- 1404 Okunma
- 4 Yorum
- 0 Beğeni
Felsefe ve şiir bağıntısı üzerine bir kısa deneme..
Aziz Nesin bir sohbet sırasında; “Türkiye’de yaşayan her iki kişiden üçü şairdir” demişti..
Bu noktada üçüncü kişiye denk düştüğümü bilerek; şiir ve felsefe bağıntısı üzerine neler düşündüğümü görebilmek adına bu denemeyi yazmaya karar verdim..
Şiir, insanların ben de yazabilirim diyebileceği bir şey değildir.
Şiir, toplumsal bir yaşam biçiminin bireydeki yansımasıdır..Bu bağlamda kaçınılmaz olarak toplumsallık içerir…
Başlangıcı-gelişmesi-sonu olan her şiir, bir yaşam biçimini işaret eder..Şiir yazmaya başlamış olan bir kişi, bu etkinliğinden önce, toplum içinde bir yaşam sürer..Yaşamı süresince öncelikle kendisinin, sonra da eğer varsa ailesinin günlük tüketeceği şeyleri sağlayacak bir işi olması gerekir..Çünkü Tarihin hiçbir aşamasında şair; şiir yazarak yaşamını sürdüremez.. “Altın çağdan altınsız çıkanlar yalnızca şairlerdir.” (Sedat Akıncı)
İnsanlar genel olarak düşüncelerinin bireysel olduğu ve kendilerine ait düşünceleri bulunduğu yanılgısına düşerler…Oysa ki, her düşünce bir başka düşünceden türer…Felsefe ise bu düşünceleri bütünler, geneller ve kategorize eder..Felsefenin bu biçimde bir davranış geliştirmesi, düşünce yasalarının bir zorunluluğudur…
Felsefe, toplumsal yasalar bakımından düşünceleri iki ana kolda kategorize eder.
Bu kategorize edişin, şiire denk düşen bölümü ise; toplumcu şiir-bireyci şiir anlayışları olarak karşımıza çıkar…Toplumcu gerçekçi şiir anlayışı, sosyalist dünyayı yaratabilmenin şiiridir…Bireyci gerçekçi şiir anlayışı ise genel olarak egemen kültürün, özel olarak da burjuvazinin şiiridir…Modern toplum bakımından ele alındığında burjuvazi, yalnızca kültür-sanat alanında değil, kapsadığı tüm alanlarda bireyci felsefeyi yaşama geçirmenin mücadelesini verir….
Bu bağlamda şiir yazan her insan, kaçınılmaz olarak ya bireysel; kendini anlatan şiirler yazacak, ya da toplumsal şiirler yazacaktır, bunun başka bir yolu yoktur.
Bu noktada felsefe-şiir bağıntısı, tüm çıplaklığıyla ortaya çıkıyor.
Her felsefi içerikli metin gibi, şiir de; öncelikle kullanılan dilin tüm kurallarına uyulması ve dili geliştirme çabası içermelidir.
Şiirin iki görüngüsü vardır: birincisi. ‘öz’ yani içerik..İkincisi biçimdir.
Aristoteles, “özsüz biçim-biçimsiz öz olmaz demişti..
Şiir yazan insanın, sözünü ettiğim bu öz-biçim bağıntısına özellikle dikkat etmek zorunluluğu vardır. Bu zorunluluk göz ardı edilirse, dili olumsuz yönde etkileme ve daha ileri giderek kirletme tehlikesi vardır..Bu durum düşüncede de kirliliğe yol açar. Çünkü ‘düşünce’ dil aracılığıyla gerçeklik kazanır. Dilin olmadığı yerde düşünce de olamaz..
Şiir yazan bir insanın dikkat etmesi gereken bir önemli nokta da şudur. Şiir, yazınsal bir anlatım biçimidir. Her şiir bir olguyu, bir olayı, ya da bir duygu ve düşünceyi anlatır. Bu bakımdan şiir yazan bir insanın, diyalektik bir üçleme olan, olgu-olay- duygu ve düşüncelerin bağıntılarını koparmaması gerekir…Bu çok zor bir iştir ama, şiir yazmak da kolay bir şey değildir..Çok emek gerektirir..
Şiir yazmak, her insanın hakkıdır..Ancak, bu hakkı kullanırken çok düşünmemiz; yazacağımız her dizenin bizim bilincimizi yansıttığını bilmemiz gerektiğini anlıyorum..
Sedat Akıncı..
YORUMLAR
Okuyup değer kattığınız için teşekkür ederim..