- 513 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
He‘kimliğe’ devam...
‘Alt-üst kimlik’ safsatasından tutunda ‘Türkiyelilik’ zırvasına değin, esas maksadın: memlekette bir kargaşa yaratmak ve ayakçı tayfasını pohpohlamaktan ziyade, ‘ulus’ yapısının anlamını ‘ümmete’ çevirmek uğraşının olduğunu görürsünüz. Kimin çıkarına dersiniz?
İthamım biraz ağır olacak; koltuk sevdalılarının oy merakı, onları muhtelif çare arayışlarına yöneltiyor; öyle ki bu anlamda din tacirliği -özellikle laik yapıyı tam olarak hazmetmemiş toplumlarda- kaçınılmaz oluyor. Arada birkaç mısraımı serpiştirmeden geçemeyeceğim; mazur görünüz.
“Tekerrür eder, durur; simadır silik
Suyu çıkar; söylemlerde ezilir kimlik
Esasen bileni vardır, ulusun manasını
Çakarlar dillere destan ümmet aynasını”
Siz düşünebilir -veyahut tasavvur edebilir- misiniz; -temel niteliklerinin demokratik, laik, sosyal hukuk devleti olarak tertip edildiği Türkiye Cumhuriyeti’nde aktaracak olduğum şu sözlerin yönetim erbabından üst mevkilerde -ve hatta ‘Türkiyelilik’ kavramını kullanmış olan- bir zata ait olduğunu... “Demokrasi ile düzenler gelir, düzenler gider(Demokrasinin amaç değil araç olduğu)... 27 etnik grup yaşamakta ve varlıklarının tanınması gerekmekte... (bu anlayış) ‘Türkiye Türklerindir’ gibi tezler yanlıştır... (Toplumu bir arada tutmak için -zannediyorum ‘Osmanlı eyaletler sistemi benzeri’ olarak vurgulamıştı-) ‘inanç birlikteliği’ gereklidir...” Başınızı titreyen ellerinizin arasına götürmeden telâkki edebilir misiniz; durumun içerdiği vahamet böyle olunca ulus kavramının pamuk ipliği gibi çözülüyor olmasına pek şaşırmamak lâzım. Yoksa bu işin çıkarını sadece dışarıdakilerde aramamalı; niyetim galeyana getirmek değildir lâkin kaleler içeriden zapt ediliyor...
Esasen -(tereddütsüz ifade edebilirim ki) sağmal inek pozisyonundaki toplumun- ülke bütünlüğünün mezarını kazıyorlar demek daha doğrudur. Hedef tahtasında ‘Türklük’; artı kılı üzerimize kaydırmışlar; dolduruşlarını yapmışlar; fırsatını buldukları anda tüm kinlerini, hırçınlıklarını kusmaktalar... Bir tarafta nemelâzımcılık, dokunmayan yılan bin yaşasın zihniyeti; diğer tarafta -vurdumduymaz- alafranga aydın takımının çamur atmaları; öyle sefilleri oynuyoruz!
“Her satırına damga; mazlumun sayfasıdır
Bu alafranga ilerici aydın tayfasıdır
Ecnebi kalemiyle köşe olmaktır uğraşı
Nükseder arada, zira bırakmaz tıraşı”
Rahmetli üstat Attila İlhan’ın dediği gibi: “Türkiye’de basın Türk değildir.” Kulpunu bulan kapağı zat-ı muhterem ecnebi müteşebbislerinin sırtından geçinmeye -dolayısıyla ülkeyi sömürmeye- atıyor; işbirlikçiler, sahiplerinin talepleri doğrultusunda kayda değer bulunan -ne denli mühim olduğuna şüpheniz olmasın- hadiseleri kaleme alıyor; bunun adı demokrasi oluyor. (İktisadımızda da öyle değil midir; yerli sermayenin ruhu şad olsun!) Daha sonra da tatlı su aydını tabakası bizi geri kafalılıkla suçluyor; şaşarım akıllarına!
Aklıma gelmişken; Kasım 1930’da Ağaoğlu Ahmet Bey (SCF ileri gelenlerinden) yarayı ovar: “Safa mahallesinde, zevk sokağında, tufeylîler hanında uçurum, dalkavuklular sokağında yangın ve feci bir zelzele var.” Bir zahmet alakayı kurunuz...
Not: Bir zamanlar -yıllar evvel- kaleme almış olduğum şu satırlara bakar mısınız; hoşgörüyü nasıl ifade etmişim.
“İnsanlar kendi fikirlerini benimsetmek için hep büyük ve yüce varlıkların arkasına sığınırlar. Kimileri tanrıyı kullanır, kimileri Atatürk’ü. Bilinen ve yaşanmış gerçeklerden işine gelen örnekleri seçmek müteakiben allayıp pullayarak kendi düşüncesini dayatmak ve insanları kandırmak kolaydır…
... Hoşgörü; demokrasiyi şeriata giden yol, bir araç olarak görmek, toplum bunu istiyor demek, hem laik hem müslüman olunamayacağını savunmak veya bunlara göz yummak değildir. Hoşgörü; Türküm demeye utanıp veya çekinip ümmeti övenlere; camiyi kışla, mümini asker görenlere; yasak olmasına rağmen kamu alanlarında masum dinin siyasal simgesi olan türbanı tak(tır)maya diretenlere müdahale etmemek değildir. Hoşgörü; Atatürk’e, onun kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’ne olmadık sözler söyleyip vatanı bölmeye uğraşanlara, dini öğretmek bağlamında kafa yıkayıp yeni nesli sarığa sokanlara karışmamak değildir. Atatürk’ü dinsizlikle suçlayanlar kadar, Atatürk’ü dini inançları olan bir birey gibi göstermeye uğraşanlar da gafletin içindedir. Laik devlet yapısında hoşgörü; kendi dini inanç ve gereklerini başkalarının hak ve hürriyetlerini ihlal etmeden, gasp etmeden ve engellemeden yapmak; başkalarının dini inançlarına saygı göstermektir. O yüzden din bireyseldir ve kim olursa olsun kişilerin inanıp inanmaması kimseyi bağlamaz ve ilgilendirmez. Toplumsal yapıda, sosyal yaşamda karşılıklı saygı esastır. Hoşgörü budur!..”
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.