- 1306 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
EŞSİZİM...EŞ...SİZ...
Yakıcı, acı, acıtıcı ve sessiz bir hastalığın, o öldürücü yalnızlığın dağıttığı, parçaladığı, buharlaştırdığı ve ezdiği yüreğimde, ruhumu yaralayan nedenin ‘’ tam anlamıyla ‘’ ne olduğunu anladığımı hissediyorum şu dem…
Kendimi, iç derinliklerimi, ruhumun sesini ve seslendirdiklerini, vicdanımın inleyen nağmesini ve iç alemimde dinlenilmeye değer her dinletiyi dinlemeye ve anlamaya arzulu biri olarak hislerimi ifadelendirememenin çaresizliği içindeyim…
Bu çaresizliği yudumluyor olsa da ruhum, ruhumun düğümlenen kısımlarını çözme ısrarı, gayreti ve dürtüsü yöneltmekte beni yazı yazma eylemine…
Evet…
Buğulu, sisli ve dumanlı düşüncelerimin esrarını çözdüğüm anlarımdan biri şu an…
Kişiliğimin psikolojik denetim biriminin ‘’ mantıklı, gerçekçi, akılcı ve pratik ‘’ uygulamalarının bana bu gizemin gizini çözme fırsatı tanıyacağına duyduğum o büyük güven sarsılmaya başlıyor şimdi acıyla…
Bazı anlar insan yaşadığı duygusal kırılmanın, parçalanmanın ve ezilmişliğin ruhunda hasıl kıldığı tarifi güç hissin tesiriyle bilinç altına iter, sürükler her şeyi, bilinç altında biriktirir, çoğaltır duyguları, düşünceleri bilinçle…Söylenmiş ve söylenmemiş, söylenmesi elzem tüm sözleri…
İncecik ve narin kökleriyle toprağın yüreğine ısrarla, hüsnü zanla tutunmaya gayretli görünen morumsu tomurcuk bir gülün bakımsızlıkla, benzeri bir kısım sebeplerle ‘’ açılmadan ‘’ solmasına ve kurumasına benzer bir durum belki de benimkisi…
Açılmadan…
Açılamadan…
Açılmadan…
Duygusallığımın ardından geçen günlerin uğultusu, şayiası, baskısı ve kırılganlığım, alınganlığım, içten yaralanmışlığım, incitilmişliğim yüreğime sapladığı ince ve keskin tırnaklarını sapladığı yerden çıkarmadı, çıkaramadı muhakkak… Çıkarmaya istekli de değildi şu ana değin…
Bir şeylerin ya eksikliğini ya fazlalığını hissetmiş olmamın döküntüsü şimdi sözlerim…
Bilinçaltımdan bilinç üstüme, bilincimin zirvesine yol aldırmaya zorladığım sözlerin ifadesi kelimelerim…
İçimde çözüme kavuşturduğum, sona erdirdiğim, çözüme kavuşturduğumu ve sona erdirdiğimi sandığım ince ve hassas yaremi her an yeniden ve yeniden sarma, iyi kılma girişiminde bulunduğum ürkek adımları daha kuvvetli ve kararlı adımlayabilmekteyim şimdi… Bir belirsizliğe, koyu ve yutucu bir belirsizlik karanlığına yol aldırmıyorum yüreğimi çünkü…
Sanal dünyaya, düşlere, hayâllere ve rüyalara gerili ‘’ sevgimin ‘’ ucundan, saten ipliğiyle bağlıymışım sevgili hayatımın ucuna…
Dalgın ve ölgün bakışlarla, idrak ve hislerle kapılmaktaymışım gecenin, mehtabın ve yıldızların büyüsüne…
Aslında anlayamadığım, içselleştiremediğim, benimsemediğim, kabûllenmediğim bir belirsizlik, bir anlaşılmazlık tüketmekteydi varlığımı…
Değdiği ve geçtiği yerde acayip sızılar ve ağrılar bırakan, sızı sızı ve ağrı ağrı lekeleşen, kızarıklaşan ve yaralaşan bir şeylerin, bir varlığın varlığımı kemirmesi, içten içe çökermesi nedendir belkide şu sözleri yüreğime rahatlıkla söyleten, fısıldatan ve akıtan neden…
Kirlenen bakışlarımdan kirli bir görüntü, bulanık bir fotoğraf sunmak değil bu defa hedefim…
Anlamdan bir şekilde ve çoğu zaman yoksun, anlamı uzakta, uzaklarda soluklayan, anlamı anlamsızlığın sığıntısı olmakta arayan bir anlaşılmazlıklar, beraberinde anlaşmazlıklar sergilememeli bu defa sergilediğim ifadeler…
Evet…
Bir fazlalık…
Sinemde bir yük halini almış, zihnimde uyku kaçırıcı bir ağrıya dönüşmüş, ruhumun sekînesini, sükûnetini ve huzurunu bilinmez bir yerlere sürüklemiş, en ince ve hassas yerinden koparmış bir fazlalık…
Evet evet…
Bir eksikliğin ötesinde bir fazlalık…
Ayrışan ve örtüşen, eksilten ve tamamlayan, bölen ve birleştiren, koparan ve düğümleyen, açan ve kapatan, yaralayan ve yaraları saran, çirkin ve güzel kılan yönleriyle ağır bir sevgi…
Evet…
Buymuş yüreğimin fazlalığı…
Yüreğimi sık aralıklarla ve her an dirilten ve öldüren, nihayetinde kendine getiren fazlalığımmış bu…
Koyu, demli ve derin…
Koyu, demli ve derin…
Konsantre belkide…
Donuklaşan ve donduran hayatımın ısıtıcı ve vazgeçilmez damarına tutunduğum anda duyduğum güvenin ve sükûnetin ellerimi bıraktığı an…
Gökyüzünü, yeryüzünü ve o ikisi arasındaki her canlı ve cansız varlığı şiir inceliğinde ve lezzetinde okuduğum, şiir kokulu bir hayatın ortasında incelerek bekâlaştığım lahza, inceldiğim yerden kopuşum…Koparılışım…
Sevgiyle ve merhametle inşa edilen ve sıvanan kalp duvarımın tüm ihtişamıyla ve dehşetiyle yıkılışını ve çöküşünü seyre daldığım zaman…
Damarlarımda gürüldeyen kanın titrek parmak uçlarımdan sızdığı, göğüs kafesimde kalbimi kafeslediği mekân…
Gökyüzündeki yıldızları yok saydığım kendi ışığımla aydınlığımın kaynağı olmaya çalıştığım çırpınış…
Ruhumu okşayan bir rayihanın güzelliğiyle irkilişim…
Baharımın ansızın sonbahara dönüşüyle yüreğimin turabında filizlenen çiçeklerin toprağıma gömüldüğü, toprak halini aldığı uzun mevsim…
Belki de bu nedenle bir daha ruhumu okşamadı, ruhuma yükselmedi o çiçeksi ve denizimsi, o şekerimsi ve bebeksi kokunun güzelliği…
Günümün, sabahımın ve gecemin umulmaz anlarında hafızamın en ücra kısımlarından gelen, kalp atışımı hızlandıran bir sinyalle ‘’ bir erkeği ‘’ düşündüğüm ve düşlediğim günlerin insanı olduğum aylar…
Önemli bir parçası olduğum evimin, bir bahar havasını,nisan yağmurunun ıslattığı topraktan yaydığı ferah kokuyu solukladığım bir doğa bağrında, önüme yaydığım kitaplar arasında, zihin ruh ve his evrenimde yaptığım yolculuklarda kurduğum ve oluşturduğum ‘’ ben ‘’ e yaklaştırdığım ilk insan…
Varlığımı varlığının beraberinde netlikle, huzurla ve güvenle var kılabildiğim, var kılabileceğimi öğrendiğim varlıklar arasındaki en özel varlık…
Kurduğum ben ile hayatın gerçekliği arasındaki boşluğu, çatışmayı ve rahatsızlığı gideren insanlardan biriydi…
En birincisiydi…
Dostluktan, sevgiden, saygıdan ve muhabbetten devşirilmiş, hikmetli cümlelerle süslü bir fikir, düşünce ve tefekkür bahçesiydim yanında…
Ve O, dostluktan, sevgiden, saygıdan ve muhabbetten devşirilmiş, hikmetli, derin cümlelerle süslü bir fikir, düşünce ve tefekkür bahçemdi benim…
Hem yârimdin, hem yârenim…
Ne yârim oldun, ne yârenim..
Ne yârinim, ne yârenin…