- 430 Okunma
- 5 Yorum
- 0 Beğeni
ÖLÜMÜNE AŞK-40
Bu bakışın anlamını çözebilmek için onu hemen bahçenin içindeki kamelyayı andıran bölüme götürdü Satı. Onun ağzından olanları en ince detayına kadar öğrenmeliydi. Oturdukları anda Emine, olup bitenleri anlatmaya başladı. Arada da kendinden de bir şeyler ekliyor, durumu daha da vahim hale getirmeye çalışıyordu. Konuşması devam ettikçe Satı’nın yüzü değişiyor, Emine’ nin anlamaması için kendini toparlamaya çalışıyordu.
Biraz da köyün başka havadislerini anlatan Emine, rahatlamış olarak evine doğru gitti. Arkasından öylece bir müddet boş gözlerle baktı Satı. Canı çok sıkılmıştı. İbrahim son zamanlarda çok dengesiz davranmaya başlamış ve bu da bir anne olarak onu çok korkutuyordu. En son konuşmaya çalıştığında, abuk subuk sözler söylemişti. Kocasıyla bu endişelerini paylaşmaya kalktığında, “Düzelir, bir şey olmaz.” Sözleriyle karşılaşıyordu. İbrahim, sanki bu dünyada değil gibiydi. İş, güç umurunda değildi. Sabah, kahvaltısını yapar yapmaz, evden çıkıyor ve nereye gittiğini kimseye de söylemiyordu. İyice içine kapanmıştı.
Akşam olup, kocası eve gelir gelmez, kenara çekip duyduklarını anlattı. Anlattığı anda kocasının yüzü kıpkırmızı oldu sinirden. Ağabeyi onu çiğneyip geçmiş, bununla da kalmayıp, hiç tanımadığı insanları kabul etmişti. Buna engel olması gerektiğini düşündü o anda.
Bütün hazırlıklar bitmiş, her zamankinden daha seri bir şekilde yemeğini yiyen ev halkı, gizlencelik kıyafetlerini giyerek misafir odasındaki yerlerini almıştı. Gülistan, heyecanlı, heyecanlı olduğu kadar da sevinçli bir şekilde odasında bekliyordu. O akşam, daha güzel olmalıydı.O yüzden de saçlarını tekrar tekrar fırçalamış, en sevdiği kırmızı yemenisini takarak, özel geceye hazırlanmıştı. Aynı zamanda da hiç tanımadığı insanların önüne çıkmanın heyecanını yaşamaktaydı. İçinden “Acaba beni beğenirler mi ? Nasıl insanlar acaba? Hayırlsıyla bu gece bir bitse “ Gibi düşüncelerle boğuşuyordu.
Akşam namazının geçmesinden epey bir süre geçtikten sonra konuklar geldi. Keban Hanım ve Ökkeş Bey, kapıdaki konukları içeriye buyur ettiler. Ahmet Astsubay da gelmişti onlarla. İçeriye girip oturduklarında hoş sohbetten sonra konuya geçileceği sırada, sanki yumruklanırcasına kapıdan gelen ses duyuldu. Abdullah, kapıyı açmak üzere odadan çıktı. Sesler içeride duyulmaya başlamış, bağrışmalara dönüşmüştü. Durumu merak eden Ökkeş hemen dışarıya çıktı.
Dışarıya çıktığında, kardeşi ile oğlu Abdullah, hararetli bir tartışmaya girmişti. Bir taraftan içeriye girmeye çalışan amcasına engel olmak için önüne geçiyordu. Bu arada itişme ve kakışma oluyordu.
“Ne oluyor burada ! Evimi de mi bastın en sonunda! Evde misafirim var. Hiç utanmıyor musun? Eşkıya mısın sen ? Ne istiyorsun “
“ Ağam! Beni nasıl çiğner geçersin. Kızını istedim oğluma. Vermedin. Kovmaktan beter ettin bizi. Şimdi yaptığına bak.Hiç bilmediğin insanları evine kabul ediyorsun. Bak ! Ağam. Şimdi konuşacağım. Çıkıp gideceğim. Eğer, kızını onlara verirsen, kardeşini yok bil. Ben söyleyeceğimi söyledim. Gerisi senin bileceğin iş. “
Dedikten sonra arkasına bakmadan çıktı ve gitti. Ökkeş’ in konuşmasına bile fırsat vermemişti. Ökkeş’ in yüzü üzüntü ve sinirden kıpkırmızı olmuş, bağırmak istiyor fakat içerideki misafirlerin duymasını istemediğinden yapamıyordu. Biraz sakinledikten sonra Abdullah ile birlikte içeriye girdiler. Yerine oturduğunda ilk baştaki tavırlarından eser kalmamıştı. Konuklar da bu durumu fark etmişler, birbirlerinin yüzüne soru dolu bakışlarla bakıyorlardı.
Gülistan,elindeki kahve tepsisi ile odaya girdiğinde, Müjde Hanım ve Hidayet Bey bakışlarını ona çevirmiş ve incelemeye başlamışlardı. Uzun sayılabilecek bir boy ile simsiyah gözleri hemen dikkatlerini çekti. Yüreğinin güzelliği, sanki yüzüne yansımıştı. Mahcup davranışları ise güzelliğine daha bir anlam katıyordu. Bakışların üzerindeki baskısı ile kahveleri veren Gülistan, odadan bir kuğu edasıyla kaçarcasına çıktı.
Konu isteme safhasına geldiğinde, Ökkeş,
“ Sizleri tanıdık. Memnun olduk. Ama benim düşünmem lazım. Biz düşünelim, taşınalım. Ben size haber veririm kararımı. “
“Tamam Ökkeş Ağa, ama bir sorun yok değil mi ? Senden haber bekliyoruz. Halil’ in ailesi gitmeden, şerbeti de içeriz olmaz mı ? Eğer olumlu olursa kararın. “
“Komutanım! Daha karar vermedim. Ben size haber göndereceğim. “
Hayal kırıklığı ve ne olduğunu anlamayan konuklar sessizce evden çıktılar. Kezban, ne olduğunu anlayamamış ve oğlu Abdullah’ ın yüzüne bakmaya başlamıştı. Bir müddet bu şekilde sessizce oturdular. Ökkeş’ in yüzü kararmış ve kendini her zamanki sığınağı olan sedirinin üzerine atmıştı. Televizyonun kumandasını eline aldı ve bütün dikkatini seyretmediği televizyona verdi.
O sırada, kocasından cevap alamayacağını anlayan Keban, Abdullah’ ı dışarıya çıkması için işaret etti. Dışarıya çıktıklarında, Abdullah’ ın anlattıklarından kızını zor günlerin beklediğini görebiliyordu. Üzüntüsü yüzüne yansıdı. Etrafı toplamak üzere mutfağa geçtiğinde, yanına Gülistan gelmiş ve annesinin yüzüne merakla bakıyordu. Annesinin yüzündeki ifadeyi görünce, bütün neşesi bir anda silindi.
“Anne ! Ne oldu söyler misin? Babam ne cevap verdi?”
“Kızım, amcan gelmiş misafirler içeride iken.Başkasına verirsen beni yok say demiş. Ağabeyinden öğrendim ben bunları. Baban, yine kilitledi kendini, ördüğü duvarla. Konuşmuyor. İnşallah, hayırlı bir karar verir de kavuşursun sevdana. “
Gülistan, duyduklarına inanamıyor ve içinden sokağa çıkıp, bağıra bağıra ağlamak ve isyanını haykırmak istiyordu.
“Amcamdan nefret ediyorum anne. Nasıl amca bu? İnsanlığa sığar mı ? Eğer anne, babam İbrahim’e vermeye kalkarsa, kendimi öldürürüm. Onunla evlenmektense, kara toprağa girmeye razıyım. “
“Kızım, delirdin mi sen. Öyle şey olur mu? Dünyanın sonu mu? Ben seni yetiştirirken, sabırlı olmayı öğretmedim mi? Öyle şeyler aklına getirme sakın. Kalbim, buna dayanamaz. Alın yazısı ne ise o olacak. Yüce yaratan, mutlaka bir çaresini de verecektir. “
Ağlayarak odasına gitti. Kapıyı kilitledi ve kendini yatağının üzerine attı. Ağladı, ağladı ve uydu kaldı orada.
Araçta bekleyen Halil, evden çıktıklarını görmüş ve dışarı çıkmıştı heyecanla. Fakat, yüzlerindeki ifadeyi görünce, bir şeylerin ters gittiğini anlamıştı. Yüzlerine baktı ve cevap veren olmayınca sustu kaldı öylece. Hepsi, suskunluk içinde lojmana girdiler. Sanki sırtlarına binlerce ton yük binmiş ve halsiz bırakmıştı. Ahmet Astsubay ile Halil’ in gitmesinden sonra odalarına giderek, uyuyamayacakları gecenin ıstırabına teslim oldular.
Eve geldiğinde, onu bekleyen karısı Satı merakla yüzüne bakıyor ve sonucu merak ediyordu. İbrahim ise odasına gitmişti. İçerideki konuşmaları, kapının arkasından dinledi. Yüzü bir anda umut ile doldu. Babası, kendisi için ağabeyiyle karşı karşıya gelmişti. O konuşmanın arasında duymak istediği her şeyi duymuştu.
Hamza, cezasını tamamlamış ve arkadaşlarıyla veda zamanı gelmişti. İyi ve kötü günler geçirdiği, kimsenin kalmak istemediği cezaevi koğuşundan ayrılırken, içinde sevincin yanında, hafifte olsa burukluk hissediyordu. Duvarlarına boş gözlerle baktığı ilk günlerden sonra çıkma ümidi kalmayınca alışmıştı bu ortama. Diğer mahkumlarla, zaman geçtikçe kaynaşmıştı. Bir süre sonra da cezaevindeki iş yurdunda tespih yapmayı öğrenmişti.
Zaman, tespihlerin boncuklarını ipe sıralar iken daha çabuk geçmeye başlamıştı. Diğer zamanlarında da kitap okuyor ve dünya görüşü daha da genişlemeye başlamıştı.
Kapıya elindeki küçük valizi ile çıktığında, epeydir görmediği ve unutmak üzere olduğu gökyüzüne baktı. Havayı içine çekti derince birkaç kez. Sonra gözlerini kapattı ve tekrar açtı. Tekrar kafasını yukarı kaldırdı. Bulutları gördü. Havalandırmaya çıktıklarında hep bakardı. Ama şimdi baktığında daha güzel gözükmüştü gözüne.
“Özgürlük ! Var mı senin gibi. Özgürüm artık. Bundan sonra aldığım her nefes daha değerli olacak. İyi bir baba, iyi bir eş ve iyi bir vatandaş olacağım. Yaptığım hataları bir daha yapmayacağım. Allah’ım bana yardım et. Bir daha düşürme beni bu dört duvar arasına “
Kapıda biraz bekledikten sonra Osman’ ın gelmesiyle araca bindi ve oradan uzaklaştılar. Eve geldiklerinde, herkes merakla onu bekliyordu. Hasretin en doruk noktasına gelmiş olan Hamza ile ailesi kapıda hasret giderdi. Çocuklar sevinçle, babalarına sarılmış ve arada geçen sürenin intikamını alır gibiydi.
Osman, onları aracın dışında biraz izledikten sonra aracına bindi ve evine gitmek üzere oradan ayrıldı.
Kudret ağa ise konağından, bahçedeki bu kavuşma anını, duygulanarak izledi. Hamza’ yı İstanbul’ daki bir arkadaşının malikanesine göndermeye karar verdi. Çocukları ile yeni bir yaşam kurup, geçmişteki anılarından kurtulması, onlar için çok daha iyi olacağını düşünüyordu. Hemen telefonuna sarıldı ve Hamza’ nın işini halletti.
Ahmet Astsubay, Meliha Hemşire’ ye duygularını açmış ve mahcup bir sesle de olsa cevabını almıştı. On dört şubatta evlenme teklifi yapacak ve hayatını melek gibi bir kalbe sahip olan genç kızla ömür boyu huzur içinde yaşayacaktı. O günün gelmesini sabırsızlıkla beklemeye başladı.
Sibel, Hakan’ a geçmişte yaşadıklarını anlattı. Onun, geçmişiyle ilgili kafasında hiçbir soru işareti kalmayıncaya dek bilmesi gerektiğini düşünüyordu. Kabul edecekse, bu şekilde kabul etmeliydi. Anlattı tüm başından geçenleri. Hakan, önce dinledi. Sonra, Sibel’ e sıkıca sarıldı. Alnından öptü ve ayaklarının önüne eğilerek, cebinden çıkardığı yüzüğü uzattı. Evlenme teklifi yaptı. Sibel ağlamaya başladı. Göz yaşları cevabını kendi yerine vermişti.
Ökkeş, o gece sabaha kadar düşündü. Kardeşiydi sonuçta. Aynı annenin karnında, farklı zamanlarda da olsa dünyaya gelmek için dokuz ay yaşamışlardı. Kan bağı, onu kalbinin sesine yenik düşmesine sebep olacaktı. İstemese de kardeşinin sözünü dinlemeye karar verdi.
Ertesi gün, Ahmet Astsubay’ a olumsuz cevabı verecek ve kızının mutsuzluğuna sebep olacaktı. Kalbi sızlayarak da olsa.
DEVAM EDECEK !
YORUMLAR
Yazar kardeş,sonuna kadar içime sindire simdire okudum.
Bir kere Anadoluda temel yazgıdır akraba evliliği.Bu konuyu işlemekle bu yaraya parmak basmış oluyorsunuz.
Gülistan'ın babasının kardeşinin baskısı altında kalıp da komutana olumsuz yanıt vermesi akraba evliliğinin ne kadar güçlü olduğunu bu konunun kokuşmuşluğunu ortaya koyuyor.
Gülistan'ın hayallerinin yıkılacak olması bence öyküye farklı boyut getirecektir...
Her şey müsbet gidecek değil ya arada menfi durumlar da olmalı ki olayların akışı okuyana zevk versin...
saygılar efendim.selamlar...