NEYE SATTIN MUTLULUĞU
Sen hep kendince yaşadın sevgili. Hayatı böyle seviyordun, bir şeyi yapmak istediğinde yapmalıydın; kendi doğruların vardı hiçbir zaman yanlış olma ihtimalini göz önüne almadığın ve kendi yanlışların vardı hiçbir zaman doğruluğuna inandıramadığım.
Bana bir gün mermer bakışlı adam derken hiç düşündün mü? Kaç esmeri seviyordum ben! kaç değişik kadına aşıktım... Ama sence her şey gibi ben de sana uymalıydım. Oysa ben o kadınların hepsini sevmiştim sen gibi çünkü ben o kadınların hepsinin içindeki seni sevmiştim. Kimi okunsun diye yazılmış bir kitaptan yüz bulup sayfaların içinden çıkıp gelmişti, kimi geçmişten, kimi de geçmişini arayan bir gelecekten.
Ben hep sevdim seni, ne yaparsan yap sevdim. Sende ise aşk hep mutluyken yaşanmalıydı, her şey istediğin gibiyken aşk aşktı, sadece sevinçlerini ve mutluluklarını paylaşmaktı acılarını ise asla. Hep söyleyeceklerin olurdu senin. Eski güzel günlerinden bahsederken aslında içinde boşluğunu duyduğun bir şeyler vardı, hiçbir zaman ne olduğunu bilemediğim. Aşk bile senin kafandaki gibi aşktı, göz ardı ettiğinse aşklar hep iki kişilikti.
Bana kimi kızar, kimi espriyle: ’’Kuralcı sende!’’ derdin ama kurallar hep sendeydi, sınırlar çizmiştin kendi dünyana; kimsenin dokunamadığı, kimseye anlatamadığın bir acı saklıydı içinde, galiba hep mutlu anlarından bahsettiğin geçmişinde. Sıkıştığın zamanlarda ya ’’sen öyleydin değişemezdin’’ ya da yaralı geçmişine kaçardın annesinin eteğinin altına kaçan çocuklar gibi. Oysa herkes öyleydi ve herkesin az çok yaralanmış bir geçmişi vardı.
Arkasına sığındığın bir duvardı geçmişin aramızda. Bir kaleydi, ben ne zaman işgale kalksam bozguna uğrayıp geri çekilirdim. Dedim ya sınırları sen çizmiştin; bende sınır yoktu sevgili çünkü aşkta sınır olmaz. Her şeyime dokunabilirdin sen benim, dokundun! Sen dokundukça anlam kazandı her şeyim. Acılarım... Sevinçlerim... Hep acılarının küçümsenmesinden korkardın ya işte ilk defa küçümsüyorum tüm acılarını, senin gidişinin ardından içimde sızlaması bir türlü geçmeyen, senin bıraktığın acının yanında hiçbir acı, acı değildir, hiç bir yara bu kadar kanayamaz.
Sen küf tutmuş akşamlara bıraktın beni; alışmaya çalışmak bile o kadar zordu ki sensizliğe, alışmaksa imkansız! Senden önce yaptığım şeyleri düşünüyorum, nafile! Girdin bir kere kanıma; şimdi sensiz olmuyor. O küf tutmuş akşamlar geceye vurduğunda belki sen rüyalarında yaşarken geçmişini, elimde kağıt kalem geliyorum odana. Görmüyorsun beni; benim seni hayal ettiğim gibi hayal de etmiyorsun belki ama sabah şafağa açtığında gözlerini sana bir şeyler karalanmış bir gecenin bittiğini biliyorsun, kimbilir bunu bilmek sana belki de mutluluk veriyordur.
Bazı içimdeki sevgilerinizi kıyaslamakla kıyaslamamak arasında kaldığım, hanginizin vazgeçilmez olduğunu karıştırdığım, o gül teninde hüzün kokan anacığımın bir sözü aklıma geliyor: ’’Çaresiz insanlar dilek tutar ve dua eder, şükür edebilen insanın hala bir umudu vardır...’’ Ben çaresizliği oynuyorum sensiz; sensizlik denkleminde eşittir hep çaresizlik bende.
Ben sana umut dolu bir gelecek vermeye hazırlanırken gittin. Bir türlü sana unutturmayı beceremediğim geçmiş sancıların baskın çıktı o şaşalı hayatın. Her şeyinle karıştırdın geçmişini. Geçmişin, geleceğin, hayallerin, korkuların, arzuların hepsi birbirine geçti. Aşkların da... Okuduğun kitaplarda yaşamaya çalıştın sen kendini unutup. Gördüm, anlatırken bana okuduklarını, nasıl heyecanlandığını (Sen dinlemiyorum zannetsen de korkumdandı başımı öne eğişim) ama onları bile yaşamayı beceremedin. Her şey gibi sayfaları da birbirine geçirdin, sayfaların içinde kaybettin asıl seni.
Beni en çok artık hiçbir zaman yaşayamayacağın o geçmişine yenilmek kahrediyor. Anlayamadığınsa, acısıyla, sevinciyle geçmişe geçmiş denmesinin sebebi geçmek fiilinin miş’li yaşanmış hali olmasıydı! O şaşalı hayat senin değildi artık. O kareler senin film şeridinden çoktan geçmişti; hala ara sıra yaşayabildiklerinse, başrolünü başkalarının oynadığı, senin onların yanında küçük roller üstlendiğin ya da üstlendirildiğin o başkalarının filmleriydi. Sen kendi perdenden kaçıp sığındın oraya çünkü geçmişin sevgilerinden, dostluklarından ağır basıyordu. Yazık, oysa tam da ben sana yeni bir senaryoyla geliyordum. Belki büyük bütçeli değildi ama büyük umutlarla yazılmıştı mutluluğun üzerine.
Bir kez olsun gör artık, yüzleş kendinle!
Ne kadar benim değilse o hayat, senin de değil artık! Eline kırılmış ya da kırdığın ne varsa al ve yeniden barış incittiğin geleceğinle. İnan, sen tamir etmeye başlarsan o utandırmayacak seni. Evet, bunlar belki suçlama ama sen işte busun. İçindeki o güzel ve saf kadını unutmuşsun; küstürme onu daha fazla.
Kırmamak için bugüne kadar söylemediğim, senin gerçeklerin bunlar. Belki ben bunları yazarken sen başka bir aşkımsının koynunda arzularını arıyorsun. Sabah olmak üzere... Yatağım hala sıcaklığının özleminde.
Neye sattın mutluluğu?
Hani ben tüm zamanlardaki sevgiliydim", hani beni her şeyden yüce yere koymuştun yalan mıydı yani yaşananlar ya da tüm gücünü topladıktan, geçmişindeki yaralar kapandıktan sonra çekip gitmek miydi aşk?
Şimdi ben, yani tüm zamanlardaki sevgili... Soruyorum: Neye sattın aşkı?
Değdi mi peki içtiğin şaraplara, mutlu olabildin mi o burjuva masalarda, benimle içtiğin bir bardak kahve kokusu ve huzuru bulabildin mi o kristal bardakların soğukluğunda?...
Ya da bulabildin mi yüzünde kelebekler, teninde şiirler uçuşturan bir başka adam?
Hadi konuşsana... Susmasana... Ağlamayı unuttum
hadi ağlamayı hatırlatsana...
bitti bu sevda hiç istemeden..
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.