- 566 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Savaşmadan Teslim Olmak
Emperyalizm, kurmuş olduğu ekonomik düzenle dünya çapında tüm insanlığın kanını emmeye devam etmektedir.
Uluslar arası silah ve enerji şirketlerinin ekonomilerinde ne zaman daralma emareleri görülecek olsa, dünyanın her hangi bir yöresinde, özellikle de mazlumlara yönelik bir savaş patlak vermekte. Böylece insan kanı, uluslar arası silah ve enerji şirketlerinin lehine paraya tahvil edilmektedir.
Cadı kazanına dönüştürülen dünya, her türlü gerekçeyi haklı kılacak kıvamda tutulmakta, ihtiyaç duyulduğunda derhal sözde haklı bir gerekçe ile emperyalist operasyon başlatılmaktadır. Bunun son örneği Irak işgaliyle gözler önüne serilirken dünya her zamanki sessizliğini korumaktan öteye gidememiştir.
Gelinen noktada şunu çok iyi anlamak lazımdır ki, işgal edilen sadece Irak toprakları değil, aynı zamanda insanlık onuru ve haysiyeti de işgale maruz bırakılmıştır.
Ülkemiz üzerinde oynanan oyunlar da tamamen aynı senaryoların bölümlerinden oluşmaktadır.
Dünya ekonomisi daralmakta ve Türkiye Cumhuriyeti toprakları ile sömürülmeye aday olarak gösterilmektedir. Son bir sene içinde onca Amerikan karşıtlığına rağmen Amerikan emellerine hizmette bir adım geri adım atılmamaktadır. Adına Büyük Ortadoğu Projesi (B.O.P) dedikleri projenin Türkiye aşaması adım adım uygulamaya konulmakta ve görünürde hedeften her hangi bir sapma da olmamaktadır.
İçinde bulunduğumuz durumu kısaca özetlersek;
Türkiye’de Amerika’nın güdümüyle gerçekleştiren (12 Eylül 1980) ve ulusalcıları hedef alan askeri müdahale, ülkeyi Menderes ile uygulamaya konulan planın ikinci ve önemli bir aşamasına getirmişti. Plana göre, tarikatlar aracılığıyla Türk insanına ucube bir anlayışla ve yorumla din pompalanacak ve eş zamanlı olarak misyonunu tamamlamış Ermeni Asala örgütünün görevi PKK’ya devredeceklerdi. Adına ılımlı İslam denilen, aslında İslamiyet’in yer yüzünden tasfiye edilme planı da denilebilecek dinsel yozlaştırma ve mezhepsel ayrışıma hız verilmiş ve o kadar abartılmıştır ki cemaatler arası bile farklı anlayışlar kendini göstermiştir. Artık ülke PKK terörü ve bağnazlık yolunda son sürat ilerlemektedir.
Her iki mekanizmanın da ortak hedefi; Türkiye Cumhuriyeti ve birinci görevi onu korumak ve kollamak olan Türk Silahlı Kuvvetleri’dir.
Alınan mesafe korkunç boyutlarıdır. Dindar insanlarımız din maskesi altında süre gelen hıyaneti görememekte, bölünmeye doğru giden yolda kendi silahlı kuvvetlerine yeterli desteği verememektedir.
Bütün bunlara bir takım işbirlikçi siyasetçiler de katılınca Türkiye fiili işgale hazır hale getirilme yolunda büyük mesafeler almaktadır.
Ülkenin bütün köklü kurumları, özelleştirme adı altında yabancı sermayeye yağmalattırılmakta, bütün stratejik noktaları bir bir elden çıkarılmaktadır. Ulusal bankaları da yüzde 42’ye varan önemli bir oranı yine yabancı devlet bankaları tarafından satın alınarak ekonominin denetimi elden çıkarılmaktadır. Bu tür uygulamalar dindar görünümlü işbirlikçiler aracılığıyla yapıldığı için de art niyet aranmamakta, hatta desteklenmektedir.
İşte bu vahim şartlara aşama aşama nasıl gelindiğini doğru anlayabilmek için daha önce sömürgeleştirilmiş bazı ulusların yakın tarihine göz atmamızda fayda var.
Bir Afrika özdeyişi geldiğimiz durumu o kadar net özetlemektedir ki, bunu sizlerle paylaşmadan edemeyeceğim.
Şöyledir : ‘’Hıristiyanlık Afrika’ya geldiğinde, Afrikalıların toprakları, Hıristiyanların ise İncilleri vardı. Hıristiyanlar bize gözlerimizi kapayarak dua ve ibadet etmemizi öğrettiler. Gözlerimizi açtığımızda onlar bizim topraklarımızı, biz de onların İncillerini almıştık’’ der.
İnsanların neredeyse var oldukları tarihten beri en zayıf yanları dinsel inançsal eğilimleri olduğundan, o tüm zamanların en büyük kozu yine oynanmaktadır. Hem de en hassas dönemimizde, en zayıf anımızda...
Dinimizin bu kadar siyasetin ve hayatın içine sokulması yönündeki çabalar, böylesine etkili ve önemli bir koz oluşundandır.
Seçim arifesinde insanlarımızın sloganlarla değil derinlemesine gözlemlerle kanaat oluşturması ve sandığa o şekilde gitmesi ülkemizin geleceği açısından hayati önem taşımaktadır. Zira bize yönelik savaş, emsali görülmemiş sinsi bir plan ile yürütülmektedir. Yedi düvelin dize getiremeyeceği bir ulusu işbirlikçiler marifetiyle bölüp parçalamak hem daha kolay hem de üstelik karlı bir yöntemdir de.
Nasıl mı?
Yabancı sermayeye yağmalatılan ve sadece ülkemizin değil dünya çapında ki önemli kurumları satılırken neredeyse sahip olduğu arsa fiyatına emperyalistlere verilmektedir. İki, üç senede kendini finanse edecek bu önemli kurumları satın alarak hem o ülkenin ekonomik denetimini ele geçirecek hem de ekonomik işgali bir kuruş harcamadan kâra geçerek gerçekleştirmiş olacaksınız. Oysa bu düzeyde bir denetimi ele geçirmek ancak ciddi savaş bütçeleri devreye sokularak gerçekleştirilebilir.
Durum böyle olunca kendi açımızdan yaşananları nasıl adlandırmalıyız. Elbette teslimiyet. Üstelik de savaşmadan teslimiyet.
Din bezirganları ve işbirlikçi hıyanet ehilleri aracılığıyla hiç bir direnç göstermeksizin teslimiyet.