Çocukluğumun bir garip hikayesi / KURA KÖPRÜSÜ...
Çocukluk deyince , özgürce koşup oynamak geliyor insanın aklına. Hani bir tay gibi kişnemek. Boğuşmak azgın sularla. Bir de uçurma uçurtmak , misket oynamak ve kimbilir daha neler... Çocukluk adı üstünde , herkesin unutamadığı o kadar çok şey vardır ki , yazmak istersin , satırlara bile sığmaz belki.
Benim çocukluğumda hep babaannem vardı , birde onun anlattığı cin masalları. Hele o mor ışıklı cin , beni hem ürpertir , hemde garip bir dünyanın içine götürürdü. Kan ter içinde uyanırdım geceleri. İrkilirdim , korkudan. Hem korkar , hemde o mor ışıklı cini çok merak ederdim...
Bir gün babaannemi ağlarken buldum. Onu hiç böyle görmemiştim.
- Ne oldu babaanne sanada mor ışıklı cin mi geldi ? diye sordum.
- keşke öyle olsaydı , sadece mor ışıklı cinler gelip geçseydi. Ama öyle olmadı. Bizim hayatımız bir garip hayattı. Merakla babaannemin yüzüne baktım ! Beyaz leçeğinin altından kınalı saçları görünüyordu. Kara gözlerinde derin bir hüzün vardı. Yüzüme baktı...
- Sen diğer çocuklar gibi değilsin . Gel otur buraya. Sana Kura köprüsünü anlatacağım. Bir gün olurda ölürsem eğer , bu sır sende kalmasın , oku adam ol ve herkese anlat bunu. Söz vermiştim babaanneme ve soluksuz dinlemiştim anlattıklarını. Onunla birlikte ağlamış , çocukluğumun belkide en unutulmaz gününü o gün yaşamıştım. Babaannem anlatmaya başladığında biraz hıçkırmıştı. Sanki o güne geri dönmüştü...
- Bir garip geceydi diye başladı. Akşamdan başlayan kar tipiye dönmüştü. Rüzgar ortalığı kasıp kavuruyordu. Dağlardan kurt ulumaları geliyordu. Köpeklerin bağırtıları herkesi yataklarından fırlatmıştı. teneke sobamızda yanan tezeğin kokusu sarmıştı odayı. Ateşin harından güğüm fokur , fokur kaynıyordu. Tatlı bir uyku bastırmıştı. son misafirler gidinceye kadar ocakta kavurga kavrulmuş , derin sohbetlerin tadı kalmıştı odada. Fırtına camlarımızı dövüyor , kapılarımızı yumrukluyordu. Dağlarda yankılanan kurt ulumaları ovaya kadar inmişti. Sabah nasıl olmuştu bilmiyorum. Top sesleriyle uyandık. Yataklarımızdan fırlayarak kalktık. Ortalık cehenneme dönmüştü. Alaca karanlık , top sesleriyle yırtılmıştı. İnsanlar can haviyle evlerinden koşarcasına çıkıyorlardı. Herkes canının derdine düşmüştü. Top seslerinden kulaklarımız sağır olmuştu. Samanlıklar alev , alev yanıyordu. Birkaç parça eşyayı sırtına vuran Kura köprüsüne doğru koşuyordu. Köprü aşılacak , Şavşat’a doğru kaçılacaktı. Tipi durmuş , alaca karanlık top sesleriyle aydınlanmış , samanlıklardan çıkan dumanlar Ardahan’ı gri bir renge boyamıştı. Kimse arkasına dönüp bakmıyordu bile. Herkes diğerinden bir adım önde olmak istiyordu. Kura köprüsü hınca hınç insanla dolmuştu. Tabyalarda bozulan asker Kura’ya yığılmıştı. Ortalık tam bir can pazarıydı. Karların üstünde çırpınan yaralılar vardı. Ahırların kapılarını kıran hayvanlar sokakların altını üstüne getirmişti. Atlı kızaklara binenler Göle’ye doğru kaçıyorlardı. Ardahan’da taş taş üstünde kalmamıştı. Kura köprüsünü geçmiştimki bir top sesiyle irkildim. Geriye döndüğümde Kura köprüsünün ortadan yarıldığını gördüm. Köprü önce havalandı , sonra üstündekilerle beraber buzlu sulara gömüldü. İnsanların çaresiz çırpınışları , Kura’nın buzlu sularında kaybolup gitti. Donup kalmıştım. Hiçbirşey yapamıyorduk. Gün yeni yeni ışıldıyordu. Kura nehrinin buzlu suları , kırmızı fesler ve kadınların başlarındaki beyaz leçeklerle örtülmüştü. Karların üstüne düşenler Kura boylarında kalmıştı. Ruslar alev , alev yanan Ardahan’a giriyorlardı. İçimi derin bir hüzün kaplamıştı. Yıllarca yaşadığımız şehir Rusların eline geçmişti. Kura boyunda kalan askerlerin teslim oluşu yüreğimi yakmıştı. Ovadan Şavşat’a doğru koşan kalabalık , kendini Sahara’nın dik yokuşuna vurmuştu. Soğuktan tir , tir titriyorduk. Uzaklardan makineli tüfek tarrakaları geliyordu. Ve Kura köprüsünün nehrin buzlu sularına gömülmesi bir türlü gözümün önünden gitmiyordu...
Babaannemin o gününü hiç unutamadım. Çocukluğum boyunca yüreğimde hep bir acı olarak taşıdım, Kura köprüsünü. Zaten fazla birşeyimiz yoktu. Toprak damlıydı bizim evlerimiz. Çamurla sıvanırdı , duvarlarımız. Annem geven toplardı dağlardan. Koruğa çıkardı babam. Amansızdı bizim oranın kışarı. Tilkiler girerdi kümeslerimize , kurtlar inerdi ovaya , köpeklerin bağırtıları yarardı geceleri. Tenekeydi bizim sobalarımız ısınamazdık bir türlü. iliğimize kadar işlerdi soğuk titrerdik. Hiç paltom olmadı benim. Ne misket oynadım , ne uçurtma uçurdum. Çamurdandı bizim oyuncaklarımız.ben radyoyu bile görmedim. Duydum bir adam konuşurmuş içinde...
Yazdan yaza girerdi bizim eve meyve. Kağnılar geçerdi gece boyu. meyve taşırlardı. Elma , armut. Bıçak atardı çuvallara kurt Abdo’nun oğlu. Bir gün bir lahana geldi bizim eve azar , azar verdi babaannem , tadımlık , tattık...
Kadınlarımız düşmana çirkin görünmek için kül sürerlermiş yüzlerine , kaçakaçlık yaşamışlar. Sarıkamış’ta Allahuekber dağlarında kırılmış askerlerimiz. Ermeniler geçmiş , Gürcüler , Ruslar dayanmış kapılarımıza işte böyle geçti benim çocukluğum...
..................................................................................................
Bir gün yolunuz düşerse Kura köprüsüne çıkın. Ardahan kalesini göreceksiniz. karşınızda. Askerlerin vuruştuğu tabyaları. Abdülmecit’in yaptırdığı iki katlı taş kışlayı , birde durgun durgun giden Kura nehrini. Bir demet çiçek , bir tutam çimen Kura boylarında düşenler için...Atmadan gitmeyin sakın.
Bir de şiiri var bu öykünün :
KURA KÖPRÜSÜ
Bu köprü
Kura köprüsü
Burada yaşandı
Bütün acılar , bütün hüzünler...
Hala akıp durur
Durgundur
Belkide ağlamaklı
Koynunda yatanlar
Arada bir kaldırır başlarını
Ve
Aceleyle örter Kura
Sırlarının üstünü...
Bu köprü
Kura köprüsü
Burada duruyor
Yaşanmamış hayatlar
Burada asılı
Yarım kalanlar...
Bir çiçek
Bir tutam çimen
Durgun giden Kura
Senin için
Senin bağrına düşenler için...
1877- 1878 ünlü 93 harbi ve ondan geriye kalanlar...
Alper Kar
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.