Yaşlı Kadın Genç AŞK -I-
…ekmek kırıntılarını topluyordu yaşlı kadın kimseye belli etmeden. Ekmek bayattı, yaşlıydı tıpkı kadın gibi. Kırıntılar sofranın her tarafına saçılırken, kadının hayatı da yaşam sahnesinde bir oraya bir buraya saçılmıştı.
Bir iç çekti yaşlı kadın kendinden habersizce, sofradakilerin duyduğunun farkında olmadan. Kim bilir neler yaşamıştı şu ömründe, neler geçmişti başından, neler…
“Öyle değil mi anne” sesi ile irkildi yaşlı kadın. Gözlerinin içine bakan kızının sözlerini anlamadan “tabi tabi” diyerek geçiştirdi durumu. Hemen kendini toparladı, kendi kendine hayıflandı ekmek kırıntılarına.
Sofra toplamış aile eşrafı kendi aralarında konuşmalara dalmış, zaman akıp geçerken yaşlı kadın olanları sessiz bir şekilde bir tiyatro oyuncusu gibi izliyordu. Kahkahalar kahkahalara karışırken, ardı arkası kesilmeyen çaylar sefer yaparken masalara ve bir de bunlara çocukların sesi eklenince tam bir curcuna oluvermişti evin içinde. Yaşlı kadın köşesinde elinde tespih ile yalnızca susuyordu.
“-Anne sen bir şey ister misin?” sesi kadını bir anda tekrar hayata bağlayıvermişti.
“Çok açık çay getirir misin kızım bana” diye dökülüvermişti dudaklarından kelimeler. Çay, tıpkı kadının hali gibi soluk ve şeffaftı. Yavaş yavaş çayını yudumluyor bir yandan da derinlere dalıp gidiyordu yaşlı kadın.
Saat oldukça ilerlemiş torunlar uyumuş, evlatlar bir köşeye dağılmış, ev sessiz olmuştu tıpkı kadının şu anki yaşantısı gibi. Yaşlı kadın inancının gereği olarak düşündüğü namazını kılmış ve yatağına yönelmişti. Yatağına uzanıp gözlerini kapadığında sadece O beliriyordu yüreğinin bakışlarında. Uzaklardaydı ama kadın Onu hep yüreğinde taşımıştı, yorulmadan, yılmadan. Ona olan inancı, sevgisi ve AŞK’ı her daim tüm benliğini sarmış ve duygularını sukut kafesine hapsetmişti. Bir günde Onsuz geçirmişti hissettirmeden.
Sabaha erken kalktı her zamanki gibi namazdan sonra yatmazdı da zaten. Dualarını okudu, okudu, okudu… Herkesi imrendirecek bir inancı vardı yaşlı kadının hayat mana katan.
Torunlar erkenden uyanmıştı, “malum ya çizgi filmler erken oluyor” dedi kendi kendine. Teknolojinin gürültüsü odanın sessizliğini bozuvermişti; ama kadın hep sessizdi. Elinde düşürmediği tespihi beklide Onun halini bilen yegâne değerdi. Torunlarının sorularına ara sıra cevap veriyor, onlara bazen gülüyor bazen de kızıyordu; ama en önemlisi bunları belli ettirmiyordu.
Evlatlar uyandı, kahvaltı sofrası kuruldu, gelinler maharetlerini hazırladıkları sofra ile herkese neşrediyorlardı adeta. Yemekler yendi, karınlar doydu ve artık yol almak vakti gelmişti. Herkes elbiselerini giydi, hazırlıklarını yaptı ve kapıdan geldikleri gibi çıkıp gitti. Koskoca ev kaldı geriye bir de yaşlı kadın.
Her zamanki yerine oturdu kadın elinde yanından ayırmadığı tespihi ile. Zamanın çok çok öncelerine gitti, gençliğine, gençliğini yaşadığı yere, sevgiliye ve sevginin şehrine, İstanbul’a.
Beyoğlu’nun eşsiz sokaklarında buluvermişti bir anda kendini yeniden. Şaşalı yaşamın afili fabrika kızıydı. Nereden nereye dedi iç çekerek. İstanbul dendi mi akla ben gelirim, Beyoğlu dendi mi akla ben gelirim diye haykırıyordu maziye dalmış zihninin bir köşesinden. Samatya’dan fabrikaya işe gider işten sonra arkadaşlarıyla İstanbul’un en gözde mekânı Beyoğlu’nda buluverirdi kendini. Bir yukarı bir aşağı yürürlerdi şimdiki İstiklal’de. Yine o günlerden birinde gözde mekânında dolaşırken bir Jön Türk edasındaki delikanlıya gözleri dikkat çekmişti. Karizmatik, yakışıklı ve bir o kadarda mağrur bir duruşu vardı delikanlının. O da fark etmişti kızı. Kısa kısa bakışların ardında kızda delikanlıda uzaklaşmışlardı birbirlerinden. Artık, her gün o mekânlar farklı duygularla ve farklı amaçlarla geziliyordu. Bu içinde bulunduğu durumun adını kız koyamıyordu ama yüreğinden yükselen seda AŞK diye tüm benliğini titretiyordu. Evet, bunun adı AŞK’tı hem de katışıksız olanından.
Günlerden çarşambaydı ve mekân yine aynıydı. İkinci göz göze gelme durumunun her ikisini de mutlu ettiği hal ve tavırlarından belli oluyordu. Delikanlı bir anda kıza doğru yürümeye başladı. Kız çok kormuş aynı zamanda çok heyecanlanmıştı. Kalp atışının etrafındaki kişiler tarafından duyulduğunu zannedecek kadar büyük bir heyecanın içinde buluvermişti kendini. Delikanlı kızın tam karşısında duruyordu şimdi ve kız, sanki etraftaki herkes onları izliyormuş düşüncesinden kendini alıkoyamıyordu. Aslında böyle bir durum söz konusu bile değildi. Karmakarışık ve kelimelerle ifade edilemeyecek kadar duygusal, bakışlarla anlatılamayacak kadar içsel ve düşünülemeyecek kadar hızlıydı tüm bu yaşananlar. Derken delikanlının dudaklarından dökülenler…
Fatih Mehmet MİRZA
YORUMLAR
Aslında yaşamak bir yaştan sonra ,daha ayrıcalıklı oluyor.Çünkü hayat,daha çok degerleniyor.Hele birde açlık varsa,özlemler yuvalanıyor,hassas ruhlarda. Yaşamamışlık salgılanıyor, düşüncelerde.
Ben boynunda,kolunda boncuk gördügüm,yaşlı teyzelere hç kıyamam.Çünkü aşk mahkumudurlar.Tesbih onların,geçmiş olsun larıdır
...Saygılar sevgiler selamlar