- 752 Okunma
- 5 Yorum
- 0 Beğeni
ARILARLA AŞK
Arılarla uğraş bir aşk işidir. Ben sanırım bu aşka çocukluğumla birlik düştüm. Duvarları yediveren güllerle çevrili, dedemden kalma bir bahçemiz vardı. Bahçenin bir köşesinde, yörede peteklik olarak bilenen bir de arılığımız vardı. Ben kendimi bildim bileli,bu bahçe hiç arısız kalmamış. Dedem de ihtimaldir ki,dedesinden devralarak bu aşkı sürdürmüştür.
Bilinir ki,dünya tam donanımlı hale geldiğinde,insanoğlu peyda oldu. Bu anlayışımıza göre,arılar bizden binlerce sene önce buranın sakini olmalılar. Bunların da hayatlarını sürdürmeleri için, bitkiler aleminin mevcut olması gerekli ,bitkiler de,arılardan binlerce yıl önce varolmalılar ki. Bu devran biribirini besleyerek,büyüterek ve çoğaltarak devam edebilsin...
İlginçtir;Kur’an’da,vahye muhatap insandır. İnsanın dışında,canlılar aleminden tek vahye muhatap olan canlı da arıdır;"Biz arıya da vahyettik" denmek suretiyle vahye muhatap olmuştur. İnananlar için elbette bunun önemli bir değeri olmalıdır. Sizce de değil mi?
Bilinir ki,bitkiler döllenmeyle çoğalır;su,rüzgar,böcekler diye sıralanır. Son yapılan araştırmalar gösremiştir ki,insanoğlunun direk gıda olarak faydalandığı ana bitki türleri yetmişbeş civarındadır. Bu yetmişbeş ana türün, yüzde seksenaltısı, sadece ve sadece balarılarıyla döllenir. Geriye kalan türler zaten ormanlar ve çalı formunda bitkilerdir. Anıştayn’ı kınamamalı. O bir söyleminde; "Eğer arılar yok olursa, insanoğlu ancak dört yıl yaşayabilir" demişti. Bu veriler gözönüne alındığında; ne de haklıymış; dememek mümkün mü?
Ben, otuzbeş yıldır bu aşkı yaşayan biriyim. Aşkımız halen baki de,arılar artık o eski arılar değil. Aşkımıza yeterince karşılık vermiyorlar. Tabi ki,söylediklerim bilimsel verilerden çok gözlemlerime dayalı şeyler. Arılar artık eskisi kadar çoğalmıyor. Tabi ki,çoğalmayınca da eski verimliliği yakalama şansımız olmuyor. Arılar zaman zaman aynı arılık içinde kovanlarını terkederek,güçlü kovanlara girmeye çalışıyor ve güçlü kovan tarafından da tabi ki yağmalanıyor. Özellikle arılarda ki,bu kuralsızlık son on yılda daha bir artarak devam ediyor. Ülkemiz genelinde de arı sayısının düştüğünü gözlemlememiz mümkün. Burada benim endişem,balda ki verim kaybından çok,doğada yaratacağı açmazlarla ilgilidir.
Bu, beni üzen olumsuz gelişmelerin,bana göre kaynağı;yoğun şekilde yapılan zirai mücadele ilaçlamaları,kirlenen sular,özellikle telekominikasyonda ki gelişmeler,uydu yayınlar ve bir yığın bu anlamda teknolojik gelişmelerdir.
Arılar,şairler gibi ,çok duyarlı ve hassas varlıklar oldukları için, tabiyattaki olumsuzluklardan ilk etkilenen de onlar olamktadır. Arıların çok nazenin bünyeleri,iyi gelişmiş görme sistemleri,müthiş duyu antenleri dolayısıyla,bu gelişmelerden en önce, olumsuz yönde, etkilenen canlılar olmalarına yolaçmaktadır.
Ben, hayatımda, bir kitap okumayı sevdim özgürce,bir de arıları seyretmeyi;kitap okumaya yine severek devam ediyorum ama,arılarla olan aşkıma gölge düştüğünü derinden hissediyorum. Elbette arıların yapacağı birşey yok. Ama bizim yapacağımız çok şey var. Ne olur doğaya bu denli kıyıcı davranmayalım! Biz kıymaya devam edersek,yakın gelecekte onlar da bize kıyacaklardır,hem de acımadan! Neden acısınlar ki?
İyi insan yetiştirmeğe nasıl bilgiden başlıyorsak,iyi bir doğa ve iyi bir gelecek içinde arılardan başlamalıyız. Arılar olmadan asla!...
Arılı günler dileğimle,selam,saygı...
YORUMLAR
Ben de senin gibi arılarla aşk yaşamaya başladım ve bu aşkımız hala devam ediyor.Sağlığımız elverdiği sürece de ömrümüz boyunca da devam edecek.İstesem de ayrılamam artık onlardan.
Arılar da insanı kendine çeken bir güç,bir gizem var sanırım.
Onlarla azıcık uğraşan insanlar bile arı sevdasına kapılıyor ve vaz geçemiyor onlardan.
Evet maaalesef dünyada ki teknolojik gelişmelerden ilk önce onlar olumsuz önde etkileniyor ve bizi de etkiliyorlar.
Arılarla güzel günlere erişmemiz dileğiyle .
SAYGILARIMLA.
Hayrettin Bey, böyle güzel bir yazı yazdığınız için sizi tebrik ederim. Ben'de arılarla ilgili bir anımı anlatmadan geçemeyeceğim. Bir akşam üzeri, köyde oturduğumuz zamanlarda, bahçeye dolaşmaya gitmiştim. Erik ağacının dalında bir oğul gördüm. Oğulu almak istediğimi ısrarla eşime söyledim ama eşim olmaz ben korkarım dedi. Ben sen korkarsan ben alırım deyip, marongoz olan kardeşime hemen o akşam bir kovan çaktırdım. Sabah ezanı okunmadan kovanı sırtıma alıp tarlaya gittim. Arılar top halinde duruyorlardı. Kovanın içine bir avuç su serpip, bir avuçda şeker serptim. Kovanı dala yaklaştırıp top halindeki arıları içine sıyırdım. Dalı kesmek için bir makas getirmediğime hayıflandım. Yüzlerce arı beni soktu ama ben arıları kovana hapsetmeyi başardım. kovanın ağzını bir tülbentle sarıp eve getirdim. Onları her akşam işten gelince dakikalarca seyrediyordum. Arılarımla maceram iki yıl sürdü. İki yılın sonunda bir eşek arısı sürüyle kovana girip arılarımı yemişler çok üzüldüm ama elden gelen bir şey yoktu. Tekrar tebrikler. Bana güzel arılarımı hatırlattınız...Saygılarımla...
COK GÜZEL BİR KONUYA DEĞİNMİŞSİNİZ KUTLUYORUM, MAALESEF BU SORUNLARI CEVREMDE DE COK GÖRÜYORUM. İNANMAYACAKSINIZ BELKİ AMA ARILARI COK SEVRİM ÖNCEDEN BİZDE ARCILIK YAPARDIK ONLARI POLENLİ BACAKLARIYLA KOVANLARA GİRİŞLERİNİ SAATLERCE İZLEMEKTEN ÇOK MUTLU OLURDUM. KÖYDE YASAMANIN BÖYLE GÜZEL YANLARINI YASADIĞIM İÇİN ÇOK ŞANŞLIM DENİLEBİLİR. SAYGILARIMLA...
Çok güzel bir yazı Hayrettin Bey. Ben deseverim arıları ama aynı zamanda da korkarım. Benim rahmetli babam da arıcılık yapardı okulun tatil olduğu yaz dönemlerinde. O yüzden çok iyi bilirim onları. Harika varlıklar. Arı gibi çalışmak deyimi de burdan kalmış olmalı. Tebrik ediyorum yazınızı ve sizi. Saygılarımla.