal diyebilir misin?’ (s.76) Sayfada ortalama üç kez soru yöneltmiş.
Okurun içsel tellerine sözleriyle dokunmayı seven Karatay, pırıltılı yazınsal dili sağlarken ona derinlik de veriyor. ‘anneler, hayata çocuklarıyla tutunurlar. Ağacın toprağa, kökleriyle dikildiği gibi.’ (s.76) ‘Bir damlacık yavru. Vah zavallı nasılda korkuyor. Nasıl da titriyor… Can tatlıdır, can…’ (s.23) Sayfada ortalama 0.5 kez söze imge katmış, düşük bir oran.
Karatay, estetik zevk peşinde koşan okuru güzel ikilemeleri ile doyurabiliyor. ‘Yılanlarla sırt sırta, koyun koyuna yatmak ne demek’ (s.52) ‘Hızlı hızlı, telaşlı telaşlı, badi badi, bir o yana bir bu yana gidip geldi.’ (s.195) İkilemeleri sayfada ortalama 2.1 kez kullanmış.
İnsanların fiziksel ve ruhsal durumlarını yansıtan deyimler sayfada ortalama 0.8 kez kullanılmış. ‘Senin ki fasa fiso’ (s.58) ‘Pişmiş aşa su kattı.’ (s.84) ‘Başına bir çorap ördüler.’ (s.88)
Kalemin izine düşen Karatay, belleklerimizde özgün bir imge uyandıran halk ağzından çıkan benzetmeler yapmış. ‘Ağzından gürül gürül dökülen sözler su gibi akıyor.’ (s.47) ‘Omuzlarından kayan kara bir manto gibi düşüvermişti korkuları.’ (s.179) Sayfada ortalama 1.7 kez benzetme yapmış.
Türkçeyi oya gibi işlemeye çalışan Karatay, yazının içinde süs gibi duran montajı her yetmiş sayfada bir kez kullanmış. “Allah indinde sorumlu olacaklar. Sevindirenler de sevinçli. ‘Beni, düşkünler arasında arayınız’ demedi mi Peygamber?” (s.35) Yazar iki kez de alıntı yapmış.
İç çatışmaları yansıtan içmonologu her kırk iki sayfada bir kez kullanmış. “ ‘Pisliğe batmışsınız, sözleriniz bile kokuyor. İçiniz, dışınız, günah bulaşığı,’ dedi içinden.” (s.175)
Karatay, toplumun kültürünü, dilini yansıtan sözvarlığı, atasözlerini pek sevmiyor olacak ki, her elli üç sayfada bir kez kullanmış. ‘Balık baştan kokar arkadaş’ (s.88) ‘Sarımsağı gelin etmişler, kırk gün kokusu çıkmamış.’ (s.89)
Söze faklı anlam katan mecazı sayfada ortalama 0.9 kez kullanmış Oldukça yüksek bir oran. ‘Gözbebeklerinde bir top ışık belirdi.’ (s.71) ‘seni, ateşe atar mıyız kızım?’ (s.71)
Kalemini gülle donatan Karatay, Türkçemize güç katan terimleri sayfada ortalama 2.7 kez kullanmış. ‘yeni açılmış beton caddeye açılır.’ (s.10) ‘adacığa benzer Çakmakçı Sokağı.’ (s.10)
Yazım hataları: ‘Hacı Yusufların kapışma doğru çekti.’ (s.12) ‘çok uzaklara düşrnüş duygusuna’ (s.30) ‘Annesinin koyun sağısını sonuna dek’ (s.39) ‘Basma geleceklerden haberin’ (s.49)
Yenilikçi yazar Hüseyin Karatay (Karataş), yaşamın ta kendisi olan kurguyu örerken görkemli bir mimari yapının iskeletini iyi çatamamış. Büyük olamamış!.. Reşat Nuri’nin romanlarından etkilendiği görülüyor. Karatay’ın hemen hemen tek esinlenmediği şey, romanı benöyküsel dille yazmamış olmasıdır. Sanırım en uygun olanı da kahramanın ağzından dile getirmesidir. * * * Ana / Hüseyin Karatay (Karataş) / Çıra Yayınları / 212 s. /// Hz. Muhammet’in ‘cahiliye devrini’ yıktığı gibi, yırt kendini Kayserili..! Okumuyor ki, nasıl..? Peygamberler çağının en büyük devrimcileri değil miydi..? * * YÖK, İki kesimli yazın kılavuzuna neden çözüm bulmuyor? Yurdunu seven dilini sevmez mi?..