- 1050 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
TERÖRE KURBAN BİR AŞKTI BİZİMKİ/ BÖLÜM 6/ ASLINDA ÖLEN BENDİM
ASLINDA ÖLEN BENDİM…
Cenaze töreninden sonra Şevki Bey ile vedalaşıp ayrılan Arda ne yapacağını, neler hissedeceğini bilmez durumdaydı. Deniz havası ona oldum olası iyi gelmişti, bu yüzden sahil boyunca yürümeye başladı. Yürüdü, yürüdü, yürüdü… Ayakları ağrımıştı ama hala kendine gelememişti. Zamanın epey geç olduğunu da havanın kararmasıyla fark etti. Eve gitmeyi, kimseyi görmeyi istemiyordu canı. Ona iyi gelecek tek şey salaş bir meyhanede tek başına birkaç kadeh bir şey içmekti.
Sahilde gözüne kestirdiği ilk meyhaneye girdi. Kendisine bir rakı ve birkaç çeşit meze söyledi. O sırada gözü açık olan televizyona takıldı. Bakırköy’ deki menfur katliamdan ve kendisinden söz ediliyordu haberlerde. Sonuna kadar dinledi haberleri. Televizyona bakamıyordu, görmeye dayanamazdı olanları. Sırtını dönüp dışarıya bakmaya başladı.
İkinci kadehten sonra gazeteci ile olan görüşmesini düşünürken buldu kendini. “Gitmekle iyi mi yapmıştı kötü mü? Sessiz mi kalmalıydı bu aşamada?” Yılların gazetecisi Şevki Bey kurtça yaklaşımını göstermiş, babacan tavırlarıyla onu hemen çözmüş, günah çıkarır gibi, içindekileri kusarcasına konuşturmuştu onu.
Hayatına birçok kız girip çıkmış, birçok yalan söylemiş, yaptıklarından zerre kadar sorumluluk ve pişmanlık duymamıştı şimdiye kadar. O halde bugün bu halde olmasının sebebi neydi? Gazeteciye söylediği yalan mı yoksa Gözde’nin ölümü mü onu bu kadar sarsmıştı, çözemedi.
Üçüncü kadehe buzu atarken Gözde’yi düşündü: Kara kuru, ufak tefek bir kızdı, upuzun simsiyah saçları vardı. İlk bakışta çok soğuk görünse de tanıdıkça dostane tavırları sarıp sarmalıyordu insanı ve oldukça zekiydi. İlk zamanlar onu fark etmemiş, arkadaşının aşkı diye bakmıştı. Zamanla Gözde’nin ona ilgisini hisseder gibi olmuş ama bundan hiçbir zaman emin olamamıştı. Gözde onu ve yaptıklarını çok iyi biliyordu. Buna rağmen gerçekten onu sevdi mi yoksa onunla kafa mı buldu çözemiyordu. Onun gibi biri bile bile kendisine neden bu kadar âşık olsundu ki?
Okul döneminde onunla iyi arkadaştılar, sürekli birlikte oturur, şakalaşır hatta arada kapışırlardı. Ama ona karşı çok fazla şey hatta hiçbir şey hissetmiyordu. Daha sonra en yakın arkadaşının ona âşık olması, onun kabul etmeyişi, Sezgin’in Gözde’ye olan büyük ama karşılıksız aşkı dikkatini çekmişti. Ne vardı bu kızda bu kadar âşık olunacak, etraf güzel kız doluyken?
Birlikte oturdukları süreç içerisinde Gözde onda bir alışkanlık olmuştu, ister istemez ısınmıştı bu kıza. Oysa kızlara bakış açısı hep aynıydı... Okulun son yılı Sezgin’le arası açılmıştı. Sezgin onu Gözde’ye asılmakla suçluyordu. Gözde’nin ise kimseyle çıkmaya niyeti yoktu. Arada kalmak istemediği için uzaklaşmıştı onlardan… Zaten yaşadığı ilişkilerden, maceralardan dolayı kimseye zaman da ayıramıyordu. Çılgınca bir gençlik ve “an”ı yaşıyordu. Şimdilik yaşadıkları ona iyi geliyordu. Kimseyle de uğraşmak istemiyordu. Sezgin ayrı bir vakaydı, onu hep suçlayarak Gözde’ye ulaşabileceğini sanıyordu. Oysa istediği gibi olmadı, Gözde herkesin beklediğini yaptı ve onu reddetmekle kalmadı okul hayatı süresince kimseye de yüz vermedi.
Okulun son günlerine doğru bir avuç insan yurtta otururken fotoğraf albümünü istemişti Gözde, “Seni ve aileni tanımak istiyorum ” diyerek.
“Albümü verip, umursamazca çıkıp gitmiştim. Akşam geç saatte döndüğümde Gözde elinde albüm beni bekliyordu, gözlerinde hüzün, gözlerinde ümitsizlik… Yüzünde hafif bir pembelik… O gün anlamıştım Gözde’nin beni ne gözle gördüğünü ve evlenmek istediğini. Lakin evlenmeye hiç niyetim yoktu. Son akşam Gözde’ye ‘bana nüfus cüzdanını ver gerisine karışma’ demiş olmamı ciddiye almış olamazdı değil mi? Sık yaptığım şakalardandı bu ve benzerleri. Onun suskun kalmasını gerçek sanmasına mı, utanmış olmasına mı yorumlamıştım hatırlayamıyorum. Sıradan bir cümle olarak söylendiği ortadaydı her halükarda.
Okul bittikten sonra uzunca bir süre yazışmıştık. Gözde’nin mektupları o sıkıcı ve ıssız köylerin soğuk ve yalnız gecelerinde içimi ısıtan tek şeydi. Yazışmasına yazışmıştık ama ona hiçbir zaman evlenmekten ve sevdiğimden söz etmemiştim. Ona hiç bir umut vermemiştim. Ta ki elime ulaşan son mektuba kadar olayın ciddiyetini anlamamıştım. Nesrin diye bir kızın mektubuyla öğrenmiştim çoğu şeyi ve Gözde’nin beni sevdiğini. Açıkçası çok da ciddiye almamış, bunu bir oyun gibi düşünmüştüm. Nesrin’e ‘Ben kimseyle evlenmeyi düşünmüyorum, keyfine baksın’ diye yazmam da bundandı. Daha göreve başlayalı ne kadar olmuştuk ki evlenmeyi düşünelim…”
“Çocuktuk” o dönem diye hayıflanırken rakısından büyük bir yudum aldı. Sonra o kâbus dolu günleri düşündü… Kendi halkına zulmeden insanları. Çalıştığı köye yapılan gece baskınlarını… Uykusuz geceleri, ölümden döndüğü anları. Gözünün önünde yakılan, yıkılan binaları, öldürülen çocukları. Oradan kaçma kurtulma isteğini. Açıkçası bu süreçte değil Gözde’yi dünyanın en güzel kızı yanında olsa onu bile görecek hali yoktu.
Son baskını düşündü… Okulu ateşe vermişlerdi, yandaki eve sıçramıştı yangın. Jandarmalar yetişip söndürmüşlerdi ama iki öğrenci, iki er bir de köylü kadın yanarak ölmüşlerdi. O gün köyde olmayışı, okul bitişi ilçeye kaçışı, bugün yaşıyor olması tamamen tesadüftü. Oraya dönmemişti olanları duyunca, istifa edip memleketine gitmişti… Bir süre sonra tekrar sınavlara girmiş ve hukuk fakültesini kazanarak Ankara’ya yerleşmişti. Yaşadıklarını unutması epey zaman almıştı.
Bu süreçte Gözde ile iletişimleri kopmuştu. Ağır bir depresyon geçirmiş, hastanede uzun süre kalmıştı. İştahsızlık, ağrılar, uyku bozukluğu ile günlerce cebelleşmiş sonunda atlatmıştı. Kendine geldiğinde Gözde’ye bir mektup yazmış ama cevap alamamıştı. Biliyordu ki bu durumda olduğunu bilse Gözde onu asla yalnız ve mektupsuz bırakmazdı. Uzun süre cevap gelmeyince memleketine bir kart atmıştı. Ona da cevap gelmemişti… Kendisini unutmuş ve evlenmiş olduğunu düşünmüştü o anda. Ve Ankara’daki yeni yaşamına, geçmişini çok fazla önemsemeyen, olduğu noktayı başlangıç kabul eden biri olarak başlamıştı. Yeniden öğrencilik günleri, yeniden “an”ı yaşama arzusu ve çabuk unutulan bir geçmiş.
Hesabı ödeyip güçlükle yerinden kalktı, son kadeh ağır gelmişti… Bu tarihte İstanbul’da olması da tesadüftü. Sık sık kaçıp geldiği bu şehri, gece hayatını, boğazı, eğlenceyi seviyordu. Hatta son gelişlerinden birinde yolda Gözde’ye benzer birini görmüş ama kısa ve kızıl saçlı oluşundan dolayı emin olamamıştı, konuşmaya da cesaret edememişti açıkçası.
Patlamanın olduğu gün haberleri dinlemiş içi sızlamıştı. Gerek Kürt kökenli olmasının gerekse bu olaylara karşı çıkmasının getirdiği kızgınlıkla kapatmıştı televizyonu. Ertesi gün gazeteleri okurken gördüğü fotoğraf, yazıda adının geçmesi onu şaşkınlığa uğratmıştı. “Tesadüfün bu kadarı olamaz” diyerek olayı ve ölen kızın kimliğini araştırınca gazeteyi aramıştı. Şevki Bey ilk anda ona katil ya da teröristmiş hisleri yaşatsa da konuştukça durumun böyle olmadığı ortaya çıktı. Anlaşılan o ki yılların gazetecisi bile bu olaylardan ve okuduklarından etkilenmişti.
Günlüğü okuyup, elindeki kartla ölen Gözde’nin fotoğrafını görünce de göz yaşlarına hakim olamamış, ağlamıştı. Ne olursa olsun sonuçta arkadaşıydı ölen kişi… Şevki Bey’in “Yani, anlaşılan o ki Arda kardeşim, bu insanların canını alan, yuvalarını yıkan terör, evet gerçekten lanetlenmesi gereken bir şey… Fakat bir de, insan ilişkilerinde terör var… O da aşk terörü… Diğeri tabancayla, tüfekle, bombayla insan öldürüyor, bu ise sevgi sözcüklerinin dile getirilememesiyle…” deyişi onu çok yaralamıştı. Gazetecinin ona anlattıklarından çok şey bildiği gizliydi bu cümlelerde ve bazı şeyleri saklamanın gereği yoktu artık.
“Haklısınız Şevki Bey. Bu manada, evet ben de bir teröristim. Aşkın katili, sevginin canisiyim…’ diyerek bir itirafta mı bulunmuştum yoksa konuyu kapatmak için mi söylemiştim bunun farkında bile değildim.
Ertesi gün öğle namazına müteakip kılınan cenaze namazında Şevki Bey ile önde saf tutup son görevimi yapmıştım… Gözde’nin tabutuna dokunduğum an içimden gelen sese kulak vererek ‘ben seni hep sevmiştim Gözde… Kavuşuncaya kadar da seveceğim’ diye mırıldandığımı hissettiğimde, kendime ne kadar riyakâr davrandığımı mı düşüneyim yoksa olayın şokundan mı bu sözlerim diye ikilem yaşamıştım…
‘Taksi’ diye bağırdım ve ilk duran taksiye binip Zeytinburnu’nda kaldığım otele doğru yol alırken söylediğim yalanın pişmanlığı, bu hikâyenin derinliği ve gazeteci Şevki Konuk’un bu olayların peşini bırakmayacağı düşüncesinden olsa gerek yol çok kısa geldi. Ödemeyi yapıp arabadan indim ve odama çıktım. İki gündür yaşadığım duygu yoğunluğundan mı yoksa kaç kadeh olduğunu hatırlamadığım rakının etkisinden mi bilemiyorum, soyunmadan uzandığım yatakta sızıp kalmışım. Uyandığımda nerede olduğumu bile anlayamamıştım ve başım ağrıdan çatlıyordu. Duşa girip kendime gelmek için banyoya yöneldim; kapının koluna uzandım.
İçeriye adım attığım anda aynada yüzümü gördüm. Öyle berbat, öyle çökmüştü ki kendimi tanıyamadım. Biraz ürküntü biraz da kendime gelme isteğiyle bol bol su çarptım yüzüme. Sonra yavaş yavaş başımı kaldırdım ve tekrar aynaya baktım… Arkası sırlı cam parçasında gördüğüm maske... Gözde idi…
HATİCE ERDEMİR KUZU