- 1240 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
AKASYA AĞACI
Çocukluğumun ve gençliğimin geçtiği evimizin bahçesinde bir Akasya Ağacı vardı… Asırlık çınar ağaçları gibi ulu bir ağaçtı ve belki de kasabanın en yüksek ağacı oydu.
Bir şemsiyeyi andıran ve gökyüzüne bakan dallarını, dua eden bir insanın açılmış kollarına benzetirdim adeta… Yeri bir başkaydı gönlümde Akasya Ağacı’nın. Halbuki başka bir sürü ağaç vardı bahçemizde, hepsi de meyve veren… Badem, dut, kayısı, iğde, armut ve elma ağaçları...
Mayıs Ayı girdiğinde nazlı bir gelin misali bezenir, süslenirdi, bembeyaz çiçeklerle ve bir ayrı güzellik gelirdi sanki üzerine… Yeşil- beyaz bir serenat başlardı bahar esintileriyle dallarında ve kuşların sesi de bu nağmeyi tamamlayan birer nota olurdu..
Yaz akşamlarında yemek yerdik altında, sıcak günlerinse en koyu gölgesini sunardı bizlere. İlk hayallerim onun gölgesinde şekillenmişti ve arkadaşlarımla oynadığım oyunlar çocukluğumda…
Ve birgün…
Dev cüsseli akasya Ağacı boylu boyunca yerlerde yatıyordu ölümün huzur veren sessizliği ile… Adeta bir ibret tablosu çizmişti ders almayı bilen gözler önünde. O kadar direnmişti kesilmemek için ama sonunda teslim olmuştu bütün hayat sahiblerini teslim alan ölümün pençesinde. Geriye kalansa ondan hatıralar ve yüreklerimizde bir sızıydı kanar gibi…Ölüm yakışmıştı ona bir gelin gibi…
Kaç yıl oldu bilmiyorum Akasya Ağacı’m kesileli. Şimdi onun yerinde birkaç tane birden Akasya Ağacı var kökünden filizlenmiş olan. Ama hiçbiri onun yerini dolduramadı tıpkı giden bir sevgili gibi.
Ve ölümler …
Önce dayımın eşi ile başladı bu silsile. Küçüktüm o zamanlar, ölüm nedir belki idrak edemiyordum. Ve arkasından anneannem. O çok sevdiğim, göz rengimi aldığım anneannem… Aynen Akasya Ağacı’m gibi ona da yakışmıştı ölüm. Annem öyle demişti. Kınalar yakmışlar ellerine bir gelin gibi…Duası kabul olmuş, hiç hasta olmadan, kimseye muhtaç olmadan…
Ankara’da bir dayım vardı ve o zaman görmüştüm ilk onu. Para gönderirdi anneanneme, duyardım ama kendisini bilmezdim. Beni küçükken götürmek ve orada okutmak istediğini, babamın ise göndermediğini, “Bir tanecik kızım var, onu da oralara mı göndereyim?” dediğini bir de…
Arkasından bir sürü giden oldu, anneannemin arkadaşlarından. Hepsi çok severmiş onu ve ne kadar sadık dostlar olduklarını ispatlar gibi. Halbuki biz biliyorduk onların ne candan arkadaş ve dost olduklarını…
Babaannem girdi sıraya ve arkadan en büyük halam. Hani Ankara’daki dayımın sınıf arkadaşı olan ve numaralarını bile unutmadan hepsini sırasıyla saydığı…
Sonra da iki dayım gitti sırayla. Evleri birbirine bakardı, ölümleri de öyle oldu.
En son ise Ankara’daki dayımı verdik kara toprağa. 20 yıldır görmediğim ama var olduğunu bildiğim dayım. Şimdi Ankara’da bir dayım yok yani. Yani kimse dolduramadı yerini. Tıpkı anneannem gibi, tıpkı diğer gidenler gibi… Tıpkı Akasya Ağacı’m gibi.
Ve birkaç gün önce de amcamın eşini kaybettik bu dünyadan. Zincirin en son halkası da o oldu şimdilik, sıraya dahil olanlar oluncaya dek. Kim bilebilir ki belki de biz varız o sıranın başında ya da bir yerlerinde… Ölüm her zaman zamansız çalıyor kapıyı. Tıpkı Akasya Ağacı’m gibi…