BEKLEME SALONU
Belki de bugün en çok yaptığım şeyi yapıp saate baktım yine. Dokuz buçuk olmuş. En son baktığımda dokuz yirmi sekizdi. Neden böyle anlarda vakit geçmek bilmez bilmiyorum. Aslında hiçbir şey olmamış gibi davranmaya çalışıyorum. Sanki sıradan bir gün ve ben bugün hastanenin acil servisine karımı apar topar getirmedim ve şu anda da doğumhanenin önünde onu beklemiyormuşum gibi. Ama bekliyorum işte. Hem de ne bekleyiş, geçen her bir saniyeyi sayarak, gözüm kocaman harflerle “ Doğumhane” yazan tabelanın altındaki büyük kapıda, kulağım ise buradan duyup duyamayacağımı bilmiyorum ama doğacak bebeğimizin sesinde. Benim halimi ancak daha önceden bu durumu yaşayanlar anlayacaktır.
Sanırım yaktığım hiçbir sigarayı yarısına kadar bile içemedim ve küllüğe bastım. Önümdeki koca küllük ağzına kadar doldu. Beni sevindiren bir şey ise burada, yani doğumhanenin bekleme salonunda sigara içilmesine müsaade ediliyor. Hastane yönetimi bizim gibilerin haline acımış olacak ki böyle bir karar almış, iyi de etmiş.
Şimdi düşündüm de, itiraf etmeliyim ki karımla hamileliği sırasında aldığımız ortak bir karardan ötürü pişman olmaya başladım. Her ikimiz de doğumdan önce çocuğumuzun cinsiyetini öğrenmek istemedik. Bu konudaki kararımızı da doktorumuza bildirip, çocuğumuzun kız mı yoksa oğlan mı olduğunu bize söylememesini sıkı sıkı tembihledik. İkimiz için de çocuğumuzun cinsiyetinin bir önemi yoktu; ne ben “illaki erkek olmalı, erkek adamın erkek çocuğu olur” gibisinden tutturuyordum, ne de karım “ illa kız olmalı” diyordu. Bizim için önemli olan annesinin yavrumuzu, hem kendine hem de yavrumuza bir şey olmadan sağlıklı bir şekilde dünyaya getirmesiydi. Ama ya şimdi, bekleme salonunda bir aşağı bir yukarı yürürken merak ettiğim ve endişelendiğim onca şeyin üstüne bir de bu eklendi. Çocuğumuz kız mı yoksa oğlan mı merakı. Yine de bunun benim için bir önemi yok ama merak işte, oğlum mu olmuştu ya da oluyordu yoksa kızım mı?
Bakın sizinle bunca şeyi dört dakika içinde paylaşmışım. Yine saate baktım, dokuz otuz dördü gösteriyor. Oysa bana çok daha uzun süredir anlatıyormuşum gibi geliyor. Uzun süredir ortalıklarda kimsecikler görünmüyor. Halbuki on, on beş dakika önce birkaç hemşire bir aşağı bir yukarı telaşlı telaşlı gidip geliyorlardı; ama şimdi bir tanesini ara ki bulasın. İyice merak etmeye başladım.
Aksi gibi bugün bir tek benim karım doğuruyor galiba. Burada başka hiç kimse yok eşini bekleyen. Belki de tüm baba adayları bugün beni bu dayanılmaz endişe ve meraklarla baş başa bırakmak için ağız birliği ettiler. Halbuki yanımda benim durumumda birisi daha olsaydı, belki de bu kadar heyecanlı olmayacaktım. Bir de bu kişi deneyimli, ikinci ya da üçüncü çocuğunu bekleyen bir baba adayı olsa, hepten sakinleşirdim sanırım.
Size bunları anlatırken büyük beyaz terliklerini sürüye sürüye bir hademe geçti önümden. Bir an ona sormayı düşündüm içerideki durumu; fakat daha sonra adamın beni tersleyebileceği düşüncesiyle vazgeçtim bu fikrimden ve bir hemşire gelinceye kadar beklemeye karar verdim. Zaten elimden beklemekten başka bir şey de gelmiyor.
Şunu söylemeliyim ki sizlerle bunları paylaşmak beni bir parça olsun rahatlatıyor. En iyisi bir sigara daha yakıp, sizlere çocuğumuza koymayı düşündüğümüz isimden bahsedeyim. Başta da dedim ya çocuğumuzun cinsiyetini bilmiyorduk. Bu yüzden iki isim birden bulmamız gerekiyordu. Hem eşim hem de ben çocuğumuza, anne ya da babalarımızın isimlerinden birini vermeyi istemiyorduk. Hal böyle olunca ikimiz de çocuğumuza bir isim aramaya koyulduk. Bir gün eşim elinde, kalın, kocaman bir kitapla geldi eve. Üzerinde “ Yeni Doğanlara İsimler” yazıyordu. İşimizin kolaylaşacağını zannetmiştim kitabı görünce; ama durum hiç de tahmin ettiğim gibi olmadı. Kullanabileceğimiz seçenekler arttıkça, kafamız daha da karıştı ve karar vermemiz zorlaştı. Sizin de tahmin edebileceğiniz gibi kitaptaki binlerce isimden birisinde bile uzlaşamadık eşimle ve doğuma az bir süre kala bir karar aldık. Eğer doğacak çocuğumuz erkek olursa, ismini eşim koyacaktı; kız olur ise ben koyacaktım. Ve her ikimiz de konulacak ismi, itiraz etmeden kabul edecektik. Bu güne kadar birbirimize, çocuğumuza hangi ismi koymayı düşündüğümüzü söylemedik; ama ben bunu sizlerle paylaşacağım ve eşimden önce size söyleyeceğim yavrumuza hangi ismi koymayı düşündüğümü; tabii ki bebeğimiz kız olursa. “Firuze” evet, kızıma koymayı düşündüğüm isim bu. Tam da içimi ısıtan, sevebileceğim bir isim bulmaktan ümidimi kesmek üzereyken buldum bu ismi. Bir şarkıda geçiyordu bu isim ve daha ilk duyduğumda içimi ısıtıverdi. Ben de kararımı verdim. Eğer kızım olursa ismi “Firuze” olacak.
Artık dayanamayacağım bu bekleyişe. Nefesim daralıyor ve midem yanıyor. Sanki içimde kaynayan bir volkan var ve bu volkan, her nefes alışımda körüklenmiş gibi alevler saçıyor mideme. Aksi gibi hala ortalıkta kimsecikler yok ve saat dokuz kırk beş olmuş. Neden hala kimse gelip “ Oğlunuz ya da kızınız oldu ve karınız da sapasağlam.” demiyor acaba. Sigaram bitti ve ben bu saatten sonra kantine kadar gidip sigara alamam. Ne yapayım artık, burada biraz daha bekleyecek olursam küllükteki az kullanılmışlardan takviye ederim. Midem iyice kötüleşti. Bu gidişle korkarım benim de acil bir müdahaleye ihtiyacım olacak.
İşte her şey şu kocaman soğuk yüzlü kapının arkasında olup bitiyor ve benim elim kolum bağlı, hiçbir şey yapamadan çaresiz bekliyorum. Belki şimdi sizler “Ne yapacaksın yani, istersen hadi gir de sen doğur” diyorsunuz ama inanın bana zaten şu an dokuz doğuruyorum ve durumum git gide kötüleşiyor. Artık aşağı yukarı da dolaşamıyorum çünkü titreyen dizlerim bedenimi taşımıyor. Ayağa kalksam bile titreyen bacaklarım yüzünden zangır zangır sallanıyorum.
Saat dokuz elli oldu ve sonunda sabrım tükendi.. Kararımı verdim. Gözümde git gide büyüyen bu kapıyı açacağım ve içeride her şey yolunda mı diye bir göz atacağım. Tabii yüreğim buna dayanır ve titreyen dizlerim beni oraya kadar taşırsa. En iyisi son bir gayretle kalkıp bakmak sanırım...
Biraz önce ilginç ve benim için sevindirici bir şey oldu. Kararımı uygulamak üzere kalkmış ve doğumhanenin size deminden beri bahsettiğim o büyük, soğuk yüzlü, ürkütücü kapısının önüne gelmiştim. Tam da kapının üstünde yazan “Girilmez” yazısına aldırmadan içeriye dalmak üzereydim ki, içeriden çıkan bir hemşireyle burun buruna geldim. Az kalsın çarpışıyorduk. Bir an ne yapacağımı bilememiştim. Olduğum yere çakılıp kalmış, annesinin pişirdiği kurabiyeleri gizlice aşırırken yakalanan yaramaz bir çocuk gibi ne diyeceğini bilemez bir şekilde gözlerimi yere indirmiştim. Bu çok kısa süren afallamadan sonra kendimi bir parça toplayıp kekeleyerek “Karım içeride” diyebildim. Bu kısa cümleyi hemşireye söyleyiş biçimim, içeride doğum yapan karımın nasıl olduğu, bebeğimizin dünyaya gelip gelmediği, doğduysa nasıl olduğu gibi bir çok endişe yüklü soruyu da içinde barındırıyor ve eminim hemşire kız için anlaşılır kılıyordu.
Genç hemşire yüzüne yayılan kocaman bir gülümseme ile cevap verdi bana: “Merak etmeyin beyefendi. Heyecanınızı anlıyorum fakat şöyle biraz oturup sakinleşmeye çalışın lütfen.” sonra koluma girip beni koltuğa kadar götürdü. Demek ki dışarıdan bakıldığında oldukça kötü görünüyordum. Beni yavaşça oturtup iyi olup olmadığımı sordu ve ekledi: “Ben doğumun yapıldığı odadan gelmiyorum fakat eminim karınız iyidir. Zaten sanırım siz geleli çok fazla olmadı öyle değil mi?” Sen gel de bana sor o geçen her bir saniyeyi dedim içimden.
Hastanede böyle birisine rastlamak zordu. Genelde herkes bir karış suratla dolaşırdı ve siz de bir şey sormaya çekinirdiniz bu yüzden; ama benim şansım vardı karşıma böyle güler yüzlü ve benimle ilgilenen birisi çıktığı için. Güler yüzlü genç hemşire kızın, bu tavrından cesaret alarak : “Teşekkür ederim. Şimdi biraz daha iyiyim. Fakat benim için içeriye girip karımın nasıl olduğuna bakarsanız eminim çok daha iyi olacağım.” dedim. Kız beni hayal kırıklığına uğratmadı ve yine aynı güler yüzüyle: “Siz sakin olmaya çalışıp bekleyin. Ben gidip bir bakayım içeriye karınız nasılmış?” dedi ve benim teşekkür ve minnet sözcüklerimle beraber kapıdan tekrar içeriye girdi.
Ben de şimdi hemşirenin getireceği iyi ve sevindirici haberleri bekliyorum. Ve sanırım bu sevindirici olaydan sonra biraz daha iyiyim. Saatin tik takları beynimde çınlamıyor artık ve hatta o sevimsiz kapıya bile ısınmaya başladım. Umarım hemşire çabuk gelir de bu işkence bir son bulur.
Sigaramın bitmiş olduğunu unutarak ani bir refleksle masanın üzerinden boş paketi aldım ve açtım. Daha sonra da avucumun içinde ezip, dolmuş küllüğün üzerine bıraktım. Ve birkaç nefes çekip söndürdüğüm bir sigarayı küllükten alıp tekrar yaktım. Dakikalar geçiyordu; fakat hemşire kız bir türlü gelmiyordu. İşte ben yine bekliyordum; beni yavaş yavaş tekrar saran endişe ve meraklarla.... İçimdeki yanardağ tekrar faaliyete geçmişti ve ben yine derin derin nefes alamaz olmuştum. Beynim uyuşmuştu sanki. Dilim damağıma yapışmış bir şekilde artık sigaranın izmaritini çekerken ciğerime, kararmakta olan gözlerim doğumhanenin açılan kapısından yüzüme gelen esintiyle aydınlandı.
Karşımda biraz önce içeriye giren güler yüzlü hemşire kız duruyordu. Büyük kapının önünde öylece durmuş, bana bakıyordu. Ve çok kısa bir an bu şekilde sessizce bakıştık. Hemşire kızın yüzü ciddiydi. Onun yüzünde, içeriye girdiği sıradaki gülümsemesinin olmayışı benim endişemi kat kat arttırmıştı ki genç hemşirenin yüzü aydınlandı. Biraz öncekinden çok daha büyük bir gülümse gelip yerleşti yüzüne. Ve kulaklarımda hala çınlayan o ses: “Müjdemi isterim...”
Her ne istersen güler yüzlü hemşire sen ne istersen. Ve hoş geldin “Firuze”, hoş geldin dünyaya. Her ne kadar zor ve sancı dolu olsa da gelişin annen ve benim için, bir şarkı gibi akıp gitmeni dilerim, umut ve sevgi dolu bir şarkı gibi...
YORUMLAR
Ben de şimdi hemşirenin getireceği iyi ve sevindirici haberleri bekliyorum. Ve sanırım bu sevindirici olaydan sonra biraz daha iyiyim. Saatin tik takları beynimde çınlamıyor artık ve hatta o sevimsiz kapıya bile ısınmaya başladım. Umarım hemşire çabuk gelir de bu işkence bir son bulur.
Sigaramın bitmiş olduğunu unutarak ani bir refleksle masanın üzerinden boş paketi aldım ve açtım. Daha sonra da avucumun içinde ezip, dolmuş küllüğün üzerine bıraktım. Ve birkaç nefes çekip söndürdüğüm bir sigarayı küllükten alıp tekrar yaktım. Dakikalar geçiyordu; fakat hemşire kız bir türlü gelmiyordu. İşte ben yine bekliyordum; beni yavaş yavaş tekrar saran endişe ve meraklarla.... İçimdeki yanardağ tekrar faaliyete geçmişti ve ben yine derin derin nefes alamaz olmuştum. Beynim uyuşmuştu sanki. Dilim damağıma yapışmış bir şekilde artık sigaranın izmaritini çekerken ciğerime, kararmakta olan gözlerim doğumhanenin açılan kapısından yüzüme gelen esintiyle aydınlandı.
Karşımda biraz önce içeriye giren güler yüzlü hemşire kız duruyordu. Büyük kapının önünde öylece durmuş, bana bakıyordu. Ve çok kısa bir an bu şekilde sessizce bakıştık. Hemşire kızın yüzü ciddiydi. Onun yüzünde, içeriye girdiği sıradaki gülümsemesinin olmayışı benim endişemi kat kat arttırmıştı ki genç hemşirenin yüzü aydınlandı. Biraz öncekinden çok daha büyük bir gülümse gelip yerleşti yüzüne. Ve kulaklarımda hala çınlayan o ses: “Müjdemi isterim...”
Her ne istersen güler yüzlü hemşire sen ne istersen. Ve hoş geldin “Firuze”, hoş geldin dünyaya. Her ne kadar zor ve sancı dolu olsa da gelişin annen ve benim için, bir şarkı gibi akıp gitmeni dilerim, umut ve sevgi dolu bir şarkı gibi...
bu ne güzel
bir hikayeydi
böyle.
saygılar.