Rehin Hayatlar_15
**Buyur canım...Seyreyle..***
Duyduğum sesle gözlerimi açıp rüya gördüğümü sanarak tekrar kapattım. Aynı ses bu sefer daha kuvvetli ve uzun çalınca telefondan geldiğini düşünerek, okurken üzerinde uyuyup kaldığım kitabın yüzümü acıttığı yeri elimle oğuştura oğuştura telefonun yanına gittim. Tekrar çalan zilin kapıdan geldiğini anlayıp Neriman ablamın geldiğini sanarak telaşla diyafonu kaldırıp,"Kim Oooo?" dediğimde duyduğum ses;
_"Anahtarımı almamışım,kapıyı açarmısın lütfen."diyen Ekremin sesiydi.
Kapıyı açıp,dondurucudan çıkardığım böreklerin çözülen buzlarının suyunu alması için kağıt havlunun üzerine sıralarken Ekrem yanıma gelip usulca omzuma dokunarak;
_"N’pıyon?"
_"Hiç...böreklerin suyunu kuruluyorum"
_"Şimdi pişercen mi onlardan?"
_"Düşünmemiştim ama istiyorsan kızartırım"
_"Çay da yapcan mı?"
Birden içimden,"Zıkkım iç" diyesim geldi.Az önce kapı çarpıp giden O değildi sanki._Bu ne perhiz?,bu ne lahana turşusu?_der gibi kısa bir bakışmamızın ardından;
_"Tamam ,yapayım."
_"Offf !Burası amma da sıcakmış.Ben arka balkona gidiyorum.Çay demlenince gelirsin,zahmet olacaksa börekler kalabilir,sıcakta uğraşma istersen..."
Sen bardakları tepsiye koyup götür diyecektim ama içimden gelmedi. Mutfak öğleden sonra sürekli güneş gördüğünden baya sıcaktı.Baharın gelmesiye birlikte Eylül’ün sonlarına kadar ön balkon ile arka balkon arasında mekik dokumaya başlıyoruz.İçerilerde durmak mümkün değil.Çay demlenirken açlığımızı yaşıştıracak kadar da börek kızartıp,bardaklarla bereber tepsiye koyarak balkona gittiğim de;
Ekrem’in elindeki düzeltmeye çalıştığı buruşturulmuş beyaz kağıdı görünce elimdeki tepsiyi düşürmemek için hemen masaya koyup ,çaydanlığ alma bahanesiye mutfağa gittim.Burda ne kadar durabilirim ki?deyip çaydanlığı alarak yanına gidip masanın üzerine bırakıp;
_"Börekler sıcak,biraz soğusun "diyerek kanepenin kapıya yakın tarafına oturup,içimden,"keşke Cevriye abla balkona çıksada onunla bari konuşsam "diye düşünürken;
_"Neriman gil ne zaman geleceklermiş?Aradılar mı tekrar?"
_"En son ,sen marketteyken konuştuk,sonrada telefonu kapatıp şarja taktım.Bana ulaşamazlarsa seni aralar diye düşündüm.Seni de mi aramadılar hiç?..."
_"Aramadılar ama akşama doğru anca gelirler herhalde..Bu kağıttakileri sen mi yazdın?"
_Bilmeeemmm..Ne yazıyor ki orda(!).."
_"Senin yazına benziyor ve senin okuduğun kitabın yanında duruyor.sen bilmeyeceksin de ben mi bileceğim?.Al bak..."
_"Hıı..Benim yazım."deyip avucumun içine alıp tekrar buruşturdum ama "Verir misin? tekrar okumak istiyorum"deyince verdim.İki elinin arasında ütü yapar gibi kağıdı düzeltip epey bir baktıktan sonra;
_"Ne zaman yazdın bunu?"
_"Hatırlamıyorum."
Çay doldurmak için yerimden kalkacağım sırada kolumdan tutup,sanki biraz da canımı acıtmak istercesine sıkarak;
_"Bunu, ne za man yaz dın? diye heceleye heceleye tekrar sorunca.
_"Bu gün yazdım!...Ve sana yazdım!...Senin için yazdım!...Aslında bu, şiir den ziyade sana yazılan bir not’tu...Sen kapıyı çarpıp gidince sana not yazıp bende çıkıp gidecektim...Senin bana yaptığın gibi ben de senin canını acıtmak istedim ama yapamadım!...Kitap okurken uyuyup kalmasam belki yapardım.Bilmiyorum."
_"Nereye gidecektin peki?.."
_"Onu da bilmiyorum.Benim nerem yada kimim var ki?.İki sokak aşağıdan öte gidemeyeceğimi sende biliyon."
_"Niye kimin/kimsen yokmuş ki?bir sürü akraban,eşin/dostun var."
_"Onların hepsi senin akraban ve eşin/dostun!..Beni yolda görseler görmemezlikten gelirler.Taaa ki;112 Hızır Acil’i arayacakları zaman akıllarına gelirim ben.Gitsem gitsem kaynanamın yanına gider,kocam bana şöyle şöyle dedi derdim,Onun bu soruna kökten bir çözümü vardır mutlaka...Hiç bişey yapamazsam da hava almış olurdum."
_"Ve benimde bu bahanelere inanmamı bekliyorsun öyle mi?..Hiç uğrama boşuna,beni çoktan kaybettin..Vay be...Demek kaybettim ha?.."
_"Cımbızla çeker gibi niye o cümleye takıldın?Diğerlerine diyecek bir lafın yok mu?"
_"Benim asıl anlamak istediğim bu cümleydi."
_"O sözlerin tamamı Türkce,dilediğin şekilde yorumlayabilirsin...Gerçi senin dil problemin yoktu demi?,sürekli yurt dışında seminerlerde olduğuna göre,hangi dilden anlıyorsan o dilden yorumla.""Peki" deyip kağıdı dörde katlayıp gömlek cebine koyunca;
_"Ben onu sana yazdım ama henüz sana vermemiştim,düzeltilecek ,ilave edilip yada çıkartılacak yerleri var.Lütfen verirmisin geri?"
_"Duyguların tazeyken yenisini yaz.Bu da bende dursun,okur okur düşünürüm."
_"Sen benim yazdıklarımı düşüneceğine,yazmama neden olan duygu,düşünce ve bana söylediklerini düşün."
_"Onlar öfkeyle söylenmiş sözlerdi.."
_"Vay be..Özrü kabahatinden büyük.Demek öfkelenince ortaya atılmadık ne geçmiş kalıyor ne gelecek..Aslı astarı olmayan duyumlarla...Değdi mi bari?..Aklıma geldikce kafamın şartalleri atıyor!...söylediklerim,yazdıklarım asıl söyleyeceklerimin yanın da hiç bir anlam ifade etmiyor bile...Sen bana resmen...."
_"Sus lütfen.Sakın aklından geçen o kelimeyi söyleme...hatta aklıma bil getirme.Çok özür dilerim.Affetmen için ne gerekiyorsa onu yapayım,onu söyleyeyim..Ben bir eşşeklik yaptıysam sende eline sopa alıp kovalama!..."
Masanın üzerindeki çaydanlığı alıp mutfağa ısıtmaya gittim.Su kaynayıncaya kadar beklemek için bir sigara yakıp robottan farksız bir şekilde oturdum.
Çayını doldurup,börek koyduğum tabakla birlikte yanına bıraktım.Bu arada da hiç olmadığım kadar sakin,rahat,umursamaz bir tavır takınıp, sanki bizden deği lde herhangi bir komşudan ya da gazetedeki bir haberi tartışıyormuşuz gibiydim.Ekrem’i de en çok korkutan sinirlenip,bağırıp/çağırmam hatta öfke nöbeti geçirebileceğim bir konu üzerinde bu kadar sakin ,aldırmaz bir tavır içinde olmamdı."Dur sen,dur..Karamanın koyunu sonra çıkar oyunu..."
_"Şimdi sen benden özür diledin ve bende hiç bir şey olmamış,konuşulmamış gibi affedeyim,öyle mi?"
_"Hiç bir şey olmamış gibi davranmanı beklemiyorum ama yaranın kabuk bağlamasına bari müsade et."
_"Sence bu yara kabuk bağlar mı?
Ekrem konuştukca,"Lütfen biraz daha sinirlen" mesajı alır gibiydim.Belki Ekrem’in dediği gibi büyütülecek bir şey yok ortada,belki bu yaranın kabuk bağlamasına müsade etmem gerekiyor,belki...belki...belki...Peki ...Yıllardır biriken bu öfkemin üzerine, gelip bağdaş kuran son ithamlarına nasıl tahammül edeceğim?.
Bir erkek,karısının geçmişini araştıracak ya da bazı yalan /yanlış duyumlar alacak ve aylarca,yıllarca bunu yemeyip/içmeyip içinde kabarmasını bekleyecek ve en sonunda bendini yıkan su misali patlayarak karısını zan altında bırakıp,"Lütfen,konuyu kapatalım
bırak kabuk bağlasın"diyecek ve O dedi diye yara kabuk bağlayacak(!)...
_"Aslında senin bu gelişin bana süpriz oldu.Önümüzdeki hafta gelirsin diye bekliyordum.Doğrusunu söylemek gerekirse gerçekten çok büyük bir süpriz yaptın ama hiç beklemediğim bir tarz da oldu bu.Bana soğuk duş etkisi mi yaptı desem...Yangının birinden çıkarıp diğerine mi attın desem...bilmiyorum."
Titremeye başlamıştım,demek ki sandığım kadar sakin olamamışım.Kendimi daha fazla tutamadım.Elimdeki çay bardağını masaya bırakıp olduğum yere oturdum.Ağlayan yalnız gözlerim değildi.İçim,yüreğim hatta vücudumun her zarresi kan kırmızısı ağlıyordu.
Dünyam birden bire toz/toprak içinde kalmış,duvarlar üzerime üzerime geliyor,tavan üstüme göçüyor gibiydi.Kurtlar sofrasının orta yerinde duran minik bir tavşan gibi hissettim kendimi.Beni bu sofranın ortasına atan suçluyu bulmak istercesine etrafıma bakındım.Günde kaç defa girip/çıktığımın sayısını dahi hatırlayamadığım bu balkondaki eşyalar bile bana yabancı gelirken gözlerim Ekrem de takılıp kaldı.Peki,suçlu gerçekten O muydu?Ona yalan yanlış bilgi verenin hiç mi suçu yoktu?Ya da suçlu Oğuz mu?.Başımı yukarı kaldırıp ,"Allahım!..Lütfen Oğuz şimdi beni arasın,arasın ki aynı zamanda da kaçacak delik arasın!..."
Suçlu!...
İlk aklıma gelen evliliğimiz oldu.Evet ,evliliğimiz!...
Bizim aşkımızı bitiren evliliğimiz miydi?Ekrem miydi?ya da ben miydim?...
Belki de bütün çiftlerin aşkları evlenince bitti de kimse kimseye itiraf edemiyor(?)...Ya da doğanın kanunu böyle(?)...Biten bir duygunun terk edilişi hep böyle mi oluyor ki?
Duygullarım bittiyse eğer;Dört duvar arasında sıkışıp kalmış,kokuşmuş bir et yığınından ne farkım var o zaman benim ?...
Şu mubarek günlerin arafesinde elimde çay yerine başka bir içeceğin olmasını ve içimi kemiren duygu/düşüncelerimin uyuşup uykuya dalmasını isterken ,içimden bir sesin ,"fayda etmez"dediğini,Ruhumun uçup gitmesini istediğimde ,"gücün yetmez"dediğini ,bari acımı dindirecek bir söz,bir bakış,bir dokunuş dediğimde de,"Sihir lazım sana sihir ya da bir mucize"dediğini duyar gibi oluyordum.
Çalışmayıp ekonomik özgürlüğümü Ekrem’in eline verip,çoluğumu/çocuğumu sırtlanıp gel dediği her yere gitmeye hazır,gördüğüm her eski esere,"Aaaaa!..bunu buraya kim gömmüş?.."diye salakca sevinç gösterileri ve tavırları sergileseydim çok daha mı mutlu olurdum ki?İyi de salaklığında bir son kullanma tarihi yokmudur?.Ne zamana kadar Aaaa,Oooo,Yaaa diye bağırabilirdim ki...
Hem, bir erkek salak salak tavırlar sergileyen bir bayanı ne kadar zamana kadar sevebilir ki?...Ya da böyle bir tavır sergileyen bayanı sevebilen erkeği,O bayan ne zamana kadar sever?..
Omzumda hissettiğim küçük bir dokunuşla etrafımda gözlerimi silebileceğim bir peçete aradım ama yoktu.Anneanemin hediye ettiği masanın üzerinde duran,çaydanlık soğumasın diye üzerine örttüğüm havlu vardı ama kıyıpta onu da kullanamadım.
Ekrem’in,"Hadi gel canım,içeriye uzan biraz" demesiyle,kararan bulutlar arkasında sakladığı şimşeği sonunda gösterdi.
_"Ekrem.Biz en acı,en çaresiz günlerimizde birbirimizin yanında olabildik mi?olamadık mı?"
_"Son zamanlarda biraz ihmal etsek de genelinde olduk."
_"Biz severek evlenip ,hatalarımızla,kusurlarımızla,geçmişimizle,geleceğimizle,eksik yanlarımızı birbirimizle tamamlayıp en sıcak duygularımızı,şefkatimizi yine birbirimize sunmadık mı?"
_"Sunduk."
_"Birbirimizi sevgiyle sarıp/sarmalayıp,kimin gözleri dolduysa diğerimiz ona omuz olmadı mı?"
_"Oldu"
_"Hangimiz dışarıdaysa,diğerimiz özlemle onun yolunu gözlemedi mi?"
_"Gözledik."
_"Beni bir başkasının, özellikle annenin ezmesine ses çıkarmaman dışında ,gözünün üzerinde kaşın da varmış dedim mi?demedim mi?"
_"Demedin."
_"Benim, Senin çalıştığın yerde hatta yakınında bile iş bulup çalışma imkanım yok ama senin, benim yanımda iş bulma imkanın var dediğim halde,beni evin hem erkeği hem kadını pozisyonunda ,üstelikte iki çocuğun sorumluluğunu omuzlarıma yükleyip,"Ben masa başı işte çalışmaktan zevk almıyorum" dediğin zaman ,seni hoşuna giden işi yapmaktan mahrum ettim mi?"
_"Etmedin."
_"Senin, (nerden senin oluyorsa). Yani namusuma ,şerefime,haysiyetime bir leke getirip,Nergis, şöyle yapmış,böyle yapmış diye bir duyum aldın mı?"
_"Almadım."
_"Peki...Nasıl oluyor da ben,Sütten çıkmış ak kaşık olmuyorum?"
_"Nergis lütfen!...Açma artık o konuyu,biraz sakinleş ben sana daha sonra açıklayacağım ."
_"Neden!.. Bana sayıp/ döktükten sonra açıklamadın da?...Ya da en başında bana sormadın da ağzına gelini söyleyip kapıyı çarpıp gittin? Bana sakinleş demen,attığın tekmenin üzerine bir tekme daha atman demektir!... Sen beni,zigzaglı bir yolda,zifiri karanlık,burnumun ucunu dahi görmeyeceğim bir gecede yolumu bulmaya itiyorsun.Sonra da kalkmış bana ,yazdığım iki satır şiirin hesabını soruyorsun!...Sen beni,kendi ellerinle tutup ,kurtlar sofrasının orta yerine koyuyorsun!..Buyur canım(!)..İyi seyirler...
(devamı var)
nerimanK
YORUMLAR
Toplumda erkek egemenliği ne zamana kadar sürecek bilinmez. Erkek işten gelince( tabi çalışıyorsa) işi bitmiştir. Alır tv kumandasını, geçer tv. karşısına yan gelir yatar. Evde yemek yok, bulaşık var, ütü var
umrunda olmaz. Kadın evde adeta ikinci bir mesaiye başlamıştır. Bir de böyle öften püften şeyler için kadının canını sıkmasa, ilk ağız kadına sorsa, kıyamet mi kopar? Kutlarım yazınız harikaydı...Selamlar...
Türk toplumunda kadınlar saçını süpürge ederken beylerin rahatlığı,ve enkötüsü eşlerin bir eş, sevgili değilde evi temizleyen,ütüyü bulaşığı yemeği yapan,beylere asla hayır demeyen bir hizmetçi demeye dilim varmıyor ama yaşadıklarımdan da biliyorumki maalesef böyle işte.hayatı paylaşmak,yaşamı paylaşmak ve sevgiyi paylaşmak adına herkese mutluluklar dilerim.arkadaşım ellerine yüreğine kalemine sağlık.yenisini merakla beleyeceğim.saygılar efendim
Evlilik neden başlangıçtaki, ihtişamını devam eden yıllarda kaybeder. Belki yüzyıllardır en çok sorulan ve araştırılan soru bu. Ama bilim adamların asırlardır bulamadığı cevabı bendeniz, Engindeniz buldu. MONOTONLUK...
Evet monotonluk insanı doğal olarak farklı arayışlar içine itebiliyor. Bir nevi " sıtkın sıyrılması" halidir monotonluk...
Adam işten gelir televizyonun başına kurulur, yorgundur çünkü. Kadın da işten gelir, mutfağa koşar. Ama açlıktan değildir elbet, yemek yetiştirme derdine...Yemekler yenir, kadın ev toplamaya başlar, beyefendi televizyon karşısındaki taht misali koltuğuna kurulur. ( İşin garip tarafı, bu baba koltuklarını da kadınlar hediye eder bey-efendilerine)...Ondan sonrasını tasvir etmeme bile gerek yok. Yorgunluktan canı çıkmış bir kadın, kolltuğunda saatlerdir inzivaya çekilmiş dinlek bir adam...Klasik ve kaçınılmaz " başım ağrıyor" yalanları...
İşte evliliği aşktan koparan bu düzen...Umarım Nergise cevap verebilmişimdir:)
Tebrik ediyorum arkadaşım. Son zamanlarda sanat değeri taşıyan yazılar bulmakta güçlük çektiğim için, seni okuduğuma sevindim...