EFENDİ SANIŞLAR...
Bedel bedel arkada bırakışımızı anımsıyorum.Yorgun argın girdiğimiz zorunlu yürek savaşlarını..Her biri birbirine özdeş aleyhimize geçen günleri..Günahlarımızın soğukluğundan yanmayışımızı ve de uzanırken önümüzde alabildiğine kan kırmızı olabildiğine isyankar
tutabildiğine yalan bir sevda gölgesi..
Hiç değiştiremediğimiz değişimi içimize sindiremeyişimizi bahane ederek yalın ayak bıraktığımız insanlık hep bize yabancı kalmaz,eğer biz dengelerimizi kesilmeyen bir ışığın izinde bütün köşeleriyle umarsızlığımızı yok ederek ve de reddetmeden kurabilirsek.Kendimizi kabul edebilirsek...
İçimizde taşıdığımız mucizelere,akılları şaşırtan aklımıza ve mükemmelliyetimize rağmen herşeye hakim olabileceğimizi düşünmeye başladığımız anda bile herşey kadar aciziz.Bu acziyet bizi yalnızlıktan korkuta dururken yıllar yılı ve bize ihtiyaç sahibi olarak muhtaç muhtaç ille de bir kapıyı çaldırırken bizim sahibi olduğumuzu sandığımız şeylerin karşısında gerçek duruşumuz ne ola ki acaba?
Bir şeye sahip olunabilmenin ölçüsü onun verilebilmesiyle orantılıdır.Bir insan verebildiği şeylerin sahibidir yani,verebileceğini söylediklerinin değil.Bir köle ne söylerse söylesin sahibini veremeyeceğine göre..Biz veremediğimiz ne olursa olsun vazgeçemediğimiz şeyleri efendileştirmiş olma ihtimalini gözden kaçırmasak mı diyorum acaba?Diyorum ki acziyetimizi bizi-kendimizi kendimize bile- bir şekilde boyun eğmeye boyun eğdiriliyorsa bizim karşısında dik durduğumuz şeylerin hesabını vermek kolay olurmu?
.insanlar vardır mülkünü zenginleştirmiş..Çıkarıp bir dilenciye beş kuruş vermek ellerini titreten insanlar.Bilmem bu insanlar parayamı sahip olmuşlar yoksa kendi kölelilklerinin tasavvurunu parayamı vermişler..Ve dahası..Bize biçilen hayatlara köle miyiz yoksa irademize efendimi olmuşuz..?
Vazgeçebileceklerimizin çokluğunun karakterimizin seviye ibresini oynattığını düşündünüzmü hiç..Koltuktan vazgeçebilmek,sevdalardan vazgeçebilmek,sizi fanatikleştiren kutuplardan vazgeçebilmek,yerinde evlattan anne babadan vazgeçebilmek,kendinden bile vazgeçebilmek belkide sadece mavi giyinmekten vazgeçebilmek bizim tüm bu şeylere sahip olabildiğimizi gösterir.Vazgeçmek değil vazgeçebilmek.Ellerinde olanları sımsıkı tutsanda bir ömür bırakma gücücünün varlığını bilmektir sahip olabilmek.Ne söylemek ne göstermektir...Asla bırakamam diyorsak efendiliğini kabul ettiğimiz davanın yüceliğidir bizi insanlaştıran.
Ve öteler ötesi bir kimlik bunalımı.Neden baba gibiyiz anne gibiyiz, ne uğruna arkadaş gibiyiz,sevdalı gibiyiz,niye öğrenciyiz mesela diplomaya köleleştik mi çevreye mahkum muyuz ya da belki de sadece kendi rahatımıza.Tersine niye öğrenci değiliz,inatlarımımızamı yoksa var olabilme ve özgürlüğe mi.Kimliğimiz ne olursa olsun ne şartlarda yaşamak zorunda kalırsak kalalım benliğimizi bu uçsuz bucaksız yalanların çemberinde efendi olarak mı dolaşıyoruz,köle olarakmı?
Ne kadar olabildik ki kaçıp giden şu zamanın esaretinde.Elimizden hep amalar tuttuğu sırada amaçlarımızla bağlayanlarımızı karıştırır olmuşken ne kadar olabildik ismimiz adına.Anıldığımız zaman anımsattığımız ne kadar bize ait merak eder oldum bizle bizden öteler ayrıldığında.
Yaşanan zifiri karasıyla kar beyazı arasında gidip gelen bir yığın fikir cümbüşü akıyor içimize ve biz fıtratımıza en dar kalıpları yakştırıyoruz.O kadar hakim değiliz ki düşünceye sevdamızın yollarındaki acı, sabır, direniş, inanç örgüsünün yerini yalanlar sarmalıyor ve o kadar hakim ki zaman bize getirdiği her kara zarfı müjde diye sahipleniyoruz.Ve ihanet.... Bu kadar mı kırklardan kırklar doğururda çıkar karşımıza.İhanet bu kadar mı yollarımızı keser.Ancak böylesine uzanabilir gönüllerde alabildiğine.Bir elimiz diğer elimize ihanet sunuyorken biz ancak bu kadar duyarsız kalabiliriz ve de.
Yalandan bir sevgiye değer katabilmek,yamukluğu bakışında görebilmek ve düzenin her hatasında kendi adına bir kere olsun utanabilmekse bir şeyleri başarıyor olmak,hepimizin elinde koca koca sıfırlar yok mu?İnatlarımızı inanç yapıp irademize dayatan ve bunu zamana yontan bize bunca ihanet çok mu?
Her kimliğin ortasında duran rengin belirmesi için sahiplerle efendilerin bir bir boy göstermesi gerekir ki sevdalı bakışlar parmağa mı yoksa işaret ettiğinemi konmuş.Bizi esir alabilecek bir şeylerin oluşu kuytularda bir köle yapmaz mı benliğimizi.. Kölelik; tasavvurunu iradenin eliyle hediye etmekse ve yalnızlıkla ihanetin birleştiği yerde koca bir çırpınış duruyorken bu fıtriyse,esaretimizin sonsuz bir özgürlüğe vuslat oluşunun ispatı yıldızlarda duruyorsa, hak ve batıl belliyken;iradenin bu mecburi "vazgeçiş" hediyesi kime ne kadar layıktır dersiniz..???
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.