yalanlar üstüne deneme
Biz akıllı canlılarız diye başlar insanlığın yalanı. Başımıza bir taç giydirilir, masallarla uyutulmaya başlarız, onlar olmadan dalamazmışız gibi derin uykuya. Bebekken başlarız oysa masal dinlemeye. Ve hayat öylesine geçer, kurulur yalanlar üstüne. Sevdiğimizi sandığımız insanlar çıkar karşımıza, hayat boyu unutmayacağım seni diyerek kandırırız birbirimizi. Oysa en büyük yalan değil midir, sen olmadan asla diyerek yaşamak. E yaşıyoruz işte. En büyük yalanlar aşklarla başlamaz mı, maskeler geçirip masum yüzlerimize “bana beni anlat düşlerinde” alışmışız ya sahtelikle hayat sürmeye, sonra sensiz yapamam”lı cümleler. Ne garip değil mi, yiyemediğin lokmayı tükürmek gibi arsızca yeniden yutuyoruz lokmalarımızı.
Hayatımıza her yeni giren insanlar için prens/ya da/ prenses olduklarını iddia ettiğimiz kürk mantolu madonnalarımız vardır, imkansız olan aşklar kavuştuğunda birbirlerine aslında hiç de aşk olmadığını havada kül külde duman bıraktığını anlarız oysa anlamazlık çıkmazında yürümeye başlarız. Biten bir aşkın peşinden yalınayak koşmak gibi hüzün denizinde bile bile boğulmak gibi, aşkın imkansızlığının ortadan kalktığını görmek. Bir yıkıntı yaşayıp da aslında hiç yara almadığını fark etmek, insanlığın acınası hallerinden. Ne kadar az zarar o kadar kar insanın hayatına…
Beni anlayabiliyor musunuz? Beni anladığınızı sanıyorsunuz, oysa ben yitirilmiş düşlerimi içimde bastırmaya çalışan yüreğine her zaman yenik düşen, imkansızlığa ulaştığında hala gözlerinde o ışığı hiç yitirmeyenlerdenim. Oysa bana masallar anlatılmadı, kandırılmadım pembe panjurlarda. Hayatın olağan çizgisi her daim içimdeydi, önümü göremiyordum belki ama o çizgide ağır aksak yürüyebiliyordum.
Beni anlamıyorsanız mühim değil, mühim olan beni anlamanız. Tek diken yaşadığımı görmeniz beni sarsmaz, mühim olan ayakta durabilmektir. Yaşadığım an içerisinde önümü göremesem de yanımda olan herkes yolumu aydınlatmaya yetti. Şimdi imkansızlığımın bedelini ödüyorum…