FITRAT VE YÖNELİŞ ALLAH'ADIR
İnsan denen yaratık, son derece gariptir. Zora düşmedikçe Allah’ı hatırlamaz ve kendisine musallat olan bulanıklık, cahiliyenin etkileri ve bozulmalardan kurtulup fıtratına yönelmez. Emin olunca da, ya unutur ya da azgınlaşır. Bu durum, fıtratı sağlam, canlı, her an karşılık vermeye hazır ve daima iman cilası ile cilalanan kişiden başka herkes için geçerlidir.
"Sizi, karada ve denizde yürüten O’dur. Gemide olduğunuz zaman, gemiler, içinde bulunanları hoş bir rüzgarla götürürken kasırga gelip de her yerden gelen dalgalar onları sardığı ve artık kendilerinin tamamen kuşatıldıklarını sandıkları zaman ’dini yalnızca Allah’a has kılarak’ O’na dua ederler :"Eğer bizi bundan kurtarırsan şükredenlerden olacağız" derler. Ama onları kurtardığımız zaman yeryüzünde haksız yere azgınlık yaparlar" (Yunus-22,23)
Dalga dalga gelen korkunun ortasında fıtratları, biriken günahlardan soyutlanır, kalbleri, üzerine çöreklenmiş cahili düşüncelerden kurtulur. Bozulmamış sağlam fıtrat, tevhid ve dini Allah’a has kılma ile harekete geçer. Kasırga diner ve korkudan çırpınan kalpler sakinleşir...
Gemi güvenle kıyıya yanaşır. İnsanlar hayatlarından emin olurlar. Ayakları karaya basmıştır artık. Bu yaşanan bir sahnedir. Her nesilden insanlar arasında örneği görülür bu sahnenin...
Yüce Allah, insanların, biri rahatlıkta biri sıkıntıda olmak üzere iki çehresini arzetmektedir. Onlara, dönekliklerini, zaaflarını, iddialarını ve onları Rabb’lerine ulaştıracak, O’nu tanıtacak, O’nunla tatmin edecek, doğru yolu gösterecek, hakikati öğretecek ve Allah’ın bahşettiği insani özelliklerden yararlanmalarını sağlayacak metod üzerindeki sebatlarını göstermektedir.
"İnsana bir sıkıntı arız olunca, Rabb’ine dönerek yalnızca O’na dua eder. Rabb’i bu sıkıntıyı nimete çevirince, daha önce yaptığı duayı unutur. Yolundan sapmak için O’na ortaklar koşmaya başlar. De ki, küfründe biraz oyalan, şüphesiz sen ateş ehlisin." (Zümer-8)
İnsan fıtratı, sıkıntı anında asli haline döner. Cahili tortular düşer, engeller ortadan kalkar ve vehimlerin baskısından kurtulur. Yalnızca Rabb’ine yönelir ve O’na döner.
O, bilir ki, sıkıntıyı O’ndan başka kimse gideremez. İddia ettiği ortaklar ve şefaatçilerin yalan olduğunu bilir.
Ancak sıkıntı gidip bolluk geldiğinde, Allah nimetini ona verdiğinde ve belayı uzaklaştırdığında, sıkıntı anında fıtratı şirkten soyutlanmış insan, eski şirkine döner ve cahili tortular yeniden kalbinin üzerine çöreklenir, Rabb’ine yalvarışını, tevbesini ve O’nu birlemesini unutur, üzerindeki sıkıntıyı giderecek kimse olmadığı zaman Rabb’inin birliğini idrak etmişti oysa...
Bunların tümünü unutur ve Allah’a ortak koşmaya başlar.
Bu, ilk cahiliyetteki gibi ilahlara, ilkel anlamda ibadet etmek şeklinde olabilirken, günümüz cahiliyesinde olduğu gibi, değerleri, şahısları ve düzenleri kendi yanında Allah’a ortak kılmak şeklinde de tezahür edebilir.
Aynı şekilde, sıkıntı anında dini yalnızca Allah’a has kılan bu insan, bir de bakarsınız şehvetine, arzularına, hevasına, korkularına malına, evladına, egemen olanlara ve büyük saydıklarına Allah’a kulluk eder gibi, kulluk etmeye başlar. Onları Allah’ı sever gibi, hatta daha da şiddetli sevmeye başlar.
Şirkin çeşitleri vardır;
Bunlardan, insanların şirk olarak telakki etmedikleri gizli olanı da vardır. Bunun bilinen şirk çeşitlerinden birisine benzememesi onları yanıltmıştır. Oysa, kesinlikle şirktir. Sonu da Allah’ın yolundan sapmaktır. Allah’ın yolu birkaç tane değil, yalnızca bir tanedir. O’nun, ibadette, yönelişte ve sevgide birlenmesi ona giden yegane yoldur.
Allah’a iman, kalbte şirkin bulunmasına tahammül etmez.
Mal, çocuk, vatan, toprak, arkadaş ve akrabanın ortaklığına tahammül etmez. Bunlardan hangisine kalpte yer verilirse bu, Allah’a eş koşmaktır ve onun yolundan sapmaktır. Dünya metaından az bir yararlanmadan sonra ateşe varan bir sona yuvarlanmaktır.
Sıkıntı, fıtrat üzerine birikmiş hevesleri, şehevi duyguları silker, fıtratta ve vicdanda gizli kalan hakkın ortaya çıkmasını engelleyen etkenlerin baskısını giderir. O zaman, Allah’ı görür ve yalnızca O’na yönelir.
"İnsana bir sıkıntı ulaşınca bizi çağırır. Biz de nimetimizden ona verince, "Bunu kendi bilgimle kazandım" demeye başlar Aksine bu, bir denemedir, fakat onların çoğu bilmezler." (Zümer-49)
Şiddet gidip bolluk gelince,bu insan sıkıntıda söylediklerini unutur. Heva ve hevesin etkisiyle fıtratı bozulur...
Nimet, rızık ve ilahi fazilet hakkında, "Onları kendi bilgimle kazandım" der.
Bunu daha önce Karun da söylemişti. Bilgi, sanat ve mal biriktirmesini sağlayan yeteneklerine aldanarak, bilgiyi, sanatı ve bu yetenekleri bahşeden ilk sebeb’i unutan herkes gibi...
Bu, insanların içinde bolca görülen bir örnektir. Fıtratı Hak’tan sapmayan, yalnızca O’na dönen ve O’nun yolunu bilen, bollukta da,sıkıntıda da fıtratın doğrultusundan sapmaz.
Muhtaç olan kişi, sıkıntı ve kötülüğü gidermesi için Allah’a sığınır. Bu sığınma duygusunu göğsü daraldığında, dayanakları yıkıldığında, insanın etrafına bakınıp, yardım araçları ve kurtuluş sebeplerinden uzak, kendini yapayalnız görünce daha bir belirginleşir. Hiçbir kuvvet yok...
Yeryüzünde kurtaracak hiçbir güç yoktur.
Saydıklarının tümü, şiddet anında gözden kayboldular. Sıkıntı karşısında yalvardıkları onu inkar ettiler ya da yüz çevirdiler...
İşte bu anda, fıtrat uyanır, yardıma ve kurtarmaya malik yegane güce sığınır. Bundan sonra insan, yüce Allah’a yönelir. Rahatlık anında unuttuğu Rabb’ine...
Çünkü, dua edince ihtiyaç sahibine cevap verecek yalnızca O’dur. Kendisini kötülükten koruyacak, güvence ve selamete iletecek O’dur. Kendisini boğmak üzere olan sıkıntıdan yalnızca O kurtarır, başkası değil.
İnsanlar, bolluk zamanında ve gaflet anında bu hakikati unuturlar. Yardımı, gücü ve himayeyi yeryüzü menşeli bir kuvvetten beklerler.
Zorluk baş gösterdiğinde, sıkıntı çekilmez olduğunda,fıtratlarının üzerinde gaflet ve perdeler yok olduğundan daha önce ondan gafil olsalar da, tevbe ederek Rabb’lerine dönerler. Oysa, hayatta açıkça görülen ve nefislerinin derinliklerinde gizli olan bu hakikatten gafildiler.
Yüce Allah, sabit bir değere dayanmayan ve açık bir metoda uymayan, insan nefsinin bir görüntüsünü gözler önüne seriyor.
"İnsanlara bir zarar dokununca, O’na dönerek Rabb’lerine dua ederler. Onlara rahmetinden biraz tattırınca da, onlardan bir grup hemen şirk koşar. Kendilerine geleni inkar etsinler, dünyadan da biraz yararlansınlar, pek yakında bilecekler!" (Rum-33)
İnsan nefsinin bir özelliği de, meydana gelen olaylardan, düşüncelerden, gelişmelerden ve akımlardan etkilenmesidir.
Bir zararın dokunması halinde, insanlar Rabb’ini hatırlatır. O’ndan başka koruyan olmayan yüce Allah’a sığınırlar. Ayrıca O’na sığınmanın dışında hiçbir şeyin onları kurtaramayacağını da bilirler. Gam dağılınca, sıkıntı ortadan kalkınca ve Allah, rahmetinden onlara tattırınca,
"Onlardan bir grup hemen Rabblerine şirk koşar.."
Bunlar, kendilerini doğru yola iletecek sağlam bir inanca sahip olmayan gruptur. Bunun sebebi, rahatlılığın, kendilerini Allah’a sevkeden sıkıntıyı ortadan kaldırması ve kendilerini Allah’a döndüren şiddeti unutmalarındandır. Bu durum, şükür ve tevbe üzerinde kalacaklarına, hidayet ve rahmetten kendilerine geleni inkar etmeye sevk etmektedir.
İnsanların çoğu sabretmedikleri gibi şükür de etmiyorlar. Onlara bir zarar isabet ettiğinde Allah’a yalvarıyorlar. Allah onlardan zararı giderip onları kurtardığında ise çok azı şükrediyor.
"Dalgalar dağlar gibi ansızın çıkıp geldiğinde dini Allah’a has kılarak O’na dua ederler. Onları karaya çıkarıp kurtardığımız zaman, içlerinden bir kısmı orta yolu tutar. Ayetlerimizi gaddar ve nankör olandan başkası inkar etmez." (Lokman-33)
Bunun gibi tehlikeli durumlarda...
Dalgalar dağ gibi birbiri ardınca geldiği zaman, gemi korkunç bir okyanusta bir o yana bir bu yana bir kuş tüyü gibi sallanıp durur. İşte o zaman nefisler aldatıcı güçlerden kurtulur. Bolluk zamanında fıtratının hakikatına perde olan uyduruk güçler silinir. Fıtrat ile yaratanın arasına giren bütün engeller ortadan kalkar. O zaman fıtrat her türlü örtüden arınmış olarak Rabb’ine doğru yol alır. O’na yönelerek dini yalnızca O’na has kılar. Bütün şirk çeşitlerini reddeder ve her türlü müdahaleyi atar. Dini O’na has kılarak yalnızca O’na dua eder. Onları karaya çıkarıp kurtardığında...
"içlerinden bir kısmı orta yolu tutar..."
Güvenlik ve rahatlık eski hallerini unutturup şımartmaz, aksine daha çok şükretmelerini ve Allah’ı anmalarını sağlar. Zikir ve şükürde Allah’ın hakkını veremezlerse bile, orta yolu tutarak şükreden ve Allah’ı ananlardan olmaya çalışırlar. Tehlike kalkar kalkmaz, rahatlık gelir gelmez onlardan bir kısmı Allah’ın ayetlerini inkar ederler. Çünkü onlar şiddetli ve zalim gaddarlardır...
Çünkü onlar, küfürde aşırı olanlardır.
Şiddet anında insan fıtratı, gerçek ilahına sığınır...
"De ki, ’kim sizi karanın ve denizin karanlıklarından kurtarır ki; O’na, boyun bükerek gizlice yalvarırsınız;" şayet bizi bundan kurtarırsan şükredenlerden oluruz" diyerek? De ki,’Allah sizi bundan ve her sıkıntıdan kurtarır. Yine de siz şirk koşarsınız." (En’am-64)
İnsanların, kolaylık ve bolluk zamanlarında fıtratlarından nasıl uzaklaştıklarını görüyoruz...
Korku ve sıkıntı onlara kendilerini kontrol etme fırsatını doğuruyor. Ancak bu durum sürekli değildir. Korkuyla ara sıra karşılaşıyorlar. Sıkıntı anında Allah’tan başkasına yönelmiyorlar. Onları bu sıkıntıdan Allah’tan başkası da kurtaramaz. Ancak, kolaylık ve bolluk anında, tekrar içinde bulundukları eski şirklerine dönüyorlar.
Tehlikeyi düşünmek, korkuyu hatırlamak, serkeş nefisleri durdurur, katı kalpleri inceltir, nefse, zaafını ve Allah’a tevbe ettiği anı hatırlatır. Bu, sıkıntıya düşen herkesi ve sıkıntıya düşenin kederlendiği anı gören herkesin bildiği bir tecrübedir.
Karanın ve denizin karanlıkları çoktur. Uzaklık bir karanlıktır. Tehlike bir karanlıktır. Mahlukatı, karada ve denizde bekleyen her şey gizlilik perdesinin arkasındadır. Ve insanlar her ne zaman bu karanlıklardan birisine düşmüş olsa, boyun bükerek dua edecekleri ve sessizce yalvaracakları Allah’tan başka kimseyi bulamazlar.
"Denizde, size bir zarar dokunduğu zaman O’ndan başka çağırdıklarınızın tümü. kaybolur. Sizi karaya çıkarıp kurtardığında ise, yüz çevirirsiniz. İnsan gerçekten nankördür..." (İsra-67)
Bu, zorlukları tadanın algılayabileceği bir sahnedir. Ayrıca dağ gibi dalgaların üstünde şiddetli rüzgarda sallanan tüy gibi, büyük küçük meydana gelen her sarsıntıyla, her titreyişle ilgilenen uyanık ve ürperen kalpler de hisseder bu sahneyi...
Fakat insan yine o insandır. Su çekilip kara, ortaya çıkınca, ayaklarının altındaki karayı hissedince az önceki durumunu unutur. Dolayısıyla Allah’ı unutur. Hevalar sarar etrafını, şehvetler onu kuşatıp tehlikenin ortaya çıkardığı sağlam fıtratının üzerine çöreklenirler.
"Sizi karaya çıkarıp kurtardığında, hemen yüz çevirdiniz. Gerçekten insan nankördür." (Yunus-12)
Ancak, kalbini Allah’a bağlayan, onu aydınlatıp nurlandıran müstesna.
Şiddet anında fıtrat, üzerine çöreklenen cahili kalıntılardan arınır ve derinliklerindeki gizli hakikat ortaya çıkar...
Uluhiyetin tekliği hakikati...
Hak (İlahına) Allah’ına ortaksız olarak yönelir. Çünkü o anda, şirk düşüncesinin boşluğunu ve ortak koştuklarının bir gerçekliğe sahip olmadığını idrak eder...
İşte böyle anlarda sıkıntıya düşenler vaadlere başlarlar...
"Şayet bizi bundan kurtarırsan şükredenlerden oluruz. " De ki, ’bundan ve her sıkıntıdan yalnızca Allah sizi kurtarır."
Ondan başka icabet edecek, ve sıkıntıyı giderecek kimse yoktur...
Öyle bir durumda, kalpler titreyip dua etmeye başlar.
"İnsana bir zarar dokunduğunda, yanı üzerinde, oturarak ve ayakta yalnızca bize dua eder. Biz zararı giderince, zararın dokunması anında bize, hiç dua etmemiş gibi gerisin geri döner. İşte böyle müsriflere, işledikleri süslü görünüyor."
Bu, beşerin durumunu anlatması bakımından sürekli tekrarlanan başka bir örnektir...
İnsan, hayatın gelişmesine paralel olarak hayatını sürdürür. Hata eder, günah işler, azgınlaşır ve savurganlıkta bulunur. Allah’ın koruyup merhamet ettiklerinin dışında aczini, za’fını ve güçsüzlüğünü bilip Allah’a yöneleni pek azdır. Bolluk zamanında unutkandır. Kendini kendine yeterli sandığı an azgınlaşır. Ancak kendisine bir zarar dokunduğunda aynı kişi, bakarsınız çokça dua etmeye başlar, sürekli yalvarır, üzerine musallat olan zorluktan sıkılır, rahata kavuşmak için acele eder. Duasına karşılık verilip zarar def edilince, durup düşünmeden hemen uzaklaşır,içinde bulunduğu eski sapıklığına ve kokuşmuşluğuna geri döner.
Kur’an’ın çizdiği bu tablo, insanlar arasında sürekli tekrarlanan, gözle görülen bir örnektir.
"Allah dedi ki: "İki ilah edinmeyin. Ancak O, bir tek ilahtır. Yalnızca benden korkun!" Göklerde ve yerde bulunanlar O’nundur. Değişmez din O’nundur. Allah’tan başkasından mı korkuyorsunuz? Sizin yanınızdaki her nimet Allah’tandır. Sonra size bir zarar dokununca O’na koşarsınız. Sizden bu zarar defedilince de sizden bir grup Rabb’lerine ortak koşarlar. Kendilerine verileni inkar edip az bir süre yararlansınlar. Bir zaman sonra bileceklerdir." (Nahl-51-55)
Yüce Allah, insanların iki ilah edinmemelerini emrediyor. O, ikincisi bulunmayan bir tek ilahtır.
Bu, akidenin temel konusudur. Onsuz olmayacağı gibi, bu hakikat, açık seçik, tam ve net bir şekilde yerleşmeden; bir vicdanda akidenin varlığından da söz edilemez...
O, bir tek ilahtır...
Aynı zamanda da O, tek başına hükümrandır...
"Göklerde ve yerde olanların tümü O’nundur."
İnsanlar için değişmez kanunlar koyan O’dur...
"Değişmez din O’nundur."
Nimetleri veren O’dur...
"Size verilen nimetlerin, tümü Allah’tandır."
Zorluk ve sıkıntı anında, fıtratınız yalnızca O’na sığınır. Ortak koşmadan tek başına O’na yönelir.
Böylece Yüce Allah, uluhiyette, hükümranlıkta, dinine tabi olmakta, nimet vermede ve yönelinecek merci olmada birlenmiş olur. İnsan fıtratı, zararın baş göstermesinde bu sayede şirkin bulanıklığı kalktığında bunların tümüne şahitlik eder.
Bununla beraber, insanlardan bir grup, zarar kendilerini kuşattığı anda birledikleri Rabb’lerine kurtulduklarında ortak koşarlar. Bu her zaman görülebilen bir örnektir. Darlıkta, kalpler, yalnızca Allah’a yönelir. Çünkü O’nun dışında kimsenin onları koruyamayacağını bilir. Refahta ise, nimet ve dünya metaı ile eğlenir, değerlerini, kanunlarını, gelenek ve göreneklerindeki ölçülerini Allah’tan başkasından almak suretiyle Allah’a ortak koşmaya başlar.
Bu, Kur’an’ın çizdiği bir tablodur.
"Sonra size bir zarar dokunduğunda hemen ona koşarsınız. Sonra sizden zararı giderince, sizden bir grub rabblerine ortaklar koşarlar. "
Fıtratın bozulması ve kokuşması günümüzde biraz daha şiddetlenmiştir, insanların bazıları şiddet anında bile Allah’a yönelmiyorlar. Allah indinde bir dereceleri olduğunu zannederek, bazı kullarına, yardım, zararı giderme ve kurtuluş için sığınıyorlar. Hastalık ve sıkıntının şiddetinden kurtarmaları için evliyaya dua edenler gibi.
Bunlar, eski cahiliye müşriklerinden daha çok fıtratlarının hakikatından sapmışlar. Halbuki, korku fıtratı cahili etkilerden arındırıp yalnızca Allah’a yönelmeyi sağlardı.
"De ki; "Görüyor musunuz? Şayet Allah’ın azabı gelse ya da Kıyamet kopuverse, Allah’tan başkasını mı çağıracaksınız? Eğer doğru iseniz söyleyin. Aksine yalnızca O’nu çağırırsınız. Dilerse, dua etmenize neden olan sıkıntıyı giderirde ortak koştuklarınızı da unutursunuz." (En’am-40-41)
Bu, fıtratın, korku düşüncesiyle yüzleşmesidir. Allah’ın dünyadaki azabı helak ve yok etme, ya da kıyametin beklenmediği anda kopuvermesi düşüncesi...
Fıtrat bu teması hissettiği, bu düşünceyi idrak ettiği vakit -Yüce Allah, idrak edeceğini önceden biliyordu şüphesiz- bu hakikatin, kendi derinliğinde gizli olan hakikati temsil ettiğini de idrak eder. Bunun üzerine silkinir, titrer ve şirkin her türlü etkisinden arınarak, yalnızca yüce Allah’a dua eder ve daha önceki şirkini unutur.
Şüphesiz korku, fıtratınızı arındırır. Bu yüzden, kurtuluşu dileyerek yalnızca ona yönelirsiniz. Daha önce birini O’na ortak koştuğunuzu da unutursunuz. Hatta şirk mefhumunu bile unutursunuz. Çünkü fıtratın, Rabbini tanıması kendisinde gizli bir hakikattir. Ancak şirk, dış etkenler sonucu fıtrata arız olan yüzeysel bir örtüdür. Üzerinde yoğunlaşan cahili birikimlerin etkisiyle meydana gelen bir örtü...
Korku neticesinde sarsıldığında, birikimler düşer, örtü kalkar ve fıtratın gerçek çehresi meydana çıkıp fıtri işlevini yerine getirerek bu korkudan kurtarması için Rabb’ine yalvarır. /(Seyyid KUTUB)
YORUMLAR
Cümlede herhangi bir yanlışlık yok...Allah'a hiçbir şey ortak koşulmaz...Ama sizin anladığınız başka bir şey olsa gerek...Herhalde siz, çoçuğumuzu, vatanımızı, eşimizi, dostumuzu sevmekte ne zarar var gibi düşünüyorsunuz...Sevebilirsiniz tabi ki...Ama bu sevgi, Allah sevgisi ile ortak olarak bir kalbde yer alamaz..Yani yeri geldiğinde Allah için, malınızdan mülkünüzden, eşinizden, dostunuzdan,çoluk-çoçuğunuzdan vazgeçimiyorsanız, burda problem var demektir..Hem de büyük bir problem...
Rabbim cümlemizi Sirate'l-Müstakim'den ayırmasın...
Sevgi ile kalın.....
VESSELAM!...
huzeyfi tarafından 8/29/2009 1:37:52 PM zamanında düzenlenmiştir.
Mal, çocuk, vatan, toprak, arkadaş ve akrabanın ortaklığına tahammül etmez. Bunlardan hangisine kalpte yer verilirse bu, Allah’a eş koşmaktır ve onun yolundan sapmaktır.
CÜMLENİZDE BİR YANLIŞLIK OLMASIN. MAL NEYSE DE DİĞERLERİ KALPTE YER ALMAZMI HİÇ. ONLAR SORUMLU OLDUKLARIMIZ, ONLAR ALLAHIN BİZE EMANETLERİ..ELBET TE ALLAH SEVGİSİNİ GEÇEMEZ...AMA KALPTE YER ALIRLAR DOST...KUSURA BAKMAYIN...YARADILANI SEVMEK, YARADANDAN ÖTÜRÜ...