- 1176 Okunma
- 4 Yorum
- 0 Beğeni
Teninin Kokusuna Hasretim
Hayatım boyunca tek bir adamla, tek bir şarkıyla ve tek bir hikayeyle yaşadım. Geçen zaman, birer birer evlenen arkadaşlar, kucağıma alıp sevdiğim yeğenler, yanımdan geçip giden adamlar... Hiçbirinin önemi yok. Ve hiçbiri taşıdığım sır kadar büyük değil.
Yaza yeni giriyorduk. Ben bilindik bir hayat sürüyordum. İşten eve evden işe... Bazen o küçük kasabaya tatile giderdim, anıları unutmamak için. Her birini tekrar yaşamak acı vermedi hiçbir zaman. Çünkü onlar sorgusuz sualsiz yeniden yaşamak isteyeceğim şeyler oldu hep... Ve hiçbir şeyin onlardan daha fazla önem kazanmasına müsaade etmedim...
Olabilirdi belki; ama ben istemedim...
Odaya girdiğimde ne yapacağımı bilemedim, onu görmeyeli seneler olmuştu. Kaçıp gittiğimiz yıllar, nasıl da yer etmişti yüzümüzde.
Usulca yanına oturdum. Yanağındaki çizgilere baktım. Kimse seni bu kadar beklemezdi dedim biraz sitemli...
Sen beklerdin ama...
Ben kimse değilim ki...
Yıllar sonra olan bu tek günlük görüşmede, geçip giden yılları, eşiyle olan evliliğini, kızını ve oğlunu anlattı. Benim anlatacak tek bir hikayem vardı. O da tam karşımdaydı... Ona onu anlatabilirdim bir tek. Bazı yıllar yine buraya gelip, onu unutmamak için verdiğim çabaları, mutlu olması için dua ettiğim geceleri belki yapabilirim diye başladığım ama ikinci görüşmede bırakıp gittiğim adamları... Kendime hiçbir zaman başlama imkanı vermediğimi... Ondan sonra aynada gördüğüm yüze mutluluğu yakıştıramadığımı anlatabilirdim belki...
Belki hiçbirini anlatmayabilir sadece onu yaşayabilirdim... Sakladığım anılara bir tane daha ekleyebilmek için.
Başımı göğsüne koyup ağladığımda, kokuları saklayabilmeyi çok istedim. Çünkü anıları hatırladığımda, yapamadığım tek şey onun kokusunu anımsamaktı... İçime içime çektim; bir daha bu kokuyu koklayamayacağımı biliyordum, onu bir daha göremeyeceğimi. Yarın aynı saatlerde benim işte olacağımı, onun belki de eşiyle telefonda konuşacağını, akşama eve ekmek alıp gideceğini biliyordum...
Biliyordum...
Baba dün niye eve gelmedin dediğinde, kızına sen kocaman bir kız olup büyüdüğünde söz anlatacağım kızım deyip beni anlatacağını da biliyordum... Masallarda kalmış bir peri gibi...
Sorgulanacak o kadar çok şey vardı ki... Nereden başlayabilir ki insan böyle bir durumda. Tek bir günü, bir daha yaşanmayacak tek bir günü sorgularla geçirmek acı vermeyecek miydi bana? Zaten soruların cevaplarını önemsemiyordum ki artık. Önemseseydim o gün gider miydim onu görmeye... Önemseseydim, onunla olur muydum?
Banyodan çıktığımda parmağındaki yüzüğü televizyonun kenarına bıraktığını gördüm... Boğazıma takıldı bir şey. Tüm gün boyunca, bana sarılırken belki de sadece benim olmak istiyordu;(oysa o hiç benim olmamıştı!) ama başımı her kaldırıp yüzüğe baktığımda sanki eşi oradan hep bizi izliyordu...
Bu yüzden diğer yaşadıklarımda olduğu gibi, bütün mutluluklarımı içimde hep bir acıyla yaşadım ben...
O gün hiçbir şey anlatmadım ona. Onu dinledim. Kızının, oğlunun fotoğraflarını getirmişti görmem için. Bir fotoğrafta eşi de vardı. Özür dilerim ben ayırmıştım; ama bu gözden kaçmış dedi.
Rahatsız olmamıştım aslında. Müsaade edersen bunu almak istiyorum...
Yapma dedi.
Hayır, hayır. Sorun değil, ben sizi böyle hatırlamak istiyorum deyip almıştım...
Babasını kaybettiği yılı anlatırken, ağladı. Eşinin ona o günlerde nasıl destek olduğundan bahsetti. Çocuklarının babasız kalmasını istemiyordu hiç... Babasını kaybetmek onu o kadar çok yaralamıştı ki korkuyordu... Erken ölüp çocuklarını bırakmaktan çok korkuyordu...
Dinledim... Hiçbir şey demeden, yüzümde konuşmamasını sağlayacak hiçbir iz bırakmadan dinledim... Çünkü ben hayatım boyunca onu mutlu eden o kadına minnettardım...
O gün oraya nasıl gitmiştim, beni arayıp konuştuğunda nasıl cevap vermiştim... Evli bir adamla tek bir gün... Bunu nasıl yapabilmiştim ya da o bunu benden nasıl isteyebilmişti bilmiyorum... Sorgulanacak o kadar çok şey vardı ki...
Bir yerden başlamak istemedim hiç...
O buluşmanın üstünden yıllar geçti. Tek bir adamla, tek bir şarkıyla, tek bir hikayeyle yaşamaya devam ediyorum ben... Hala kokuları saklayabilen bir şey çıkmadı... Teknoloji o kadar gelişmedi daha. Bütün anıları yaşatıyorum; ama kokular eksik... Çalıştığım yerde masa başında çerçevede bir fotoğraf duruyor hep... Soruyorlar...
Uzaklarda yaşayan ailem diyorum... Gözlerim uzaklara düşüyor, seni ve aileni anımsıyorum...
O gün, yanındayken uzaklardan gelen şarkıyı saklıyorum bir de... Başımı göğsüne koyup ağlayarak dinlediğimiz şarkıyı.
Biliyorum sen de saklıyorsun, kızına sakladığın masalı anlatacağın gün o şarkıyı da arşivine eklemesini, hep bu masalı hatırlamasını isteyeceğini de biliyorum...
Biliyorum...
O küçük kasabada, aynı odadayım... Yüzüğünün durduğu televizyonun yeri değişmemiş hala... Uzaklarda o şarkı çalmıyor...Ama yanımda getirdim...
Ev sahibi elimdeki plağı görünce seni hatırladı... Ama o kadının ben olduğumu bilmeyerek anlattı...
Yıllar önce bir adam geldi buraya. Onun için çok önemli, çok güzel, çok tatlı bir bayanın geleceğini söyledi. Tüm gün boyunca başka bir odada bu şarkıyı çalabilir misiniz, beni hep bu şarkıyla anımsamasını istiyorum... Çünkü bu onu son görüşüm olacak demişti...
Odada çalabilirsiniz dedim ben de ona...
Hayır, hayır ötelerden gelmeli bu şarkı çünkü ben onun için hep ötelerde olacağım dediğinde ben de kabul etmiştim...
Niye ağlıyorsunuz diye sordu.
O kadın olduğumu söylemedim ona. Galiba adam çok seviyordu, duygulandım dedim...
Ah evet çok seviyordu diye bitirdi konuşmasını...
Şimdi istediğim tek bir şey var. Ömrümün sonunu burada, bu odada geçirmek...
Şarkıyı başlatıyorum, biz yaşıyoruz... Başka bir alemde anılarımız yaşıyor...
Başımı yastığa koyarken, bir zarf buluyorum... Onun yazısı... Ellerim titreyerek açıyorum.
’Geleceğini biliyordum... Gündüzden sonra nasılki gece, geceden sonra nasılki gündüz gelirse... İşte o eminlikte, bir gün senin de buraya yaşamaya geleceğini biliyordum...’
Biliyordum...
Kim bilir? Belki de bildiklerinde bu kadar emin olmak, hiçbir kuşkuya yer vermeden sevmek bizi hala bir arada tutuyor... Çok uzaklarda olsak bile.
Sen bu mektubu okurken, ben kim bilir nerede olacağım? Ama emin olmanı istediğim tek bir şey var. Nereye gidersem, sen hep orada bekleyip karşılıyorsun beni... Gittiğim şehirlerin, baktığım yüzlerin hepsinde biraz sen varsın...
Kokuları saklayamadığın için çok üzüldüğünü biliyorum... Benim de üzüldüğümü bilmeni isterim. Teninin kokusuna hasret yaşamakla sınandım ben...Bazen rüzgarla gelirdi kokun. O kadar kısa olurdu ki Tanrı’ya bunun için bile şükrederdim.
Beni beklemediğini biliyorum... Bütün bunlar beklediğin için değil, beni yaşamak istediğin için böyle oldu bunu da biliyorum... Sen sadece beni yaşamak istedin... Ben olmadan benimle yaşamak...
O günden sonra o evi aldım... Seni karşılayan ev sahibi seni biliyordu, senin kendini saklayacağını bu yüzden seni bilmiyormuş gibi anlatmasını ben istedim. Aslında o ev o günden sonra sadece seni bekliyordu... Bu mektup da okumanı...
Sevgilim... Hasretim...
Kim bilir başka bir yerde, yeni bir şans verdiklerinde bize buluşuruz belki... Hem belki orada kokuları da saklayabiliriz değil mi?..
Ben hep bu umutla yaşıyorum...
Kendine iyi bak...’
Gözyaşlarımı siliyorum...Belki şimdi sen, başını eşinin göğsüne koymuş, mutlu oluyorsun... Bunu hayal etmek canımı yakmıyor, senin mutluluğunla mutlu oluyorum çünkü ben.
Mutlu ol sevgilim... Mutlu ol!...
6 ağustos 2009
Çağla GÖKDENİZ
YORUMLAR
hayatın dört mevsiminin olduğunu bilir ve her mevsiminin güzelliğini keşfederek mutlu olmanın yollarını arar;sağlıksız birey ise hayatın tek bir mevsimden ibaret olmasınıister ve diğer mevsimleri inkar ederek mutsuzlugunu kendi elleriyle davet eder.
varılan sonuç acı ve göz yaşi
sevgili çağla bence başka mevsımlerde yaşamak lazım