- 6206 Okunma
- 11 Yorum
- 0 Beğeni
VADİDEKİ HAYAT
Benim çocukluğumda, televizyonda vadideki hayat, diye bir dizi vardı. Bu dizi de bir kızıl derili ve bir kovboy ailesi anlatılırdı. Tam hatırlamasam da, herhalde öyleydi… Çok severdim ben bu diziyi. Beni alıp, üç beş yaşlarıma götürürdü. Bu dizideki insanlar, tek başlarına bir vadide yaşam savaşı veriyorlardı.
Benim bu diziden anladığım; insanlar dünyanın neresinde ve hangi şartlar altında olurlarsa olsunlar, evlatları için çırpınan ana babaların olduğuydu. Irkları ve dinleri hiç fark etmiyordu. İster bir kızıl derili, ister amerikan kovboyu ya da, Anadolu muzun bağrında, yaylalarda sürüsünü gezdiren göçerler, göçebeler diyelim. Hepsinin sevgisi aynıydı.
Hepsi evlatları için her şeyi yapmaya hazırdı. Aralarındaki tek fark; kültür farkıydı.
Yüreklerindeki sevgileri aynıydı. Ben de vadideki hayat gibi, bir hayat yaşamıştım. Yaşadığımız hayat, Ege bölgesinde şirin bir köy yakınlarında, bir çiftlikte geçmişti. Çiftliğimizde genellikle pamuk ekilir, yok demeyecek kadarda, çeşit bulunması adına birazda sebze ekilirdi.
Çiftliğe iki tarafı kavak ağaçlarıyla çit gibi çevrili bir yoldan gidilirdi. Orada burada gölgelik gibi duran karaağaçlar, ayrı bir güzellik katardı. Kuşların beslendiği aklı karalı dut ağaçlarını da unutmamak gerekirdi. Uzun lafın kısası, cennetten bir köşe deyimi var ya, işte o deyim bizim çiftlik için kullanılmıştı sanki… Babam çiftliğin kahyasıydı, (kahya patrondan sonraki yetkili) çok mutlu bir aileydik.
Yazın çiftliğe yatılı işçiler gelir, onlarla vakit geçirirdik.Kışın hayat daha zordu çiftlikte. Yakınımızda bulunan nehir, ara sıra taşar, güzel çiftliğimizi sular altında bırakırdı. Böyle zamanlarda babam, çiftlikte beslediğimiz atına atladığı gibi köye gider, acil ihtiyaçlarımızı alırdı. Yaya yürümek mümkün olmazdı. Su bastığı zamanlar, bazı yerlerdeki su seviyesi diz üstünü geçerdi.
Annem her zaman babamın destekçisi ve yardımcısıydı. Çiftlikteki işleri birlikte
yaparlardı. Her ne kadar işçiler olsa da, bir çok işi annem yapardı. Böyle annemin iş yaptığı bir gündü, yanına gelip, büyük karaağacın gölgesinde kasaya dizdiği domatesleri gözden geçiriyordum. Kasanın köşesine koyduğu domates öyle hoşuma gitmişti ki, anlatamam… Dakikalarca domatese bakmıştım. Pembe uzun bir bebek gibi, kasanın kenarına yatırmıştı annem onu. Bu dikkatim annemin gözünden kaçmamış olacak ki;
-Bir şey mi var kızım? Dedi bana. Ben kasadaki domatesi gösterip,
-Onu istiyorum! Annem hemen oradaki domatesi alıp bana verdi ve.
-İnsanın canın istediği, derdine dermandır. Bu söz yıllar sonrada hafızamda çakılı bir çivi gibi kalmıştı. Demek ki insanın canının istediği derdine derman olurdu.
Domatesimi, tarlaların sulanması için çalışan su motorunun yanana gidip, özenle yıkamıştım. Su büyük bir insanın beli kalınlığında fışkırarak akıyordu. Suya öylece baktım. ‘Ne kadar güzel akıyorsun; ama insanlar seni neden içmezler’ diye içimden geçirdim. Kuyudan çıkan su, sanki tuzla acı biber karışımı gibi bir tat bırakıyordu içenlerin ağzında. Biz bu suyu içemiyorduk. Babam bazen traktörle, bazen de atına binerek en yakın köyden getirirdi içeceğimiz suyu. En yakın köy sekiz ya da on km. kadardı uzaklığı.
Çiftlikte günlerimiz acı tatlı devam ediyordu. Büyük kara ağacın dibinde bağlı olan köpeğimiz, hırçın hırçın havlıyordu bir gün.
Annem :
-Baban geliyor herhalde. Karabaşı göstererek. ‘Bu yine kendini parçalıyor.’ Karabaş çiftliğe, babam yada patron gelirken çok uzaktan motor sesini tanıyıp havlardı.
Biz o kadar uzaktaki sesi değil tanımak, duyamazdık bile… Az sonra babam traktörle gelmişti ama, ben tanıyamamıştım. Babam bayramlık balon gibi şişmişti; adeta dokunsam, güm diye patlayacak…Korkup kaçmıştım.
Annem telaşla, ‘ne oldu Bey. nedir bu halin?’ Deyip, babama traktörden inmesi için yardım etmişti. Birlikte eve gitmiştiler. Annem bana, ‘korkma kızım, o senin baban, yabancı değil ki, niye kaçıyorsun? Hadi gel, baban temelli üzülmesin’ Dedi. Çekine çekine içeriye girmiştim ama, babama yaklaşmadan kapının yanında dikiliyorum. ‘Maazallah, babam patlarsa falan kapıya yakın olmalıyım, hemen kaçmak için.’ Annem:
-Hadi anlat şimdi çatlayacağım, ne oldu sana böyle?
-Ne olsun hanım. Aşağı tarlanın su yolu sazlarla dolmuş, bir türlü su yürümüyordu. Ben de aldım elime tırpanı, başladım biçmeye, az bir şey kalmıştı ki bitmesine, bir eşek arısının yuvasına tırpan salladığımın farkında değildim. Hepsi birden üzerime saldırınca, canımı kurtarmak için kendimi su arağına attım. Eğer orada su olmasaydı, arılar beni öldürebilirdi.
Annem: -Aman Bey, verilmiş sadakamız varmış. Sana bir şey olsaydı, ben üç çocukla ne yapardım bu yaban ellerde?
Ben ağır ağır alışıyordum babamın şiş haline, ‘ babam şimdiye kadar patlamadı, artık patlamaz’ diye ocağın yanındaki mindere oturmuştum. Babam bana hitaben:
-Benim güzel kızım, sen babanı tanımadın mı? Gel biraz seveyim, çok özledim seni.
‘Yok o kadar cesur değilim, eve girdiğim yeter, yanına gidemem, ya patlarsa? ‘
Yaz bitmek üzereydi. Sonbahar gelmişti. Pamuk işçileri, işlerini bitirmiş, birer ikişer gidiyorlardı. Çiftlikteki yalnız yaşantımız başlıyordu. Kışın buralardan kuş uçmaz kervan geçmez derler ya, işte öyle bir şeydi burada yaşamak. ‘Buradan sadece kervan geçmez, kuşlar uçar, hem de hangi tür istersen…’
Kışın genellikle su basan çiftliğimize yiyecek aramak için gelen yaban kazlarını mı, yoksa yabani yeşil başlı ördekleri mi, ya da saçaklarda güneşlenen sığırcıkları mı anlatayım.
Babam bir gün, çiftliğin ve evin eksiklerini almak için şehre gitmişti. İşleri uzamış olacak ki, gideli iki gün olmasına rağmen hala gelmemişti. Sabah kalktığımızda çiftlik yine sular altındaydı. Çiftlik evi su baskınları düşünülerek oldukça yüksek yapılmıştı. Ona rağmen, sular son basamağa kadar yükselmişti. Ben hiç bu kadar çok suyu hayatımda görmemiştim. Gözümün gördüğü her yer suydu. Evde pek yiyecek bir şey kalmamıştı. Babam da gelmemişti. Annem çaresiz; elini alnına siper edip sık sık uzaklara bakıyordu. Görünürlerde babam yoktu… O zamanlar telefonda yoktu. Biz sular altında kaldık, biri gelip bizi kurtarsın da diyemiyorduk. Çaresiz babamın gelmesini bekleyecektik.
Altı aylık olan kardeşim durmadan ağlıyor; annem göğüslerinde süt olmamasına rağmen, şaşkınlıktan on dakikada bir küçük kardeşimi emziriyordu. Artık açlıktan bizde ağlamaya başlamıştık. Annem çok çaresizdi. Kapı arkasında sürekli asılı olan av tüfeğini alıp dışarıya çıkmıştı. Ben ne yapacağını anlamış gibi, eteklerine yapışmıştım.
-Ben korkarım tüfekten patlatma anneeee!
Annem eline aldığı tüfeğe sıkıyı yerleştirirken:
-Bunu yapmak zorundayım kızım. Akşamdan beri bir şey yemediniz. Akşam olmak üzere, baban gelmezse bu gecede aç yatmanıza gönlüm razı olmayacak.
Beni kenara itip, çiftliğin göl olmuş sularında yüzen yaban ördeği sürüsüne, nişan alıp ateş etmişti. Saçmaların dokunduğu birkaç ördek suların üzerinde devrilmişlerdi. Annem belini aşan suların içine girerek, ördekleri alıp bize pişirip, yedirmişti.
‘Ben vadideki hayat dizisini çok sevdim. Benim de vadi de hayatım olmuştu. Benim annem de bir kızıl derili annesi kadar cesurdu. Benim annem de kovboy annesi kadar becerikli, dahası sevgi doluydu.
Emine Uysal 23/08/2009
YORUMLAR
Sevgili kardeşim Nermim, çok teşekkürler beğeniniz için...
Sevgili kardeşim Ayhan , sizi mutlu edebildiysem ne mutlu bana, ben içimden geldiği gibi yalın anlatıyorum,
hiç abartısız. Hepinize tekrar teşekkür ederim arkadaşlar,
Sayfama gösterdiğiniz ilgi beni mutlu etti...
Sevgilerimle...
Emine kardeş,okudum da oyle keyif aldım ki,nasıl anlatsam bilemiyorum.Yapmış olduğunuz tasvirler,yıllar öncesi yaşadıklarımı adeta gözlerimin önüne getirdi.Mesleğim icabı(ziraatcı) yıllarım,köylerde anlattığınız böyle yerlerin içerisinde geçti.Beni öyle mutlu ettiniz ki bu yazdıklarınızla...
Kalemin akıcı olması,yazılanların gerçek olması öyküyü daha da güzelleştirmiş.
Saygı ve sevgilerimi gönderiyorum efendim...selamlar...
Harkulade bir yazı ve anlatım KUTLARIMMMM...Böyle hayatlar insanı hayatta başarılı ve dinç kılar...Şimdilerde nerde ne bu hayatlar ögretici yaşamlar geliştirici ortamlar kaldı nede bu konuların işlendigi DİZİ VE FİLİMLER...Ne kadar abuk supuk yaşamdan uzak yayınlar varsa ortalarda geziyor konularmı takdiri okuyup seyredenler versin...Açmalı artık gözleri..ALKIŞLARLA KUTLARIM YAZDIRAN YÜREĞİ