GÜLÜM-BİR ŞİİRİN ÖYKÜSÜ
GÜLÜM -BİR ŞİİRİN ÖYKÜSÜ-
Yıl 1979.Bursa İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi iktisat bölümü 1.sınıf öğrencisiyim.
Kastamonu’da bir köy Okulu’ndan sonra Göl Öğretmen Lisesi’nde altı yıl yatılı olarak okudum.
Köy hayatını bilirsiniz.Çocukluk yıllarım kışları okul, yazları ise hayvan otlatmakla geçti.Babamın öğretmen olması dolayısıyla mıdır bilemiyorum, biraz farklıydım diğer köy çocuklarından ben.Küçük cep radyosu hep yanımdaydı.Radyo oyunlarını dinlerdim.Arkası yarın diye bir kuşak vardı, şimdiki TV dizileri gibi hiç kaçırmazdım.Şarkılar, türküler dinlerdim.Dışarıdaki dünyayı radyodan öğreniyordum diyebilirim.
Öğretmen lisesi yıllarında, sinemayla tanıştım.Okulumuzun sinema salonu vardı ve sadece Cuma, Cumartesi akşamları film gelirdi.Çoğunlukla da yerli filmler oynardı.
Okulumuzda kız öğrenci sayısı oldukça azdı.Bütün yatılı öğrenciler erkekti.Sadece okul görevlilerinin kızları ve civar köylerden bir kaç kız öğrenci vardı o kadar.Yaklaşık bin öğrencinin okuduğu bir okulda 15-20 kadar.
Bu yüzden kızlar benim için, sanki yaşadığımız dünyadan birileri değildi.Radyodan dinlediğim oyunlarda, izlediğim filmlerde, okuduğum romanlarda hep sevdiği için acı çekenler vardı.Leyla ile Mecnun, Kerem ile Aslı, Ferhat ile şirin gibi halk hikayelerinde bile böyleydi bu.Yerli filmlerde de sonu mutlu biten bir aşk hikayesine rastlamadım ben.
O dönemlerde şiirler, küçük hikayeler yazmaya başladım.Bir köy çocuğuydum ve yerli filmlerin bende oluşturduğu düşünce, şuydu : Sevgi benden hep uzak kalacaktı.Sevilmek için zengin olmak gerekti. Bu olası mıydı?Hayır.O halde kendi içimde yaşamalıydım sevgilerimi, şiirlerde yaşamalıydım.Hep defterlerimde sevdim ben, orada söyledim hissettiklerimi, istediğim yanıtları da orada alabildim rahatça.Çölleri rahatça aştım, dağları kolayca deldim.
Ta ki ona rastlayıncaya kadar.Üniversitedeki ilk günlerimden biriydi.Sınıfta bir taraftan hocayı dinliyor, bir taraftan da yanımdan hiç ayırmadığım şiir defterine bir şeyler karalıyordum.
Birden omzuma bir el dokundu.
-“Affedersiniz şiir mi yazıyorsunuz?”
Döndüm, radyo oyunları sustu, filmler koptu. İlk gördüğüm uzun, siyah saçlar ve onların arasında bir yüz, hayalimde bile oluşturamayacağım, anlamlı, insana hafif bir yağmurdan sonraki bir bahar günü huzurunu veren bir yüz.
-‘Evet’ dedim usulca.
-“Okuyabilir miyim?”
Defterimi uzattım. Okumaya başladı. Ellerindeki yüreğimdi. Ondan sonraki günlerde ben yazıyordum, o okuyordu. O okuyordu ben yazıyordum. Yüreğim sanki defterlerden çıkacağı günü beklemişti ki, coştukça coşuyordu.
Olacakları bilseydi hiç çıkar mıydı defterlerin arasından?
Günler geçtikçe arkadaşlar çoğaldı.Bu arada aynı sınıftan bir arkadaşın onunla ilgilendiği haberini almıştım.Benim onunla şiir dostluğumu bilen ortak arkadaşlarımız değişik haberler getirip duruyorlardı.
-Duydun mu, bu gün pastanede buluşmuşlar.
Dünyam kararıyordu.Defterlerimin sayfaları sararıyordu, şiirler ağlıyordu.Okula gitmemeye başladım.Bu günlerde bazen şiir defterlerimle birlikte, ders notlarını da alıyor, derste aldığı notları bana da yazabileceğini söylüyordu.
Dedikodu muydu hala bilmiyorum ama ortalıkta hep onunla, onu sevdiği söylenen diğer arkadaşla ilgili haberler dolaşıp duruyordu.Bu dönem zarfında ben de sadece bir kez duygularımı açabildim.Çok zor ve çok kısa oldu tabi ki.
-Arkadaşız ve böyle kalalım gibi yanıtları anımsıyorum sadece.
Okulmuş, dersmiş,hayatmış her şey bitti.Her gün odama kapanıyorum, bir kaç şişe bira, biraz leblebi, şarkılar, sigara dumanları ve şiir defterlerim.
Epeyce bir süre devam etti bu böyle.Bir sabah kalktığımda ev arkadaşlarımdan birinin başıma dikkatle baktığını gördüm.
-Ne var dedim.
-Saçların gitmiş dedi.
Aynaya koştum.saçlarımın arasında aşağı yukarı altı-yedi santimetre çapında bir alan dökülmüş gitmişti.
O gün arkadaşlardan borç para aldım, koşa koşa bir doktora gittim.
Doktorun ilk sorduğu soru:
-Öğrenci misin?aşık mısın oldu.
-Her ikisi de diye yanıtladım.
-Saçkıran olmuşsun sen dedi.İki türlüsü vardır bunun.Birincisi üzüntü ve sıkıntıdan, diğeri de mikrobik.Seninki üzüntü ve sıkıntıdan olmuş.
Bir kaç ilaç yazdı.İlaçları aldım ve eve gittim.İlaçların yanında bir kaç şişe de bira.İlaçları kullanmaya başladım, ama suyla değil birayla içiyorum.
Bir iki gün geçti böyle.Bir akşam yine ilaçlarımı içiyorum.Dışarıda hafif yağan bir yağmur...hava karardı kararacak.
Bir elimde sigara, bir elimde haplar.Bira şişesi hazır.İlaçlarımı banyoda içiyorum çoğunlukla.Bir taraftan da saçlarıma bakıyorum çünkü.
Hapları ağzıma doğru götürürken, beynimde birden bire şimşekler çakmaya başladı.Biraları lavaboya dökmemle birlikte, ağzımı musluğa dayadım.İçtim... içtim suyu.
Sokağa fırladım sonra.Yağmur, soğuk ve karanlık.Yürüyorum hızlı hızlı.
Yürürken düşünüyorum bir yandan da.Evden çıkıp caddeye ulaşıncaya kadar 100 metre kadar bir mesafe var.O mesafede 18 yılı yeniden yaşadım sanki.Bir roman aktı gitti yüz metrede.Annem, babam, çocukluğum, köyüm, radyo oyunları, filmler, şarkılar , türküler.
Sevmek bu olmamalıydı herhalde.Ben sevgilerimi, bir tutam saçın dibine onları kurutsun diye mi dökmeliydim?Ben anamın, babamın umutlarını şişelerde mi bitirmeliydim?
Caddeye çıktığımda birden onu gördüm.
*****
Aradan 26 yıl geçti.Şu anda onu gördüğüm andan sonra, o güne ait (ama sadece o güne) hiç bir şey anımsayamıyorum.Konuştum mu, konuşmadım mı, konuştuysam neler söyledim, bilemiyorum.
*****
Sonraki günlerde normal yaşantıma döndüm.Şiir defterime sarıldım yeniden.O günlerde onun için son şiirimi yazdım.Adı: Gülüm’dü ve:
‘ben kalmışım sensiz
bir şey mi ki gülüm.’ diye bitiyordu.Bu benim direnişimdi bir bakıma.
Onunla bir daha hiç konuşmadık bile diyebilirim.Şiir Defterlerim bu arada sınıfta dolaşıp duruyordu.Yalnızca bu olaydan iki yıl sonra bir gün, teneffüste sınıfa girdiğimde elinde bir ders kitabının arasına koyduğu, başka bir şeyi okuduğunu gördüm.
O BENİM ŞİİR DEFTERİMDİ.
25.05.2006-İSTANBUL