- 1451 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
ÖLÜMÜN ÖLÜMÜ
Akıl sahibi, düşünen insanlar fikren bazen birbirlerinden ne kadar uzak olabiliyorlar! Birbirine yakın fikirler ne ise de, mantıklı kimselerin nasıl olur da bir birine taban tabana zıt düşünebildiklerini anlamak zor iş...
Örneğin ölüm konusunda, kimi telaşla kafasından silip atma derdinde iken, kimileri de kendi istekleriyle ölümü hatırlatacak aktivitelerle meşgul olabiliyorlar... Bazıları için ölmek, "şeb-i arus" iken; başkaları için en kötü şey...
Tarihte, en zalim diktatörlerin, idarecilerin ölmemeye şiddetle çare aramaları, etrafına ışık saçabilmiş, fedakâr insanların "rabıta-i mevtten" beslenmeleri dikkat çekicidir.
Bakıldığında; suçlular, insanlara eza verenler hep birinci grupta. Yani ölümden kaçanlar. İyi işler yapanlarsa ölüme barışık yaşayanlar. Galiba çok da makbul bir şey değil ölümü unutma çabaları...
Konfüçyüs ne güzel söylemiş: "İnsanları niçin öldürüyorsunuz, biraz bekleyin zaten ölecekler..." Maksimum barışçıl ve insancıl bir yaklaşımı ima eden bu söz, ölümle barışık olma sayesinde söylenmiş olsa gerektir. Burdan hareketle, ölüm hakikati anlaşılırsa çok kötülüğün önü alınmış olur. Çünkü kötülük yapmak anlamsızlaşır ki, bu da onu kökten keser. Zira her kötülüğün kendince bir mantıksal haklılığı uydurulur, uydurulmuştur.
"Lezzetleri acılaştıran ölümü çok anın" denmiş. Boşuna dememiş en büyük insan(ASM). Zira bu kadar çok insanı bu kadar derinden ve olumlu etkileyen başka bir insan daha yok. "Saman alevi" nitelemesine en uzak kişidir O.
Evet, insanın her yaşı ölüm çağıdır. Her ölüm "vakitlidir" aslında...
"Doğduğumuz gün ölmeye başlarız."(Montaigne) Yani sımsıkı sarıldığımız hayat, aslında bir ölüm sürecidir. Yani her gün biraz biraz ölüyoruz...
İnsan, ne olursa olsun, hayati tehlikeyi hiçbir zaman yüzde yüz atlatamayan canlıdır. Ve ölümlü şu yerde tüm mutlu sonlar hep anlık ve nihai son değildir aslında...
Şu dakikada vücudumuzda, aylar sonra bizi öldürecek bir hastalığın başlangıcı olabilir.
Bu yazının karakterlerini tuşlarken kendi ölümüme biraz daha uzaktım. Şimdi daha yakınım. Yarın daha da yaklaşacağım.
Her bir yıl içinde aynı zamanda kesin kes bir de "ölüm günümüz" var. Yıllar yılı bilmeden geçirip gideriz de farkında olmayız.
Geçmişi eski olan bir şehir, kim bilir kaç kez mezarlıklara boşalmıştır...
"Yeterince uzun bir hayat diliminde, herkes için hayatta kalma şansı sıfırdır."
Eğer önce kendimiz ölmezsek en sevdiklerimizin ölüm haberlerini alacak, cenazelerine katılıp arkalarından ağlayacağız...
Herkes hayatında kendini başrol, diğerleri (ve ölenleri) figüran görür biraz. Oysa bütün filmlerin sonu aynı: Ölüm. Ve biz de öldüğümüzde belki başkaları için figüran olarak algılanacağız.
Peki, acaba her şey ölmek için mi? Bizde yerleştirilmiş, onca yetenekler, duygular, hayaller, heyecanlar, düşünceler, ümitlere karşılık bir yıldızın çevresinde, bir gezegenin sadece 60-70 kez dönme zamanı kadar bir yaşam süresi... Yani bu kadar masraf, hayret ki, hep "bir son" için miydi? Can alıcı soru: Yok olmak için mi var olduk biz?
Şu hayatın tüm çabaları, çırpınışları; omuz yüksekliğindeki bir tabuta çıkabilmek için mi?
Bir ağacın şeklinden bir bebeğin beslenmesine, koca bir gezegenin saniyelik düzeninden bir kelebekteki ahenkli renklere, bir çiçeğin bizi bizden alan kokusundan DNA şifrelerine kadar hayatta o kadar çok tutarlı, ölçülü ve güzel şey var ki; bunlar ve daha sayısız saçma olmayan işler, bize ölümün aslında bir "ölüm" olmadığını hissettiriyor.
İçinde onca güzelliklerin bulunduğu şu evrene, ölüm ölümse eğer, hiç de yakışan bir şey değil. Kime yakışır ki ölüm?
Ölümün niteliğini insanın yaşayışı belirler; Ölüm çirkin değil, ölüme hazırlıksız kalmak çirkindir. Ölümü unutmaya çalışmak çirkindir. Ölümü okumak, ölümü dinlemek, onunla yüzleşmek gerekir. Yoksa akıl sahibi insanın ölümü ne içindir? Ve o akıl da, ölümü sürekli hatırlayıp daha çok mustarip olsun diye mi var?
Ölüm kötü bir şey mi? "Ölüm olmasaydı onu icat etmek zorunda kalırdık". (Voltaire) "Yaşamın bunca değerli oluşu ölüm sayesindedir"(Seneca) Bunlardan anladığımız; sadece dünyevi hayat olarak da ölüm gerekli bir şey...
Bunlarla beraber; hayat uzun değil, kısa da değildir. Ortalama ömür 300 yıl ya da 30 yıl olsaydı da şimdiden çok farklı şeyler söylenmezdi. Evet, hayat bir imtihana yetecek kadardır. Hayat kişinin ne olduğunun anlaşılmasına (ve kendinin anlamasına) yetecek kadardır. Hayat ölümün aslında "ölüm" olmadığını anlayacak kadardır.
Anlamamakta direnenler ise yazık ki bir ölüme bile muhtaç olacaklardır. (Nebe–40)
Anlayabilen için ölüm ikinci bir doğuştur; Evet, bu kısa hayatta dönen akıl dolu faaliyetlere bakılırsa; şu dar dünya karnından çıkıp doğarak, geniş ebed dünyalarına gidiyoruz. Ölümü anlarsak aslında onun bir kavuşma olduğunu anlayacağız. Ve o zaman bizim için, ölüm ölmüştür, o sadece bir geçiş basamağı niteliğindedir artık...
YORUMLAR
Uyku geçici bir mutluluk, ölüm ise kalıcıdır.
Elbette hazırlığını yaptıysan.
Paylaşım için teşekkürler.
ECHEL_ECHEL
sağlıcakla...
BÜYÜK bir sabir ile okudum taaa sonuna kadar:)
yerinde kullanilmis hetr degerli söz ve unutulmayan büyükler..ibret olmali her ani hayatin anlamayan beyinlere..
su kisim cok etkiledi beni:
Evet, insanın her yaşı ölüm çağıdır. Hiçbir ölüm “vakitli” değildir.
“Doğduğumuz gün ölmeye başlarız” demiş Montaigne. Yani hayat aslında bir ölüm sürecidir. Yani ölüm aslında salt sonuç değil bir süreçtir."
Luzumsuz seylerle ugrasacagina insanoglu biraz mantikli olsa idi hayat yani dünya bu hale gelmezdi!!
cok degerli bir yazi, güzel gercekci bir konuya deginmissin, yazan yüregine saygilarimla