- 497 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
ÇOCUKLUĞUM
Çocukluğum Karadeniz’in bir sahil kasabasında, hırçın dalgaların dövdüğü kayalardan oluşan harika tepelerin (Falez) üzerindeki şirin bir evde geçti benim.
İki kardeştik, yaşlarımız birbirine yakın yaramaz mı yaramaz bir erkek, bir kız..İlginçtir, o dönemlerde beni erkek, erkek kardeşimi ise kız sanırlardı. Saçlarım çok kısa olurdu her zaman, kardeşimin saçları da berber fobisi nedeniyle uzun..Beni gülümseten ne çok şey yaşamışım; şimdilerde düşünüyorum da, bizler çok şanslı çocuklardık.
Mahallemizde genellikle kasabanın memurları otururdu. Evler iki, üç katlı; bahçe içinde ve çok şirindiler. Birbirimizi evlerimizden oyuna çağırırken parolalı ıslıklar çalardık. Deniz kıyılarında koşar, hayaller kurardık. Teneke üzerinde pişirdiğimiz midyelerin tadına doyum olmazdı, enteresandır; tetanos hastalığına yakalanmadan erişkin olmayı başarabildik bizler. Şimdi olsa, bizim fır döndüğümüz o tepelerde, kumsallarda çocuk namına bir şey göremeyeceğiniz gibi, mevsim dışında yetişkine de rastlayamazsınız, ne acıdır ki, güvenli olmayabilir çünkü. O günlerden bana kalan en anlamlı olgu; hayatın gerçekten yaşamaya değer olduğunu bize öğreten büyüklerimizin sevecenliği, insanlara duyulan güven ve usumdan hiç çıkmayan yabani nane kokusu. Yabani nane ve kekikler falezlerin mantosu üzerindeki çimenleri kaplardı, üst başımızın çimen lekesi olmasına aldırmadan yatıp yuvarlandığımız o tepeler ne güzeldi. Kıyıya inerdik, deniz göl kadar sakin olduğunda, ayaklarımızı suya sokar, bir yandan da ürkek bakışlar atardık yukarılara doğru; annemiz geliyor mu diye..
Kıbrıs çıkartmasında yaşadığımız karartma geceleri, sigaranın karaborsa olduğu 1980 öncesinde, kaçakçıların işbirlikçileri kanalıyla şehrin ışığını kestirdikten sonra, denizden kıyıya, kıyıdan denize verilen ışık işaretleriyle yabancı sigara kolilerini kıyıya çıkartmalarını bir defasında canlı yayın gibi izleme şansını yakalamıştık, evden kaçıp.. Ah ne günlerdi, ne zamanlardı..
Her şeyin bakir olduğu, gizli saklıların bilindiği, ama kimse tarafından deşifre edilmediği; yeni neslin bilmediği, bilemeyeceği tatlı yıllardı. Bu yazdıklarımdan çok daha fazlası var belleğimde; adına anı mı denir, hikaye olarak mı algılanır bilmem. Bildiğim şu: Bizi biz yapan, bizi insan yapan değerlerimizi yüreğimize yontan o zamanların insanları, o zamanların yarpuzları (Yabani nane), kekikleri, denizinin kokusu, balıkların suda salınışı, derelerdeki kurbağalar, yılanlar, renkli taşlar, deniz kabukları..Sonsuz görünen Karadeniz ufkunda ardında alev alev yakamozlar bırakarak batan güneş.. Hanımeli, hatmi çiçeği kokan sokağımız, dağdan gelen kestane odununun kokusuna karışan mis gibi barbunya tava..
Zaman makinesi icat edilseydi eğer, hiç arkama bakmadan o yıllara koşabilecek kadar özlem var içimde, içimden çıkmayan binbir çeşit ot kokularıyla karışık bir özlem..
YORUMLAR
etkileyici ve güzel bir yazıydı,bir an için çocukluğumun hayta yıllarına anlattığınız döneme gittim,çamurlu sokaklarımız,toprak damlı evlerimiz ve salçalı tandır ekmeğiz....nerede olursak olalım güzeldi çocukluğumuz...bu güzel duyguyu tekrar yaşattığınız için teşekkürler!