- 817 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
AÇILIM -7 / 2009 YILINDA BÖYLE BAKMIŞIZ ;
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, kuruluş aşamasını tamamlayıp, bir yandan yoluna devam ederken; halkta hep yeni sistem ve düzeni anlamaya çalışıyor, yer yer de itirazlarını yükseltiyordu. Latin alfabesiyle yeni açılan okullara halk, özellikle kırsal kesimde ihtiyatlı yaklaşıyor, bu kurumlara karşı bir heyecan taşımıyordu. Burada iki önemli sorun vardı; birincisi yeni sistemi kavrayamamak, ikincisi de Osmanlı devletinde kırsal kesimde eğitim zaten çoğunlukla Elif-Ba’yı öğrenmekle son bulduğundan, halk yeni sistemi anlamakta zorlanıyordu. Dolayısıyla halk uzun yıllar eğitim yapmaya da çok yatkın değildi. Kırsal yaşamda her çocuğa mutlaka yaptırılacak bir iş olurdu. Köy çocukları genel de, ben de dahil, okuma sezonuna bir ay geç başlar ve bir ay erken bırakırdık. Zira köyde yapılacak çok iş vardır... Köy sayısının da kırk binleri aşan sayıda olduğunu düşünürsek, bu o yıllarda milletin çoğunluğu demekti.
Eğitim kurumları, devletin gücü ve eğitilmiş insan yeterli olmadığından, hızla yaygınlık gösteremedi. Eğitimin merkezden çevreye bir seyir izlediğini de unut mamalıyız. Bazı bölgeler, doğal imkanlar nedeniyle eğitim sürecine geç kalarak katılmışlardır. Bir yandan da gelenekler devam ettiği, halk bunları önemli ihtiyaç olarak gördüğü için, özellikle kur’an okuma ve öğrenme işine, devlet doğrudan müdahil olmadığından; halk, bu anlamda kendi işini kendi görmeyi yeğlemiştir. Bu anlamda da, üst yapıda buluşmak yerine, yerel de buluşmayı önemsemiştir. Tabi, bu durum ,uzun süre devam etmiş, yerel kur’an kurslarının, gizli,açık kurulmasına; tarikat geleneği,tekkeler ve zaviyeler kapatılmasına rağmen,işlevini gizli olarak sürdürmeyi. İslam’a bakış açısı olarak farklılık koyan,birtakım cemiyet ve cemaatların oluşması da sürekli devam etmiştir... Bu kurumlar bağlılarına bir anlamda hoş ve faydalı gelebilir; ama, gerçek anlamda, bu da, toplumun tabanda, alt kültür odaklarında buluşmasına yol açtığı için, toplumsallaşma sürecinde, bugüne kadar da devam eden birlikteliği bozan unsurlar haline dönüşmüştür. Tabi ki, kendilerini güçlü hissettikleri oranda da siyasete ilgi duymuşlardır. Bu herkesin kendi yerel ve kültürel kalesine taş taşımak gibi bir sorumluluk ve alışkanlığı getirmiştir ki, bu örgütler güçlendikleri oranda devletten de uzak durmayı yeğlemişlerdir. Böyle bir bakış açısıyla da, devlete yeterli desteği doğal olarak vermemiş, verememişlerdir. Zaman içinde de, çok büyük para kaynaklarına ulaşmışlardır. Devlete" Problemlerimizi neden çözmedin!" derken,bunları da hafızamızın bir yerinde tutmalıyız. Devleti idare edenler de bu inceliklere vakıf olamadıklarından; halkla devlet arasındaki, geçişkenliği sağlayamamışlardır. Sonuç olarak halk,üst yapılar yerine,alt yapılarda,alt kültür kümelerinde birleşmeye itilmiştir.
Cemaatleşmeler bu şekilde seyrederken, siyasi anlamda da yine yerelleşmeye gidilmiş; milli,dini,sosyal anlamda pek çok dernek ve cemiyet kurulmuş,özellikle gençlerden çok rağbet gören, bu dernek ve cemiyetlerin de tümü topluma entegre olma yerine,toplumu bir üst katmana sıçratma yerine,kendi kalelerine taş taşımak suretiyle ,devletle aralarına bir mesafe koyup,genel toplumsal entegrasyonu zorlaştırmıştır. Bu siyasi yapılanmalar bildiğimiz gibi,insan ölümlerinin de gerçekleştiği 1980 yıllarının siyasi kargaşasını ve anarşi ortamını getirmiştir. Özellikle sosyal ve sol yapılanma iddiasıyla kurulan oluşumların dış destekli olduklarını da unutmamalıyız.
Görevini neden yeterince yapmıyor dediğimiz devlet,bu anlamda da,özellikle gençlerden oluşan siyasi örgütlenmelerden de fayda görmemiş,aksine siyasi ayrışmayı,yine yerel anlamda körüklemiştir. Burada,şu çok haklı,bu az haklı,gerekli ve gereksiz gibi tartışmalara girmeyeceğim. Asıl irdelemek istediğim; toplumsallaşma serüvenimizle,devletleşme süreci arasında ki,uyumsuzluklara ve bunlardan doğan verimsizliğin nedenlerine ulaşmak istiyorum. "Açılımlı" günlere nasıl geldiğimizi daha iyi anlamamız için, birtakım fotoğraflar çekmek istiyorum. Bütün amacım, bu...
Halkının, yüzde otuzu,kırkı; ülke için de büyük bir göç serüvenini de bu yıllar içinde yaşamış ve yaşamaya devam ediyor. Halbu ki,toplumun entegrasyonu için ne büyük fırsattı. Bu da bir çok nedenden dolayı başarılamamış,halkın şehirlerde üst yapılarda buluşmasını sağlayacak sistemlerin kurulması yerine; şehirlerin köyleşmesini getiren acı bir sonuç doğurmuştur. Burada şehirleri uzun yıllar idare edenlerin de çok vebali olduğunu unutmayalım. Halk bu anlamda bir yol gösterici bulamayınca,hemşehri derneklerini ve bir takım vakıfları oluşturarak,yine yerelde,bir alt kümede buluşmayı tercih etmiştir. Bu durum,modernleşmeyi ve şehirciliği çökertmiştir !
Hayrettin YAZICI
Devam edecek...