- 666 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
Hangi yaşanmışlıklarda gizliydi benim masalım?
Hangi yaşanmışlıklarda gizliydi benim masalım? Ya da hangi yaşanamamışlıklarda? Hangi hayaller hangi umutları doğurmuştu ve gidişler, terk edilişler hangi yeni zamanlara, yeni paylaşımlara gebeydi? Yaşanmış, gerçekten yaşanmış ve anlatılmaya değer bir masalım var mıydı benim? Varsa bile hangi hayallerde başlayıp hangilerinde yaşamıştı? Anlatacaklarım, bana ait bildiklerim, başkalarının masalları mıydı yoksa? Yenilgilerim başkalarının zaferleri, yalnızlıklarım başkalarının terk etmeleri miydi? Birlikteliklerim bir yabancının yalnızlığının paylaşılmasından mı ibaretti aslında? Ve bu soruları sormaya cesaret edebilmiş miydim daha önce?
Birşeylerle yüzleşmek mi, cevaplarımın hiç olmayışı mıydı korktuklarım? Ama bütün masallarda yok muydu ki bu korkmalar, bu yüzleşmeler? Karşılaşacaklarım benimdi, benim yaşanmışlıklarımdı sonuçta ve kaçamazdım o anlardan, o sorulardan, o cevaplardan… Kendi masalımdan, kendi hikayelerimden, bana bu hikayeleri getiren insanlardan, benim insanlarımdan ve onların masallarından da kaçamazdım. Hepsini yok sayıp, benim, yalnızca bana ait dediğim birkaç küçük andan ibaret olamazdım, olmamalıydım. Tek başlarına bir ’hayat’ olamayacak kadar küçük birkaç andan ibaret olmamalıydım…
Bir başkasının hikayesine girdiğim an ve kendi hikayeme bir başkasını kattığım an, yaşananların, yaşadıklarımın ve onların yaşadıklarının hepsi bir bütündü artık. Ayrılamayacak bir bütün… Başı ve sonu belirsiz, büyük bir masal… Belki de bu yüzden iç içe geçmişti bütün yaşananlar. Bütün paylaşmalar, ayrılmalar, ayırmalar, gülümsemeler, kimi zaman ağlatmalar, bütün hayal kırıklıkları ve hayal kırıklıklarına rağmen yaşatılan bütün umutlar, aslında bir bütün oldukları için, öyle olması gerektiği için iç içe geçmişti. Bu yüzden beni beni yapan biraz da başkalarının hikayeleriydi.
Kaybetmeyi göze alamayacağım insanların hikayelerini yitirmeyi de gözel alamazdım bu yüzden. Hepsinde bir ‘ben’ yaşıyordu, belki de ben başkalarının hikayelerinde yaşıyordum biraz da bilmeden. Sorma cesaretini göstersem, o hikayeler anlatacaktı belki ‘kim olduğumu’. Beni bana anlatabilecek tek yaşanmışlıklardı o hikayeler. ‘benim’ diyebileceğim bir hikaye hiç olmadı belki de. Böyle bir masal hiç yaşanmadı, hiç anlatılmadı…
Var olma cesaterini göstermeleriyle başlıyordu kendi hayatlarını, kendi masallarını var etmeleri insanların, ve birşeylere sahip olmak, tutunacak birşeylere sahip olabilmek onları var etmek demekti herşeyden önce. Yaşamaktı, ete ve kemiğe bürünüp var olmalarını sağlamak, onları yaşamak demekti. Sahip olabilmek için bazı şeylere, önce onları var etmek gerekiyordu…
Gerçek bir hikayem, kendi hikayem var mı, buna sahip miyim, dahası, ‘gerçekten yaşama’ cesaretine sahip miyim, bilemiyorum. Yaratıcısının kaleminden çıkan bir hikaye kahramanı olmak, o satırlarda, sınırları önceden çizilmiş o yolda, yazıldığı gibi yaşamak, o ‘yazılanı’ yaşamak, kendi hikayemi yazmaktan çok daha kolay görünüyor kimi zaman. O zaman çok daha kolay oluyor yenilgilerin sorumluluğunu o yazgıya yüklemek. Ama umut etmek, hayaller üretmek, hayaller tüketmek de anlamsızlaşıyor, zaten önceden belirlenmiş o yolda, kayıplara, yalnızlıklara ve savrulmalara yazgılı o yolda yüründüğü düşünüldüğünde.
O büyük mutlulukları yakalamak, bizde kalmasını istediğimiz insanları sonsuza dek ‘bizde’ yaşamak ihtimali daha ‘gerçek’ birşeyleri gerektiriyor. Hayallerin var olması umutları, başkasının kaleminden çıkmamış, yazarını bekleyen, belirlenen şekilde yaşanmayı değil, ‘yaratılmayı’ bekleyen o hikayeleri gerektiriyor.
Ve cesaret istiyor insanın kalemini kendisi için, kendi hikayesi için eline alması. Ama yazmak, ve sonra da sonunda dek gitmek, iliklerinde hissederek yaşamak gerek yine de.
O masallardaki, inanmak istediğim o masallardaki ‘cesaret tozunu’ bulup önce kendime, sonra da kendi insanlarımın üzerine serpmek gerek.
Bulmam gerek o cesareti. Kendi masalımda, kim bilir belki de ‘kendi içimde’…
YORUMLAR
bazı yazım ve imla hataları var yazıda...
asıl önemli olansa, paragraflara ayrılmadığı için, okuyucuyu zorlayan bir yazımla karşı karşıyayız.
bu yazım ki; iç dünyasını karşısına almış yazar, çekmiş soruların kılıcını saldırıyor aynadaki görüntüsüne, ölümcül darbeyi indirmesi an meselesi...
lakin...
henüz ilk basamaktadır...
daha çıkılacak çok merdiven mevcut...
öldüresiye savaşmak yerine baş başa verip birlikte yol almaya ne dersiniz?
sevgimle kalın...