35
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
4843
Okunma
‘’Haydi şu benlikten kurtul, herkesle anlaş, herkesle hoş geçin. Sen kendine kaldıkça, bir habbesin, bir zerresin fakat herkesle birleştin, kaynaştın mı, bir ummansın, bir madensin! Bütün insanlarda aynı ruh vardır, ama hepsinde de aynı yağ bulunmaktadır. Dünya da çeşitli diller, çeşitli lügatler var, fakat hepsinin da anlamı birdir, çeşitli kaplara konan sular, kaplar birleşirler, bir su hâlinde akarlar. Tevhidin ne demek olduğunu anlar da, birliğe erersen, gönülden sözü, mânâsız düşünceleri söküp atarsan, can, mânâ gözü açık olanlara haberler gönderir, onlara gerçekleri söyler’’ Mevlana
Darwin’in ortaya attığı temel düşünce, dünyanın tek bir an’da yaratılmadığı,var olan canlıların, kendisinden önce gelen, daha ilkel bir türden evrimleştiği üzerineydi.Bu da adına doğal seleksiyon denilen,mutasyon veya rastlantılara bağlı olarak çalışan,kalıtsal özellikleri de bir tür denetim altında tutan bir mekanik düzenek sayesinde gerçekleşiyordu..İnsan da ,diğer bütün canlılarda olduğu gibi bu mekanik düzenek sonucu oluşmuştu...
Bu düşünce biçimi zaman içinde büyük bir çoğunluğu oluşturan topluluklar arasında lanetlenmeye, hakarete kadar varan fikir beyanlarıyla çürütülmeye hatta linç girişimlerine varan eylemlere sahne olmuştur.Oysa sonuç itibariyle bu bir düşünce biçimiydi. Herkesin inandığının aksine kendi mantığına gelen bir tezle bir takım varsayımlarda bulunmak hakkıydı…ki insanlık doğru ya da yanlışı seçme özgürlüğüne sahipken ve hangi fikre tabi olacağını ya da red etme kanaatini elinde bulundururken şiddetle sadece yok etmeyi seçiyordu.
İnsanlık tarihi, bütün görkemine karşın, çekilen onca acının ve akıtılan onca kan ve gözyaşının da tarihidir aslında.Her yeni düşünce,çağına göre değişen baskılarla karşılaşmış ,sindirilmek istenmiş,yok edilmeye çalışılmıştır.Bunun neticesinde fikirleri,fiilleri toplumun ön gördüğü kurallar dışına çıkmış bireyler çoğu zaman bu baskılardan nasibini almışlardır…
Darwin’e göre beş bin yıllık bir tarihe sahip olduğu halde varlığı inkar edilen ve zaman içinde çeşitli toplumların sömürü, yozlaşma ve kültür linçlerinden nasibini alarak farklı coğrafyalara dağılan orta doğunun en eski halklarından olan Kürtlerin hortlayarak uyandığını ve büyük bir evrim geçirerek farklı bir süreç yarattığını bunun da teorisini güçlendirdiğini açıkça ifade etmektedir.
Sümer dilinde ‘’kurti’’yani dağın halkı anlamına gelen bir takım tarihsel belgeler ortaya konsa da aslında bu konuda ki gerçek sonuç;
çok ileri bir zekanın öncüleri olarak görülen bir takım insanların öne sürdüğü bu insanların, karda yürürken ayaklarından kart-kurt sesleri gelince bunlara kürt denildiği fikri tarihe daha çok ışık tutmaktadır!
hint-avrupa dil grubuna ait bir dil konuşan bu topluluğun dili hakkında ilginç rivayetlerin olduğu da bir gerçektir…Bir topluluk halinde yaşamayı beceremeyen bu toplum bireylerinin, zaman içinde istilasına uğradığı güçlü devletlerin dillerinden oluşan karma bir dil kullandığı söylense de(örneğin.Farsça,Arapça.Rusça .Fransızca,İtalyanca hatta Papua yeni ginece)
gerçekte Kürtlerin kullandığı dilin kuş dili olduğu kuzey kutbundan ,himalaya’lardan ,ekvatordan gelen çeşitli kuş sürülerinin çıkardığı farklı seslerden şimdiki konuşulan dilin oluştuğu daha aydınlatıcı bir bilgi olarak kabul edilebilir!
Zaten edebiyat denilen şey sadece üstün ırklara ve zeki olduğunu varsayan insanlara aittir... Her topluluğun buna iştirak etmesi temel bir düşünce teşkil etmemektedir. Bu anlamda Kürtlerin herhangi bir şair yazar edebiyatçı ya da tarihçi yetiştirmesi söz konusu değildir. Fuzuli, nesimi, Ahmede xane,Cegerxvin bunlar zaten yunan kökenli olup İran’a mülteci olarak kaçan insanlardır. Bunların tarihteki yerlerini kabul etmek oldukça yanlıştır!
Tarih konusuna gelince, binlerce yıldır göçebe bir yaşam süren Kürtlerin iz bırakacak kadar herhangi bir coğrafyada konaklamadıkları için tarihçiler tarafından takip edilememiş ve kültürlerine ait herhangi bir bulguya rastlanamamıştır. Zaten Hakkari’yi İngilizlerden uzaylılar, Kars’ı Ruslardan cinler diğer şehirlerinde melekler tarafından kurtarıldığı rivayeti de yaygındır.
Dört bir yanı yeşil ormanlarla, mavi denizler ve petrol yataklarıyla çevrili bu kara parçasını gözüne kestiren bu toplum bireyleri bütün baskılara ve işgallere rağmen direnerek zaman içinde bu topraklarda hak iddia edecek duruma gelmişlerdir!
Hal böyle iken ve üzerinde nefes alıp verecek bir coğrafya bulmuşken Kürtlerin şimdi insan temel hak ve özgürlüklerinden bahsetmesi, eşit koşullar, farklı kimlik arayışları, dil ve kültür propagandaları yapmaları affedilemez bir unsur olmalıdır. Bu durum etik ahlakla bağdaşmadığı gibi cezalandırılması gereken bir durumdur.Altında yaşadığı bayrağın askeri, işçisi, emekçisi, çiftçisi, kölesi gibi bütün sıfatları bünyesinde barındırırken bir de bunların yasalarda yer almasını istemek sadece nankörlükle nitelendirilebilecek bir düşüncedir!
Binlerce yıldır birlikte yaşam süren ve zaman içinde bölünemez bir ivme kazanan Türk ve Kürt halkının geldiği süreçte geçmişte bir takım yanlışların yapılmasıyla kaos haline gelen bu anlamsız kavganın ve kirli savaşın bitmesi için bütün barış kapıları açılmışken, hala birilerinin buna çomak sokması anlaşılır bir durum değildir.
insan hayatı boyunca en çok çekindiği korktuğu düşünceyi kafasında saplantı haline getirir ve aklının bir köşesinde daima pimi çekilen bir bomba gibi tutar.’’vatan bölünmez’’ nutuklarının her gösteride tekrar edilmesi bu korkuya delalet olduğu gibi kendine güvensizliğin de göstergesidir. Bu ülkede hiçbir insan bölmek ya da bölünmek istemez. Zaten buna uygun tek bir koşul bile yaratmak asırlar sürecektir. Birlikte yaşam sürdüğünüz, alış veriş yaptığınız, sohbet ettiğiniz insanın sadece size benzemesini, sizin düşüncelerinizi paylaşmasını ve sizin yürüdüğünüz yolda ilerlemesini istemek sadece tektip bireycilik kavramını geliştirir ve sizin bütün zenginliklerinizi öldürür. Bırakalım bir insan yaşadığı ülkede Kürtçe’de mutlu olabilmeli, Lazca’da olabilmeli istediği hangi dil ve kültürse o yaşam biçimiyle mutlu olabilme özgürlüğünü bulabilmelidir. Bu asla ne toplum ne yaşam sürdüğü ülke için bir tehlike olarak algılanmamalıdır.
Farklı kültürde ve etnik kökende insanları bünyenizde barındırıyorsunuz ve bunu bir aile kavramı içinde taşımayarak şefkat, merhamet ve insani duygulardan uzak bir tutum izleyip hükmettiğiniz bireylere üvey evlat muamelesi yaparsanız yakın zamanda bir isyanla karşılaşmamanız mümkün değildir. İnsan yaradılış itibariyle zayıf ve gördüğü her düzeni kendi egosu etrafında şekillendirmek için iradesine ve açlığına yenilmeye müsait bir yapıdadır. En büyük güce itaat etme gibi vasıflar da zaman içinde farklı eğilimler göstererek istenmeyen boyutlara dönüşebilir. Haksızlık karşısında direniş, sevgi karşısında eğilim göstermek içgüdüsel bir davranış biçimi ve genel bir karakteristik özelliktir.
parmağı kanayan birinin canı yanarken bir başkasının yarasını tedavi etmeyi düşünmesi oldukça güçtür, ancak zaman içinde aynı fiili yaşayan birinin acısını anlayabilmesi çok daha kolaydır. Çocuğunu bin bir emekle büyütüp belli bir yaşa getiren bir ebeveynin zaman içinde ani bir ölümle kaybetmesi kolay kabul edilebilir bir durum olmadığı gibi tesellisi de mümkün değildir. Bunu örtbas etmenin tek yolu bayrak yahut ülke fedakarlığını ön ayak edip kapatabilme çabası olabilir. Bunun dışında insan zayıf yapısıyla kendini yaratana isyan edecek sözcükleri bile keşfetmekte zorlanmayabilir. Zaman içinde inancını, psikolojisini ve yaşam perspektiflerine uyan her olumlu nesneyi olumsuz kriterler içinde düşünerek kendisiyle uyumlu olmayan davranışlar sergileyebilir.
Bütün bu acıları yaşayan bireylerin aynı acıya muzdarip bir başkasını anlayamaması anlaşılır olmamakla beraber toplumun dayatmacı, gelenekçi ve baskıcı rolü bunu en iyi şekilde sağlayıp mantığın, aklın ve gerçeğin doğru yolda işlevini yok etmektedir.
İnsan karşısındakinin duygularını, acısını, sevincini, hissettiği kadar insandır. Kör, topal ve bütün uzuvlarını yitirmiş bir duygu karmaşasından doğan sabit fikir ve beyanlarla yol göstericiliğine soyunmak sadece şeytana avukatlık yapmaktan öte bir düşünce biçimi değildir.
Günümüzde önümüze çıkan en çıplak gerçeğe gelirsek ve sadece tv başına geçilen zamanlarda yahut bir kahvehane köşesinde birilerinin övgüsünü ya da yergisini kazanmak, tahrik unsuru oluşturmak, kendisine en yakın insana hükmedip egemen olma duygusunu ön plana çıkarmak, vaaz verip karşısındakinden saygı beklemek bizi kahramanlaştırıldığına inanılan en güçlü duygu göründüğü müddetçe bu anlamsız didişmeler ve kan kayıpları artarak devam edecektir.
Kim neyi açıyor ya da nereye açılıyor bilinmez. Lakin yaşamın bütün nehirlerinin kapağını açıp son hızla aktığı bir gerçektir. ölümün soğuk yüzü er geç herkesin yakasına yapışıp doğduktan sonra kendine yeni kılıflar yeni suretler bulan nazik bedeni kolayca alacaktır. Herkes kendi yaptığının hesabını günahları ve sevaplarıyla mutlaka ödeyecektir. Dünyaya amaçsız geldiğini düşünenler bu zaman diliminde Darwin’in ortaya attığı mantıktan uzak, düşünemeyen o maymun kılığına girmek için çırpınacaklardır.
Milyonlarla ifade edilen bir halkın kaderinin her insanın yorumuna ve düşünce yapısına göre şekillendirilmeye çalışılması ne acıdır...