- 2997 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
G Ü L’ Ü N B A B A S I K İ M ? (ELEŞTİRİ)
G Ü L’ Ü N B A B A S I K İ M ?
H A L İ D E N U S R E T Z O R L U T U N A
R O M A N
Bu dünyada işitilmemesi lazım
olan şeyler, işitilmesi lazım olan
şeylerden çok daha fazladır. Halide Nusret Zorlutuna
Osmanlının en sıkıntılı yıllarında doğan ve Cumhuriyet’in ilk öğretmenlerinden olan Halide Nusret Zorlutuna, ‘Gül’ün Babası Kim?’ romanını bin dokuz yüz yirmili yıllarda İstanbul – Edirne oylumunda geçen ve yüreğinden hüzün akan bir öyküyü Osmanlıca dile getirmiş.
Zorlutuna, klasik bir eser yaratmak için modern romanın tüm araç ve gereçlerinden faydalanmaya çalışmış. Bir öyküye sıcaklık, coşku ve heyecan veren ayrıntılardan yararlandığı söylenemez.
Mecla, sevdiğini sandığı Talat’tan hamile kalır. Talat, daha önce Leman’a yaptığı gibi kaçarak izini kaybettirir. Ailesi onu kol kırılır yen içinde kalır diye düşünerek, Edirne’de yaşayan yakınları Hasan Efendi’nin yanına sürgüne gönderir. Yani yolu gurbete düşer. Adını da değiştirir, Mecla, artık Havva’dır...! Gül’ü dünyaya getirir. Köyün çocukları onu her gördüklerinde, ‘Gül’ün babası kim? Gül’ün babası kim?’ diye bağırırlar, Havva bu söze çok içerler. Bilecen ve aklı ışıltılı olan Havva, şiir yazmaya başlamıştır. Şiirlerini ‘Piç’ adlı bir dosyada toplar, Meriç takma adıyla bir yayınevine gönderir. Acılara kiracı olan Havva, karlı bir kış günü evinde otururken bir korna sesi duyar. Pencereden dışarı baktığında bir karartı görür. Hasan Efendi ile birlikte giderek İbrahim Mümtaz’ın hayatını kurtarırlar. İbrahim Mümtaz, ‘Piç’ şiirinin şairi Meriç’i aramaktadır. O, Havva’yı çok sever. Yine köy çocuklarının ‘Gül’ün babası kim?’ diye sordukları bir anda, ‘Gül’ün babası benim’ diyerek sürpriz yapar. Evlenirler ve mutlu olurlar. Talat, Mecla gibi hamile bıraktığı Leman tarafından Beyazıt Meydanı’nda kurşunlanarak öldürülür. Yangın yerine dönen genç bir kızın dünyası Türk filmlerinde olduğu gibi mutlu sonla biter.
Romanın gerçek yaşamdan alınmış gibi bir kurgulaması var. Hayatın kıyısından değil de tam orta yerinden geçen yaşam kesiti dile getirilmiş. Daha geniş katmanlara yayılarak, ilgi çekici hale getirilebilirdi. Kurgudaki motifler işlenirken zaman zaman örgü hataları yapılmış. ‘Kız, alnına yüzüne dökülen saçlarını şapkasının altına soktu… …erkek de elinde tuttuğu şapkayı başına geçirdi, düz beyaz sokakta ayakları ve bastonlarıyla siyah izler açarak hızlı hızlı yürümeye başladılar.’ (s.3) İki genç çift ellerinde bastonlarıyla cam gibi kaygan beyaz bir zeminde siyah izler açarak hızlı hızlı yürüyorlar. Sakat olmadıkları halde neden ellerine baston alsınlar? Niçin beyaz bir sokakta siyah iz bıraksınlar? Gezmeye çıkan çift neden hızlı yürüsün? Gerçekçi gelmiyor.
Halide Nusret Zorlutuna, kahramanına gerçekleşmesi olanaksız abartılı düşler kurduruyor. ‘Nehir orada durgun ve esrarlı akıyor. Gizli mırıltılarla bana Osmanlı tarihinden sahifeler söyledi. Nehiri pembe ve beyaz mermerlerle döşetip mermer vücutlu nedimelerinin orada yıkanışını seyreden padişahlar gördüm.’ (s.144) İki ve üçüncü cümlelerin sağlam bir yapısı da yok. On adet yazım hatası tespit ettim.
Yazar, öykünün geçtiği zaman ve mekâna bağlı kalarak o dönemin dilini kullanmış. Okuruna Arapça öğretir gibi sözcüğün yanına parantez açıp Türkçesini yazmış. İyi de edilmiş, yoksa Osmanlıca yazılan bu romanı anlamak mümkün olmazdı. Tülay Ferah, ‘Mayo mu Osmanlı mı’ adlı romanında öykünün geçtiği İkinci Meşrutiyet yılları günümüzün işlek diliyle yazmış. Zorlutuna, noktalama imlerini bilinen anlamların dışında kullanmış. Yazarlar da şairler gibi noktalama imlerini konuştururlarsa, edebiyatımız için iyi olacaktır.
Yazarın, Arapça ve Farsça sözcüklerden oluşturduğu zor okunan bir üslubu var. Eleştirel bir tutumla güncele göndermeler yapmıyor. ‘Gül’ün Babası Kim?’ kendi üslubunu oluşturmuş, başarılı bir roman. İkinci dünya savaşı yıllarında çekilen acı ve yoksulluğu her fırsatta dile getiren Zorlutuna, albenili, güzel ve pırıltılı sözlerden hoşlanıyor. ‘Bütün evler, ışıldayan gözlerini yummuşlar ve bütün bacalar nefeslerini tutmuşlar…’ (s.2) ‘sırça evde oturan, komşusuna taş atmaz!’ (s.68) İsteseniz, Onun şiirsel sözlerini birlikte okuyalım. ‘Ah bir kere bahar gelse de mektubun yerine seni beklesem ve o kâğıt parçaları yerine senin gül yaprağı yanaklarını öpsem.’ (s.212) Bir de sözcüğün mutlu olmadığı cümleye bakalım. ‘Ne zaman kızımla biraz kapı önüne çıksak ‘Gül’ün babası kim?... Gül’ün babası kim?...’ diye cehennem hocaları gibi etrafımda dönüyorlar.’ (s.132) Sıkça kullanıldı zaman kadın okuru kaçırtan absürt ve argolu sözcükleri birlikte okuyalım. ‘Ben kaçın kurasıyım!... Öyle dolmalara karnım tok… Elâlemin aşiftesi için bunca yıllık namusuma söz söyletmem!’ (s.35) Şimdi de melez bir dil olan Osmanlıcayı okuyalım. ‘referanslar, temennalar ederek komik kelimelerle şükranlarını arzediyorlardı.’ (s.71) ‘Binlerce defa cehennemden gayyaya, gayyadan cehenneme girdim.’ (s.100) ‘müşfik; ahenktâr bir ses’ (s.5) Romanın birinci sayfasını görünce, ‘ne yapmış bu yazar’ diye, kendi kendime mırıldandım. ‘BİRİNCİ KISIM / Meclâ / I love you! / I love you! / Je taime! / Je taime! / Ich liebe dich! / Ich liebe dich! / Seni seviyorum!’ (s.1) Bir cep kitabının bir sayfasında ortalama 27.3 kez yabancı sözcük kullanmış. Yazar, o yöre ağzından da faydalanmış. “Bak, bu sözüme nişan koy, ‘dedi idi’ dersin… Yok abe kuzum yook!” (s.35) ‘Olur be kızanım’ (s.167)
Kahramanlarını değişik halk kesimlerinden alan Halide Nusret Zorlutuna, romanını edebiyat katına yükseltmek için imgeden yeterince faydalanmış. ‘âşık çoban, yanık kalbinin bütün heyecan ve şikâyetini kavalına söyletiyor…’ (s.32) ‘erkek, gururuna ve hotbinliğine (bencil) bürünerek kaçıyor!... Ezeli hikâye!...’ (s.90) Sayfada ortalama 2.5 kez imge kullanmış. Onun imgeleri, okuru bir çiçek bahçesine götürüyor. Yine bir yazım hatası yapılmış, hodbinliğine olacaktı.
Yazar, bellekte özgün imgeler uyandıran benzetmeleri seviyor. ‘mezbelede yetişen bir ot gibi kendi kendine büyümüş’ (s.18) ‘o, suyu emilmiş bir meyve gibi beni attı ve gebe olduğumu anladığı gün, cephe arkadaşını düşman karşısında yalnız bırakan bir asker gibi namussuzca kaçıp gitti…’ (s.96) Sayfada ortalama 1.7 kez benzetme yapmış.
Okurunu deneme oylumlarına götürmeyen Zorlutuna, kullanıldığı yere estetik katan ikilemeleri sayfada ortalama 1.5 kez kullanmış. ‘Tuvaletlerimiz bitince âlâyi vâlâ ile mektepten çıktık’ (s.124) ‘Öteki kocaları ile saç saça, baş başa kavga etmeye’ (s.40)
Babasızlığın sosyal yönlerini ele alan yazar, özel gerçekçiliği yansıtan sözleri, içmonolok tekniğini romanında hiç kullanmamış. Romanın yüzde 18.6’sı kurguya nesnellik kazandıran diyaloglarla geçiyor. Düşük bir oran.
Şiirde ‘On Hececiler’den olan Zorlutuna’nın göz izleği iyi, izlek ile örtüşen karakterleri tamamlayıcı betimlemeler yapıyor. ‘kendini bu eski hikâyenin hüznüne tamamen kaptırmış idi. Mücevher gözleri, kurşuni bir sema gibi donuk ve derindi.’ (s.15) ‘İbrahim Mümtaz, yıldırım düşmüş bir çınar gibi sallandı; elini alnına götürdü; boğuk bir sesle’ (s.201) ‘Gözleri, bulutsuz bir gök gibi tertemiz, aydınlık. Bembeyaz başı da, insan eli değmemiş bir karlı şahika kadar temiz görünüyor.’ (s.90) Okurunun ruhuna uhrevi haz vermek ister gibi betimlemeler de yapmış. ‘Bu yolu görüyor musun? dedi. Nihayetinde yığın yığın pembe, eflatûn ve altunî sisler pırıldayan şu ağaçlık yol, bana öyle geliyor ki, insanı doğrudan doğruya cennete götürecek…’ (s.81) Epik öykülemede günlük yaşamın bir parçası olan betimlemeyi sayfada ortalama yedi satır yapmış.
Sorular yöneltilirken sosyolojik pencere unutulmuş. Sorularda sıradanlık var, düşünsel derinlik katılamamış. ‘sen hiç çamaşır yıkamadın mı? Yıkanırken de görmedin mi?... Bu nasıl çamaşır sıkmak böyle?...’ (s.110) Sayfada ortalama iki soru yöneltilmiş.
Milli mücadelenin içinde yoğrulan Zorlutuna, bellekte derin oylumlar oluşturan çağrışım gücü yüksek sözvarlığı, deyimleri sevmiyor olacak ki, sayfada ortalama 0.5 kez kullanmış. ‘Pembe Hanım da yelkenlerin indiğini farkediyor ve pek iyi tanıdığı bu zayıf damarı üstüne bastıkça basıyordu.’ (s.37) ‘iki ayağımız bir papuca girdi.’ (s.208)İki cümlede de yazım hataları var. Sanırım, cümle bozukluğu da yazım hatasından kaynaklanıyor.
Söze başka anlam katan mecaz sözleri, sayfada ortalama 0.4 kez kullanmış. ‘Damarlarımda kan yerine alev dolaşıyor’ (s.2) ‘Bu akşam çok zayıfım.’ (s.149) ‘Sesleri buzlu sokakta bir billûr gibi yuvarlandı ve kırıldı.’ (s.3)
Yazar, toplumun imbiğinden süzülerek gelmiş ve kültürümüzü yansıtan atasözlerini romanında iki kez kullanmış. ‘Boğaz dokuz boğumdur, insanlar her düşündüğünü her yerde söylememeli!...’ (s.7) “ ‘Deveden büyük fil var’ demişler” (s.138)
Zorlutuna’nın söze anlam ve derinlik verdiği gibi ses güzelliği de katan pekiştirmeleri sıkça kullandığını görüyoruz. ‘Kırmızı, pek kırmızı dudakların’ (s.5) ‘Yamyassı esmer yüzünde burnu’ (s.69) ‘bom boş gözlerin) (s.69) ‘büsbütün sıkıldım.’ (s.152) Sayfada ortalama 0.8 kez pekiştirme yapmış. Oldukça yüksek bir oran.
Yazarın terimleri sevdiği söylenemez. ‘Kızım, nüfus teskeresinde’ (s.211) “gölgeli görünen ‘düş ormanı’nı “ (s.51) “ ‘İstanbul çayı’ içmeğe” (s.45) Terimler tırnak içinde gösterilmiş, sayfada iki kez kullanılmış.
Mizah öğesini yazısında kullanmayı unutan Zorlutuna, gücü ve işlevselliği olan ve yazının içinde süs gibi duran alıntılardan da faydalanmış. Dört kez (11 dize) şarkı sözü, dokuz kez (40 dize. Bunun sekiz dizesi kendisinin) şiir alıntı yapmış. Bunların dışında alıntı yaparken hazır ifade kalıplarından da faydalanmış. “Pembe Hanım: ‘Haydi yallah, sinamaya yolla!...’ diye şarkı mırıldanarak” (s.65) Her yüz altı sayfada bir kez montaj yapmış.
Halide Nusret Zorlutuna, ‘Gül’ün Babası Kim’ romanındaki dil sorununa; yoğun olarak kullandığı yabancı sözcüklerin yanına açtığı parantezin içini Türkçe açıklamasıyla doldurarak çözümlemiş. Kurguda daha geniş açılımlar yapılabilir, onların içi de yaptığı nefis betimlemelerle doldurabilirdi. Kutupluluk ilkesi, okurda stres yaratmayacak şekilde öykülere ilmeklenmiş. Modern roman tekniklerinden faydalanmaya çalışmış. Edebiyat tadı verdiği söylenebilir. * * * Gül’ün Babası Kim? / Halide Nusret Zorlutuna / T.C. Kültür Bakanlığı Yayınları / 212 s. * * * ‘Herkesin bildiği ama bildiğini bilmediği şeylerden söz etmek(tir) yazarlık’* mıdır? O zaman, ‘Yazısı ile okuyucularını yükseltemeyen muharrir ancak bir kâtiptir’ sözünü C. Şahabettin neden söyledi? Değilse!.. Modern romanın araç ve gereçlerini kim, neden kullansın?
* - Orhan Pamuk
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.