- 735 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Senin hiç bir şeyin sana kalmasın.
Başka bir zaman olsa; otobüsün tekerleklerinin dibinden sonsuza gidecekmiş gibi, kilometrelerce uzayan yeşilliğe hayran kalabilirdim.
Hatta; o yeşilliği hoyratça yırtan asfaltta seyreden otobüsten inerek, çoğuna aşina olduğum otların, yaban dikenlerinin, papatyaların, gelinciklerin arasında dolaşabilir, bundan da korkunç bir zevk alabilirdim.
Hiç görmediğim otlara, çiçeklere tarla böceklerine bakarak neden daha önce göremedim diye hayıflanarak günler belki de aylar geçirebilirdim.
Aldırmadan paçalarımın ıslanmasına; gözelerden güneşte yanmış tenimi serinletmekten haz duyarak önüme serilmiş yeşil örtünün dağlara kavuşan kısmındaki meşe, palamut, kestane ve çam ağaçlarının bir sınır bir duvar gibi
uzayıp giden görüntüsünün arkasında bu çayırlardan gizlenen yaşam hakkında varsayımlarda bulunurdum.
Ağaçkakanların çıkardığı daha doğrusu öyle tahmin ettiğim gürültülerinin yanına bir sincabın geniş bir ceviz ağacına tırmanışını da eklerdim.
Ağustos böceklerinin zırıltısını ve bildiğim aklıma gelen her hayvandan bir şeyler eklerdim oradaki yaşama dair.
Bir tırtıl dut yaprağını yerken ses çıkarır mı bilmem ama onu da ve kurbağaları ve yaşlı bir kaplumbağanın ağır gövdesini taşıyan yorgun bacaklarının güzden kalan yaprakların üzerindeki çıkardığı hışırtıyı ve ötücü kuşların seslerini ve bir tavşanın korkudan ziyade araştırmacı koşularını ve yırtıcı bir kuşun hakimiyet altına almaya çalıştığı toprak parçasını çok yukarıdan seyrederken çıkardığı kanat seslerini ve bir çekirgenin ve bir arının, peygamber böceğinin ve yusufçukların ve kelebeklerin ve tepelerden aşağı hızla akan bir derenin ovaya kattığı bereketi mutluluğu, uğur böceklerini, öğlen uykusuna yatmaya hazırlanan bir tilkinin esnemelerini, ufak çalı kümelerindeki yavrularına meyve, solucan taşıma telaşındaki serçelerin çırpınmalarını, bir yaban keçisinin kaşınmak için ağaçlara sürtünürken çıkardığı sesi ve isimler uydururdum, tanımadığım kuşlara, böceklere ve çiçeklere isimler uydururdum. Sonra uydurduğum isimleri unutarak yine başka isimler uydururdum.
Allah’ım ne kadar az şey biliyorum diye hayıflanırdım ve böceklerle, kuşlarla aramda bir dil geliştirirdim.
Belki de rüzgarı tanırdım. Kavakların arasında uzak diyarların, unutulmuş yüzlerin, gizli aşkların hikayesini anlatan bir türkü gibiyken, yalçın dağların doruklarında bir dehşet çığlığına dönüşen, insanın etini acıtan rüzgarı tanırdım. Unutarak konuştuğum dili avare gibi dolaşabilirim.
Hiç bir iz, hiç bir yol, geçit olmayan bu yerde bir ömür geçirebilirdim.
Ama duramam, inemem ben dört duvarı özledim. Mümkünüm yok inemem. Kapını özledim, seni özledim. Bana hoş geldin, de.
Yıldızlar doluşsun gözlerine çakmak, çakmak, ışıl, ışıl daha ne bileyim işte öyle bak, bana sarıl yorgunluğumu al ve bitmişliğimi ve hiçliğimi beni gene ben yap.
Herşeyimi al dudaklarım bana kalsın senin hiç bir şeyin sana kalmasın.
Yol boyunca dizilen aydınlatma lambalarının kirli sarı ışıklarının abluka altına aldığı bu yol var ya; her santimetresini cılız varlığıyla aydınlatmaya çalışan lambalara inat hiç bir sırrını vermeden her kılometresinde mutluluktan ağlattığı yada heder ettiği hayatların mahremiyetlerini böğründe bir bıçak gibi saklayarak uzanan bu yol, beni sana getirecek mümkünüm yok inemem.
Ben evimi özledim. Bana hoş geldin de kapı ziline koşan çocuklarımla karşıla beni
Açmısın de, sonra bana dokun, ellerime dokun.
Üzerimden ceketimi al,gözlerimden hasretimi,herşeyimi al dudaklarım bana kalsın
Seninse hiç bir şeyin sana kalmasın.
Mümkünüm yok inemem, insanların küçük hayatlarını paramparça eden, terini, gözyaşlarını, kanını eme eme siyahlaşan bu yollarda inemem, ben bu renkte ölemem.
Ben seni özledim, beni yıka, beni durula ve beni koynuna al, beni sar gözlerimi öp. Dolu dolu olsun gözlerin, gözlerini gören gözlerimi öp.
Dudaklarım bana kalsın, seninse hiç bir şeyin sana kalmasın.
Başımı göğsüne yaslayıp kalbini dinlerken avuçlarımı öp, dudaklarım bana kalsın ki sana söyliyeceğim iki kelimem var, seninse hiç bir şeyin sana kalmasın..
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.