- 894 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
SEVGİLİ AYLA BERKİN'E...
Öncelikle;
Güzel Yurdumun Yavrusu Kıbrıs’a Selam ve Sevgilerimi Sunuyorum.
Km’lerce uzaklardan sevgiyle bizi kucaklayan siz ATATÜRK KADINI Ayla Hanım;
Yazılarınızı okurken öylesi bir ruh haleti içine giriyorum ki, bu duygu hallerimi, size nasıl anlatsam?
Kah öfke biçiyorum, kah umudumu yitiriyorum, ama her seferinde ulu önderimizin sözleri ile bu gaflet halimden sıyrılıp, umudumu besliyorum. 1930’lu yıllarında özellikle bizlere seslenişi, beni yüreklendirip, bizden sonraki geleceğe miras bırakacağımız ONURUMUZU korumamız gerektiğini düşündürmekte:
"... Gelecek nesillerin Türkiye de Cumhuriyetin ilanı günü, ona en merhametsizce hücum edenlerin başında, cumhuriyetçiyim iddiasında bulunanların yer aldığını görerek şaşıracaklarını asla farz etmeyiniz! Bilâkis, Türkiye’nin münevver ve cumhuriyetçi çocukları, böyle cumhuriyetçi geçinmiş olanların hakikî zihniyetlerini tahlil ve tesbitte hiç de tereddüde düşmeyeceklerdir.
Cumhuriyet rejimi demek, demokrasi sistemi ile devlet şekli demektir. Biz Cumhuriyeti kurduk, o on yaşını doldururken demokrasinin bütün icaplarını sırası geldikçe uygulamaya koymalıdır. 1933 (Afetinan, Atatürk Hakkında B. H., S. 251)..."
Biliyor musunuz çoğu geceleri tekinsiz sabahladığım oluyor, benim de uykularım bölünüyor. O anda aklımdan geçen saçma düşünceleri bir bir yazsam "olur mu, can?" sorusu ile karşılaşacağım, eminim. Olsun, ben yine de yazacağım.
Yıllar önce çalıştığım iş yeri ile yan yana olan Libya Konsolosluğu ile aramızda bir demirden kapı vardı. İşe geç kaldığımız günlerde, bu kapıyı kaçamak kullanır, dev binayı çepe çevre dolaşmazdık. Yine bu demir kapıyı kullandığımız bir gün yalnız değildim. Mesai arkadaşım da geç kalmıştı. Libya Konsolosluğunda Arapça kurslarına katılıyordu, arkadaşım elinde küçük küçük kitaplar vardı, merakla baktığımı görünce bir kaçını bana uzattı. Libya Lideri Kaddafi’nin Cuma Hutbeleriydi. Çalışma odama geçince okumaya başladım.
Libya Halkına şöyle seslenmişti.
"...Eyy, Libya Halkı, Amerika yeryüzüne inmiş bir şeytandır, ona uyanlar, şeytana hizmet eden uşaklardır, Türkiye de o uşaklardan biridir ve ben bir zamanlar size hükmeden Osmanlının torununlarını, şimdi sizlere uşak etmedim mi?.."
Şaşırmıştım. Bu nasıl bir "cuma hutbesiydi?" diye. Üstümüze alınmak istemedim, ama orada çalışan yabancı işçileri de düşünmeden edemedim.
Öyle ya, Libya’da iş nedeniyle bulunan Türk işçileri, ailesinin nafakası için "wc" bile temizlemeye razı, inşaat amelesiydi...İçindeki öfkeyi kusan Kaddafi verdiği sözü güya tutuyordu.
Libya Konsolosluğunda küçük el kitapları olarak bu bilgiler İstanbul’da dağıtılıyordu.
Türkiye’de okumuş ve vatanımızın topraklarında ekmek yemiş, su içmiş, yediği kabı pisleyen bu "Libya’nın Çılgın Lideri" halkına bir söz daha vermişti. Bir gecede alınan bir kararı radyodan Libya Halkına iletmişti:
"...Ey, Libya Halkı, oturduğunuz evin belgesini bana getirin, size hemen tapunuzu vereyim..."
Üç milyon Libya insanı bir gecede bedavadan ev sahibi olmuştu. Bazen havacı, bazen karacı, bazen de denizci askeri üniforması giyen Libya Lideri, halkının gelecekte de çoğalacağını düşünerek, çölün dışına üç milyondan fazla konut inşaatı için Türk İş adamlarını ve işçilerini tercih etmişti.
"Çılgın Arap Lider" dediğimiz bu lider, camilerde iyi bir hatip aynı zamanda. Amerika’ya kafa tutup çölde Libya’nın onurunu korumakta, aklı sıra...
Peki, ben neden şimdi uykularımı bu Arap lideri ile bölüyordum?
Kimbilir, belki bir gecede TV’larda veya basından okuyacağımız bir kararla;
"Her Türk İnsan ikamet ettiği evini derhal tahliye etsin, tapularınız iptal edildi, başınızın çaresine bakın!" verilecek bir karar, kaygıları baskın çıkmakta.
Olur mu, olur...
Öyle ya, daha anne karnındayken borçlandık.
Ve sorular üşüşüyor birbiri sıra kafamda, binlerce karıncaların ayak sesleri gibi her bir soru...İçlerinden bir tanesi med-cezirlerle sersemletiyor beni.
Kime borçlandık?
Bu paranoyalardan kurtulamıyorumki, bir türlü.
Yurdumun dışa bağımlı ve borç batağına saplanmış olduğumuz şu son günlerini, betimlemeye çalışırken belleğimden, aklıma birden Nobel Ödülünü kazanan hem cinsim geldi. Madam Curie ve eşi Pierre Curie’yi bugünü görmüş gibi o günün şartlarını da omuzlarında taşıyan iki değerli bilim insanıydı. Bu değerli iki insan tarihe adlarını yazdırmadan önce direndiler. Zaman zaman bilmeye, açıklamaya ve keşiflerinde bir zafiyet geçirseler bile asla pes etmediler ve finale zafer bayrağını diktiler.
Peki bunu hangi psikoloji ile başarmışlardı?
Bu soruyu sorduğum an kulağımda Madam Curie’in sesi adeta çınladı:
"...İnsanları geliştirmeden daha iyi bir dünya kurmayı düşünemezsiniz. Bu sonuca ulaşmak için, her birimiz kendi gelişimimiz için çalışmalı ve aynı zamanda tüm insanlık için genel bir sorumluluk paylaşmalıyız; özeldeki görevimizse en çok yardımcı olabileceğimizi düşündüklerimize yardım etmektir...”
Bunu başarabilir miyiz?
Sivil toplum örgütlerimiz, kişisel gelişimden sorumluluk üstlenmişler ve sivil insanların maddi manevi destekleriyle zar zor ayakta kalmaktadır. Buna en somut örnek ise; edebi uykusuna çekilmiş ve "Nobel Ödülü" alan sahte şovenistler gibi olmayan Türkan Saylan’dır. Yakalandığı kanser hastalığı ile savaşırken bile genç kuşaklara "kişisel" gelişimi için kendini adamış bir bilim kadınıdır. Yıllardır "dernek" olmaktan "vakıfa" geçemeyen, devlet desteği alamayan, Atatürk İlkelerine bağlı olan aydın Türk Kadını, ülkemin sancılı günlerinde hastalığını dahi unutmuştu.
Hele ki, şu farklı adlar altında açılımlar ile açılan dosyalar ve kapalı kapılar ardında emperyalist güçlere verdiğimiz imzaları, sattığımız topraklarımızın tapuları, "Güney Doğu Anadolu ve Van Gölü’nün dahi tapularının kime ait olduğu?" düşüncesi dahi beni acıtmaya, uykusuz bırakmaya yetiyor da artıyor bile...
Yine Atatürk’üme danışıyorum, bu handikaplı ruh hallerimde:
"...Cumhuriyetimiz öyle zannolunduğu gibi zayıf değildir. Cumhuriyet bedava da kazanılmış değildir. Bunu elde etmek için kan döktük. Her tarafta kırmızı kanımızı akıttık. İcabında müesseselerimizi müdafaa için lâzım olanı yapmağa hazırız. 1923 (Atatürk’ün S.D. III, S. 71)..."
Ve o hala yaşıyor içimde...
Ölmedi ki,
Onu ve onun gibilerin varlığını düşünmek bana güç veriyor, bölünen uykuma kaldığım yerden devam ediyorum.
Gözlerimi kapamadan önce, dudaklarımdan bir dua gibi sözcükler çıkıyor:
"...Ebedi uykunu böldüğüm için ÖZÜR dilerim Atatürk’üm!.."
Emine Pişiren/Edremit-Akçay
21.08.2009
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.