- 991 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Mor elbiseli masal…
Mini mini bir düş konmuştu mor elbisemin eteğine. Komşu bahçeden çaldığım vişnelerin çekirdeklerinin tam yanına. Git dedim gitmedi. Kızdım alınmadı. Küstüm pes etmedi. Anladım kurtuluş yoktu. Onunla gidecektim açık denizde uzun miller boyu. Ben derme çatma sandıkta tek ayaküstünde, tek gözünde korsan maskesi taşıyan ve ne yazık ki gerçekten korsan olduğunu zanneden kaptanla zar zor ilerlerken, bir de başıma şu düş çıkmıştı. Öğle güneşi tepemizde alabildiğince kızıl ve parlaktı. Hatta o kadar kızıldı ki saçlarımı kendi rengine boyamıştı. Kaptan, ne eteğimdeki düşün farkındaydı ne de saçımdaki güneş kızılının. Anlamıyordum bu kaptanı hem hiçbir şeyin farkında değildi hem de şu minicik sandıkla keşfedilmemiş okyanuslar, adalar keşfedecek dünyayı kurtaracaktı. Üstelik tek gözlüydü. Yani bir gözü gerçeklere daima kapalıydı. Karşı kıyıdan bir rüzgar esti. Sandığımız sallandı, saçlarım rüzgarın peşinden gitti. Zira öyle uzun zamandır okşanmamışlardı ki sanırım rüzgarın eli, saçlarımın çok hoşuna gitti. Kaptana baktım uzunca. Nice zamandır seyretmeye doyamadığım siluetini seyrettim. Başını geriye atışını, saçlarını eliyle düzeltişini, ellerini beline koyuşunu, alnındaki teri silişini, iç çekişini… Bana arkasını döndüğü için sadece bu kadarını görebiliyordum. Böyle mutluydu biliyordum. Bir zamanlar diz dize otururduk sandığımız ne kadar dar olursa olsun. Şimdi yerimiz dar diye o, önüne geçti sandığın, dönüp arkasına bakmakta pek aklına gelmedi. Oradaydım ya biliyordu ve bu yetiyordu ona. Ben bazen “kaptan” diye sesleniyordum ona. Her nedense kaptan sandığın önüne geçtiğinden beri beni duymuyordu. Sandık giderek rahatsız edici olmaya başlamıştı. Tek ayaküstünde gitmeye ve eteğimdeki düşle vişne çekirdeklerine dayanamaz olmuştum. Kaptandan yardım istedim. O beni yine duymadı. Öyleyse dedim vişne çekirdeklerin atarım bende denize. Böylece her sabah bir vişne çekirdeği bıraktım suyun derinliklerine. Böylece tam 6600 sabah geçti. Vişne çekirdeklerini atınca rahatlarım sanmıştım ama içimde yine bir huzursuzluk vardı. Sanırım dedim düşün ağırlığı olsa gerek bu. Ama düşü suya atmak hiç içimden gelmiyordu. En iyisi kaptanın cebine koyayım gizlice dedim nasıl olsa kaptan beni hissetmiyordu. Ama kaptanın düş için ayrılmış bir cebi yoktu. Çaresiz her sabah, düşümden bir parça koparıp denize atmaya başladım. Her sabah bir öncekinden daha mutsuz oluyordum. Her sabah saçımdaki güneş kızılı biraz daha akıyordu sulara doğru. Her sabah elbisemin mor rengi biraz daha saydamlaşıyordu. Ve 9900’üncü sabahın sonunda ne eteğimde bir düşüm vardı ne saçımda güneş kızılım, ne elbisemde mor rengim, ne de gözlerimde bahar esintili aydınlık bakışlarım. Kederim giderek büyümeye başladı. Elbisem siyaha, saçlarım laciverte döner oldu. Beni gören balıklar halimi gördükçe ağladı ağladı ağladı. Ben de ağladım. Ama kaptan yine görmedi. O kadar çok ağlamıştık ki balıklarla beraber, deniz büyüdü büyüdü kocaman oldu. Sonunda balıklar dayanamadılar bu halime. Gel dediler yanımıza, biz bir ev yaparız sana deniz kabuklarından, süngerlerden de bir yatak, yaşarsın bizimle birlikte uzun geceler ve günler boyu. Ama dedim ya kaptan ne olacak. Çok seviyorum ben onu. Hem gidersem belki özler o beni, çok üzülür özleyince de. Üzemem ben onu. Üstelik dedim, birlikte fethedecektik dünyanın denizlerini, keşfedilmemiş adalarını. Sonra birini seçip adımızı verecektik ve birlikte yaşayacaktık orda yıllar boyu. Balıkların yüzlerine yine bir keder oturdu. Yine üzüldüler halime ve dediler ki, sen ilk değilsin ki. Senin gibi mor elbiseli çok kız gelip geçti bu denizden kaptanlarıyla birlikte. Hepsinin de aynıydı hayali. Hiçbirininki gerçek olmadı ne yazık ki. Onlar çağrımıza uymadılar, gelip bizimle yaşamadılar. Martılardan aldık hep haberlerini. Öğrendik ki kaptanları, sandıklarının dar geldiğini söyleyip ilk kıyıda indirmiş onları. Kendileri keşfe çıkmış tek başına yeni yerleri ve buldukları ilk yerde yeni bir mor elbiseli kız bulmuşlar kendilerine. Gel, sen bizimle. Pembe incili, sedefli, yaldızlı istiridyelerin içinde yaşatalım seni. Öyle üzüldüm ki, duyduklarıma inanmadım. Kaptan yapmaz dedim, ona sordum. Kaptan dedim, ben yoruldum atlasam suya biraz dinlensem balıkların evinde olur mu? Duymadı kaptan beni. 3 kere sordum aynı soruyu. Sonunda duyup döndü bana. İnanamadı görünce beni. Öyle değişiktim ki. Ne saçımda güneş kızılı vardı, ne elbisemde mor rengim. Tamam dedi, zaten bence sen orda yaşa bundan böyle. Zira sen benim tanıdığım mor elbiseli kız değilsin artık. Bir ağrı girdi göğsümün tam orta yerine. Kaybettim kendimi. Tam 12000 gün sonra açtım gözümü sonra. Kocaman bir yatakta pembe incili, sedefli, yaldızlı istiridyelerin içinde yatıyordum. Elbisem inciden almıştı rengini, saçım da denizden. Artık pembe elbiseli mavi saçlı bir kız olmuştum. Eteğimi açtım. Kaybettiğim düşüm ve vişne çekirdeklerimi gördüm. Sonra da düş misali mor bir uykuya daldım.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.