- 2107 Okunma
- 8 Yorum
- 0 Beğeni
ZAMAN"A DÜŞEN IŞIK...2
1907"de İstanbul"a gelen Üstad, yeni bir döneme başlamıştı artık. Üstad Tarihçe-i hayatta kendi hayatını "eski Said ve yeni Said" dönemleri olmak üzere iki bölüme ayırıyordu.
Yeni Said"in hayatı. Yıl 1910" İstanbul.
Said Nursi İstanbul"daki kültür dünyasına çok kısa bir sürede kendisini kabul ettirmişti.
Osmanlı imparatorluğunun başkenti olan İstanbul"da canlı bir fikir hayatı vardı o dönem. Dünyadaki fikir akımları takib ediliyor ve tartışılıyordu aynı zamanda. Said Nursi"de bu ateşli fikri tartışmalar arasına katılıyordu.
Said"i Nursi"nin yirmin"ci yüzyıldaki İslam bilginleri içerisinde bariz özelliklerinden birini oluşturan diyer bir tarfıda, pozitif ilimlerle olan ilşkisisdir. Buda ikinci Meşrutiyetten dolayı gelmektedir.
Abdulhamid döneminde Türkiye çok büyük bir eğitim hamlesini başlatmış ve vasıflı bir aydınlar sınıfı bu dönemde teşekkül etmiştir.
Yine bu dönemde, Mekteb-i Harbiyeler, Siyasal Bilgiler Fakültesinin çekirdeğini teşkil eden Mekteb-i Mülkiye, Hukuk Fakültesinin temelini atan Mekteb-i Hukuk, Ziraat Fakültesinin alt yapısını oluşturan Halkalı Ziraat ve Baytar Mektebi, Mühendislik Fakültesinin temeli olan Hendese-i Mülkiye Mektebi, Güzel Sanatlar Fakültesinin başlangıcı olan Sanayi-i Nefise Mektebi, ipekböcekçiliğine zemin hazırlayan Harir Darütta’limi ve Harir Darüt-tahsili mektepleri, Bağcılık ve Aşıcılık Okulu, Orman ve Madencilik Okulu, Polis Okulu, hatta Ankara Numune Çiftliği içerisinde açılan Çoban Mektebi gibi bir çokları...
Bu aydınlar sınıfı o zamanki batıda, çok rövaşta olan "pozitivizmin" etkisi altında kalmışlardır.
İkinci Meşrutiyet dönmindeki yayınlar arasında "Marks"a" ilişkin eserleri bulabiliyoruz mesela. Halbuki Cumhuriyet döneminde "Marks"a" ilişkin eserleri bulmak çok geçikerek mümkün olacaktır.
Padişahın aynı zamanda halife olduğu, "ikinci Meşrutiyet" Osmanlı döneminde "Darvin"den bahseden kitapları bulmakta mümkündü.
Hatta Türkiye"de "Materyalist Felsefenin" öncülerinden "Baha Tevfik", "Maddiyyun Kütüphanesi" yani "Materyalizm Kütüphanesini" kurmuş ve yayınlamıştır.
İslam böyle bir ortam içinde, daha önce karşılaşmadığı türden Modern, Pozitif, Materyalist,bir Felsefe ile karşı karşıya gelmiştir.
Bunun, Gazali öncesi Müslümanların, Yunan Felsefesi, Aristo ve Eflatun felsefesi ile karşılaşmalarınının uğradığı şokun, bir benzeri olduğunu adlandırmakta mümkündür.
Said"i Nurside bununla karşılaşmıştır. Said"i Nursiden önceki alimlerin, bu tür meseleleri tartışıdığı görülmemiştir .
Kısacası "Madiyyun Kütüphanesinin" "Metaryalizm Kütüphanesi" yayınalrının yapıldığı ve yayıldığı bir istanbul"du o dönem.
Gerçekte iyiki bu yayınlar gerçekleşmiştir aslında çünkü, İslamcılar buna cevap vermek için izleme ihtiyacı duymuşlardır ve "Şehbenderzade" gibi Pozitif ilimlerle İslam arasındaki ilşkileri araştıran bir alimler kuşağı teşekkül etmiştir. İşte Said"i Nurside bunlardan birisi ve en önde gelenidir.
Geleneksel Medrese eğitiminin yanı sıra vali konaklarında kalırken çeşitli Fen bilimlerinde araştırmalar yaparak Mekteb eğitiminide almış oluyordu böylece.
Bu iki kaynak onun düşünce dünyasınıda şekillendiriyordu aynı zamnda. Felsefi akınların, iki açıdan getireceği sorunları irdelemeye çalışmıştı kendisi özellikle.
Bunlardan birincisi, Müslüman düşünürler üzerinde yapacağı etkilerdi. Bunlar neler olabilirdi? Ve bir Müslüman düşünür fikir adamı olarak bunlara nasıl cevap verilelbilirdi?
İkinciside, bunların yine Müslüman toplumlar üzerinde etkisi ne olabilirdi?
Müslüman toplumunu "sosyolojik" olarak nasıl etkileyebilir? Sosyo kültürel açıdan ne tür neticeler doğurur? Bütün bunları incelemiş ve hatta o zamanın idarecilerini uyararak, Osmanlı padişahlarını mümkünse bizzat görüşmek,değilse eserler yazarak uyarmaya çalışmıştı.
İstanbul"daki İlim ve fikir dünyasına kısa bir sürede kendisini kabul ettiren Said Nursi, çeşitli gazetelerde yazdığı makalelerle o günlerde Osmanılıyı ve istanbul"u çalkalayan "Hürriyet" ve "Meşrutiyet" tartışmalarınada katılıyordu.
Said"i Nursi derecesinde, karizması etkisi olup, kenidne bir ekol yaratmış İslamcı aydınların içerisinde, "Meşrütiyet" fikrini, istibdat aleyhdarlarını ve Hürriyet fikrini Said"i Nursi kadar ön plana çıkarmış birini düşünmek söz konusu bile değildir.
Diyer din bilginleri daha çok ilmihal ve tefsir meseleleriyle yükselmişlerdir. Said"i Nursi"nin istanbul"a gelmiş olması o dönem siyasetle ilgilenmiş olması ve" istibdale"de karşı çıkmış olması, onda büyük bir Hürriyet fikrini uyandırmıştır.
Ve kendisinin Cumhuriyete bakışını ise, bir çok Muhafazakar, Cumhuriyet"e şöyle veya böyle bakabilir, kendisi ise Cumhuriyet"i Ünüversitesi olarak akbul etmiş ve bir dindar Cumhuriyet"ciyim diye kabul etmiştir.
Dolayısı ile Said"i Nursi için geriye dönük "Teokrasi"ye" dönüş anlamında bir düşünce aramak tamamen yanlıştır.
Düşüncelerini geliştirdiği İstanbul"da liderlik yönünüde ortaya koyuyordu böylece. İhtilafları kolay yoldan halledip,pek çok kargaşaya son verişi dikkat çekiyordu.
Mesela ittihatçılar şehzade başındaki ferah tiyatrosunda tarihçi Murat beyin konferansını bastığında, aniden koltukların üzerine fırlayarak yaptığı konuşmada ortalığı yatıştırıp kan dökülmesini önlüyordu.
İstanbul"da yirmibin hamal boykottaydı. Üstad tüm kahvehaneleri gezerek bu isyanıda bastırmıştı.
27"Şubat 1909"da Bayezıt mitinginde yaptığı konuşmayla Askere alınacağız diye ayaklanan ilmiye sınıfını teskin edip yatıştırıyordu.
Kuruluşuna ön ayak olduğu "İttihadı Muhammedi" cemiyetinin açılışında yaptığı konuşmayla Aysofya"da bulunan ellibin kişiyi mest ediyordu.
Said"i Nursi siyaseti denemiştirde. İkinci Meşrutiyet ortamını Mehmet Akif Safahat adlı eserinde çok güzel anlatır.
Her taşın üstünde bir insan konuşmaktadır ve bir anarşi vardır. Bu herkeste bir sevinçtir,fakat bu neyin geleceğini neyin gideceğini bilmemektedir. Bunun sonucunda ortaya bir "ittiatı terakki" diktatörlüğü çıkacaktır.
Hürrüyet ortamında demokrasi terbiyesinin yetersizliğinden kaynaklanan aşırılıklar içerisinde savrulmalar meydana gelecektir ve siyasi hırslar son derece tahripler doğurabilecektir.
"İttiatı terakkinin" o pozitif yönlerinin olmasıyla beraber bu hırsından kaynaklanan, acemiliğinden kaynaklanan, delikanlılığından kaynaklanan büyük hatalarıda vardır.
Orada Said"i Nursi eski Said ve yeni Said ayrımı yapar. Buda Türkiye"de din ve siyaset ilişkilerinin ne olması konusunda önemli bir mevhimedir ve bir hareket noktasıdır. Said"i Nursi İslamiyeti bir siyasi doktrin bir siyasi ideoloji değil bir iman harekatı olarak ele almıştır.
Onun bakış açısı tamamıyle halk için halk adına olup,halkı korumak için İslam"dan nasıl yararlanabiliriz diye en büyük kaygısı buydu hep.
O anlamda Bediüzzaman, devlet eksenli, Miliyet"çi eksenli bir düşünceyede, kolay kolay gelecek bir yönü yoktur ve olmamasıda gerekmektedir.
1907" Yılında geldiği İstanbul"da üç yıl boyunca bütün Tarihi olayların içindeydi O. Dinine Ülkesine ve Devletine bağlı hizmet için çırpınan bir kahramandı artık.
1911..Şam..Osmanlı imparatorluğunun geleceğinden endişelenen ve bir şeyler yapmak için çırpınan Said Nursi, İstanbul dönüşü Diyarbakır ve Urfa gibi bölge illerinde, Valilerle, paşalarla ,ve aşiret reisleri ile toplantılar yapıyordu. Osmanlı imparatorluğunun durumunu anlatıyordu onlara.
Şam"a gidip Alimlerle ve şehrin ileri gelenleri ile görüşüyordu. Üstad"ın bu hizmetlerini takip eden Saray, Doğu illerini temsilen, Sultan Reşat"ın Kosova gezisine Üstad"ıda davet edip, padişahın kafilesinde yer veriyordu ona. Üstad böylece Saraya kadar kendisini kabul etirmiş oluyordu.
Said Nursi 1910"Yılında Van"a gitmek üzere iki talebesi ile birlikte İstanbul"dan ayrılıyordu. Önce vapurla inebolu"ya gitmiş, sonra Karadenizden batum yoluyla tiflise geçmişti.
Tiflis"tende Van"a geçerek doğudaki aşiretleri tek tek dolaşmaya başlıyordu.
Diyarbakır"da Ziya Gökalp"le görüşmüştü. Şanlıurfa"da da Yusuf Paşa Cmii"nde binlerce Şanlıurfalıya hitab etmişti.
Bir yandan siyasilerle paşalarla görüşürken, bir yandanda aşiret reisleri, ağalar ve halkla görüşüyordu.
Üstad Bitlis"e geldiği zaman Sultan Kureyşi camii"nde kalırdı. Burada verdiği vaazlarla ve okuduğu hutbelerle Bitlis"lilerle kucaklaşırdı.
Bu dönemdeki çalışmalarını anlatmak için "Münazarat "isimli eserini kaleme aldı. Bu eser"reçeteülavam" isiminde arapça olarakta yayınlandı.
1911" Yılı kışındada Şam"a gitti. Orda "Salahiye Maharisinde" misafir edildi. Şam alimlerinin ısrarı üzerine Emeviye camii"nde içinde yüz alimin bulunduğu on bin kişilik büyük bir cemaate hutbe irad etti.
Görüşlerini ve düşüncelerini paylaşmak üzere gittiği Şam"da,dönemin en büyük camilerinden biri olan "Emevi camii"nde" yaptığı bu konuşmada,bir çok ilim adamının katıldığı bu hutbede Said Nursi, Osmanlı"nın tüm geçmişini, İslam dünyasının tüm geçmişini ve hali hazır halini, gelecekte yüklenmesi gereken misyonlarıda kapsayan çok geniş ve zengin bir konuşma yapıyordu.
Sonra bu konuşma, tahlilli bir şekilde Hutbe-i Şamiy-e diye neşrolan eserde yer alıyordu. Bu uzun hutbesi iki kez Şam"da,üç kez de İstanbul"da basılıp halka dağıtılıyordu.
Daha sonra bu eseri bizzat kendisi Türkçe"ye tercüme edip bastıracaktı. Hutbe-i Şamiy-e bütün Alemi islama hitab eden çok değerli bir eserdir.
İstanbul dönüşünde osmanlı coğrafyasını bir baştan bir başa dolaşmıştı. Olacakları görüyormuşcasına bir şeyler yapmak için çırpınıp duruyordu.
1911"Üsküp...
Şam"dan Beyrut"a geçen Said Nursi ordanda deniz yoluyla izmir üzerinden İstanbul"a gelmişti. İstanbul"da "ittihat terakki" iktidarıyla yeni bir döneme girilmişti. Kendisinin daha evvelki "ittiat terakki" içerisinde olan arkadaşları artık hükümet içindeydiler.
Kendisiyse biraz daha yaşlanmıştı. Kendisine olan ilgi alaka saygı ve hürmet her seviyeden devlet ricalinden gelmekteydi.
1911"Yılında Sultan Reşad"ın davetiyle doğu illerini temsilen Rumeli seyahatlarına katıldı. Kafile yedi Haziran"da Selani"ğe 11"haziran"da da Kosovanın Merkezi olan Üsküb"e vardı.
Üstad kısa zamanda Üsküp"te de tanındı. Sultan Reşad"ın Rumeliye yapmış olduğu bu seyahat sırasında Said Nursi"yide beraberinde götürdüğü ve Selanik"te Said Nursi"nin bir konuşma yaptığıda bilinmektedir.
Sultan Reşadla yapmış olduğu bu üç haftalık gezide Osmanlı imparatorluğunun en üst kademesine kadar çıkarak zirveden dünyaya bakma fırsatı bulmuştu.
26"Haziran"da Barbaros zırhlısıyla İstanbul"a döndüklerinde mahşeri bir kalabalık tarafından karşılanıyordular.
Üstad Said Nursi Üsküp dönüşü Van"a geçti. Sultan Reşad bu gezide Kosovaya bir Ünüversite açmaya söz vermişti.
Ne varki balkan savaşının başlamasıyla, Kosova işgal edilince Said Nursi"de Kosova Ünüversiseti için ayrılan ondokuzbin altının, Doğu Ünüversitesine tahsisisni taleb ediyordu.
Sultan Reşad"ın gönderdiği yirmibin altınlada "Medresetüzzehranın" temelleri Van"ın edremit sahillerinde atılıyordu.
Fakat birin"ci Dünya Savaşının çıkmasıyla Ünüversite"nin inşaatı yarıda kalıyordu. Osmanlı ordusuyla birlikte hareket eden Said Nursi"de talebeleri ve gönüllülerden dört-beşbin kişilik bir Milis alayı kuruyordu.
Alayını talim için Süphan Dağına çıkarıyordu.
Bu dönemde bir hocadan daha çok kumandandı. Yine bu dönem talebeleriyle beraber ikindiye kadar ders görüp,ikindiden sonra Van"ın arkasına geçip askeri eğitim görüyorlardı.
Bu durum öğrenciler arasında hayretle karşılanıyordu..Herkesin Seydası sadece ders okutuyor,bunlara ne lüzum var diyorlardı kendi aralarında Üstada gıyaben ancak,aynı zmandada silahları ateşleyip nişan almaktanda müthiş bir zevk alıyorlardı beraberinde.
Ne varki gerçekte meseleyi bilmiyorlardı. Üç yüzden fazla olan bu talebelerini Üstad, cihan harbi için hazırlıyordu. Ve harb başlayınca cepheye götürüp savaşacaktı berabece göğüs göğüse.
1914"de Birin"ci Dünya Savaşı kopunca Doğu"da önce Ruslar ve daha sonra Ermenilerle büyük çatışmalar yaşanmıştır. Said Nursi Doğu"da Milis kuvvetleri Komutanı olarak Ruslara karşı çarpışır.
Önce kafkas Cephesine koşuyordu. Keçe külahlılar adını verdikleri bu olay bölgedeki Ermeni Taşrak komitesinin ve Rusların korkulu ruyası olacaktı. Çocukların çoğu Rus ve Ermeni atları altında ezilerek ölüyorlardı. Köyler yakılıyordu,erkekler kurşuna diziliyordu.
Rusya geri çekilirken Doğu Anadoluyu Ermenilere terketmişti. Rusya bir devlet olarak Osmanlıyla nizami şartlar içerisinde savaşmıştır fakat Rusyanın durumu Ermenilere terketmesiyle çok korkunç katliamlar gerçekleşmiştir.
Ruslar Pasinlerde Osmanlı ordusunu bozguna uğratınca, Said Nursi alayını alıp Erzurum"a geçiyordu. Bu savaşlarda bizzat cephede ön saflarda savaşaçaktı. Aynı zamanda elinde hiç bir kaynak kitap olmadığı halde Arapça tefsiri İşaratul-icazı yazdırıyordu.
Hem Ruslarla çarpışıp ve hemde Pasinlerin o engin dağarında bu Kitabı yazdırıp bitiriyordu.
Bu çok şiddetli çarpışmalarda Said Nursi-nin ilmi faaliyetlerini terketmediğini görebiliyoruz açıkça. Hatta bu gün İslam dünyasında tabiri caiz ise çok büyük ilgi alaka ve taktirle karşılanan İşaratul-icaz tefsirini o zor savaş şartları içerisinde yazmıştır.
İşaratul-icaz Birin"ci Dünya savaşında Üstad bir taraftan cephede at sırtında savaşırken bir tarftanda "İmla suretiyle" yani dikte ettirmek suretiyle hazırladığı bir eserdir. Vatan mudafaasında çok büyük hizmeti geçmişti ve savaşta bir çok talebesi şehit düşmüştü.
Alay Komutanı Said Nur-si gönüllü Milis alayı ile cepheden cepheye koşuyordu. Öğrencilerinin bir ermeni ineğine saldırdığını duyunca, Komutasındaki askereri toplar ve onlara derki,
"bizi Rus mağlup edemedi, Ermenide mağlup edemezdi,ama bu inek bizi mağlup eder." Hayvan size ne yapmıştıki siz hayvanı öldürdünüz!" diye çok sert bir şekilde "emrinde" ve Komutasındaki öğrencilerini ve Askerlerini azarlıyordu.
Bitlis savunmasında Said Nur-si ve arkadaşları, Rus taburunun arasına düşerek ateş altında kalıyorlardı. Üstad ve dört talebesi dışında, bütün Askerleri şehid oluyordu.
Hattı yararak köprünün altında bir çamura saklanıyorlardı. Üstad yaralıydı ve köprününn altına sığınmıştı. Rus askerleriyse onu arıyorlardı.
Üstad Rus askerlerin görüyordu ama,onlar Üstadı bulamıyorlardı. Tam otuzüç saat o köprünün altında nahsur kalmışlardı.
Üstadın esir düşüşü ve Rusya"da geçen esaret günleri.
Ayağı bir taşa takılıp düştüğü için bacağı kırılmıştı.
Kan kaybından ve şiddetli soğuktan öleceğini düşünen bir talebesi Üstad Said Nur-siyi kurtarmak düşüncesiyle gidip,Ruslara haber veriyordu.
Ruslar 19"Şubat Cuma gecesi Üstadı esir alıyorlardı.
Said Nursi esir düşmüştü yaralı olarak. Rus kumandanı karşısında, bacak bacak üstüne atarak oturan Üstadı Kumandan sorgulayamıyordu orada. Üstadın ayağının kırık olduğu tesbit edilince alçıya alınıyordu ve Bitlis Hükümet Konağında yirmi yedigün tutuluyorlardı böylece.
1915"Sibirya...
Said Nur-si trenle Sibirya"ya sevkediliyordu. Sibiryadaki "kosturma" esir kampına götürülmüştü. Kampı dolaşan Rus başkumandanı "Nicola" yanına geldiği vakit umursamamış, istifini dahi bozmamış ve ayağa kalkmamıştı.
Bunu farkeden Nicola Üstad Said Nursi-ye çokca öfkeleniyordu.
Teftiş eden genarelin gelmesiyle herkes ayağa kalkmış Üstad ayağa kalkamamıştı çünkü. Rus general bunu tercumana sormuş ve sor bakalım benim kim olduğumu biliyormu? demişti.
Üstad "biliyorum!" diyordu. "Bir genarel geliyor ve sen neden ayağa kalkmıyorsun?" diye sorunca.
Üstad,"ben bir din alimiyim,"İslam alimiyim" bizim dinimizde kafirin karşısında ayağa kalkmak yotur.!" Bir din alimi bir kafirin karşısında ayağa kalkmaz! diye cevap veriyordu generale.
Bu davranışı yüzünden Divan-ı Harbe sevkedilip yargılama sonunda idama mahkum edilliyordu Üstad. İnfaz sırasında Said Nursi-nin yüzü gülüyordu. Büyük bir sevinçle iki rekat Namaz kıldı orada.
Bu arada Nicola"da onu seyrediyordu. Onun büyük İmanına kayıtsız kalamayan Nicola "beni tahkir için yaptığınızı sanmıştım oysa mukaddesatınız için öyle davranmışsınız" diyerek özür dliyor ve idam hükmünü kaldırıyordu üzerinden.
Üstad Kosturmada da boş durmuyordu. Müslüman esirlere ders veriyordu. Subaylar genellikle Üstada İslami meselelr hususunda sorular soruyorlarmış burada.
Diyer esirlere haftada bir,iki haftada bir izin vererek Moskovanın belirli yerlerine müsade ederlermiş.
Ama Üstad için böyle bir yasak yokmuş. Üstad"ı her istediği vakit girip çıkmak hususunda serbset bırakmışlardır. Hatta çarşıda yürüdüğü vakit Ruslar ve Rus halkıda çokca hürmet gösterip "Türk Mollası" diye iltifat ederlermiş ona.
Yaklaşık üç yıl Rusya"da esaret hayatı yaşadıktan sonra, Kominist ihtilalinin getirdiği karışıklıktan faydalanıp,Rusça bilmediği halde tek başına "Kosturmadan" "Fetesburga" yaya yürüyüp, oradanda Almanya"ya kaçıyordu Üstad.
Almanyada çokca büyük ilgi görüp burada iki ay kalmıştı.
Varşova Almanya üzerinden, Bulgaristan"dan tekrar Türkiye"ye giriş yapıyordu yeniden. Bir alay Komutanı olarak esir götürüldüğü Sibirya"dan İstanbul"a dönerken Avrupa"yıda yakından inceleme fırsatı bulumuştu aynı zamanda..
1918"İstanbul.
Rusya"daki kominist ihtilali kargaşasından yararlanarak Kosturma esir kampından kaçan Said Nurs-i, çok meşakkatli bir yolculuktan sonra İstanbul"a dönmeyi başarmıştı nihayet. Ne varki İstanbul İngiliz işgali altındaydı o vakit. İşte Üstadın işgal altındaki İstanbul"da verdiği canhıraş mücadele.
Üstad Said Nursi 25"haziran 1918"de Sofya"dan trenle İstanbul"a gelmişti. Dönüş haberi dönemin gazetelerinde büyük bir yer alarak yankı uyandırıp ses getirmişti. İstanbul"da devlet ricalinin ve ilim çevrelerinin çok büyük teveccühü ile karşılanmıştı. Üstadı harbiye nazırı Enver Paşa köşküne davet ediyordu.
İstanbul"a geldiğinde,günün İstanbul gazeteleri manşetlerinde, "Bediüzzaman Said efendi esaretten kurtuldu" diye ilan ediyorlardı bu haberi. O zamanın en yüksek ilim ve Diyanet Meclisi olan "Darul hikmetil İslamiye"azalığına tayin edillyordu.
Çamlıcadaki Yusuf izzettin köşküne yerleşmişti.
Orduyu humayunun temsilcisi olarak "Darul hikmetil İslamiye" bu günkü Diyanet teşkilatının bir heyet tarfından yürütüldüğü şekli oluyor.
16 Mart.1920"de İngilizler İstanbul"u işgal etmişlerdi. Üstad Bediüzzaman Said Nursi bu duruma çok derin bir üzüntü duymaktaydı.
Üsatd"ın birinci görevi, İstanbul halkını işgal kuvvetlerine karşı direnmeye davet etmesi ve cesaret vermesiydi. Bu Anadolu"daki Kuveyi Milliye hareketininde çok önemli bir dayanak noktası olmuştur.
İkincisi cihad fetfasına imza atmış olması.
Ve üçüncüsü"de bir takım ayrılıkçı hareketlere karşı çıkarak "Kuveyi Milliye" harketinin etrafında toplanıp işgalci kuvvetleri Osmanlı topraklarından süpürüp atma noktasındaki yapmış olduğu faaliyetlerdir.
İngilizlerin aleyhinde neşrettiği "Futuhatı sikke" adlı broşürle işgal kuvvetlerinin kötü emellerini ortaya koyarak büyük bir hizmet sunuyordu böylece.
İngiliz işgaline karşı bir eser telif eden Üstad,altı haftada altı sualle İngilizlerin maddeten nasıl işgal ettikleri ama, manen boğmaya çalıştıkları Osmanlı"yı, veya İslam"a karşı onların desiselerini çürütücü cevaplar veriyordu o kitapçıkta.
11"Nisan 1920"de Şeyhülislâm Dürrizade Abdullah Efendi fetva verdi. Kuva- yı Milliye’ nin devlete ve Padişah’a asi olduğuna dair. Verieln bu fetfaya karşı çıkan Said Nursi, kendisinin kaleme alıp yayınladığı fetfa ile Milli Mücadeleyi ve Kuva-yı Milliyeyi destekliyordu.
Üstad Said Nursi-nin hizmetleri Anadolu"da kurulan Türkiye Büyük Millet Meclisi tarfından takdir ediliyordu. Dönemin Ankara hükümeti tarafından ısrarla Ankara"ya davet edilmişti.
1922"Ankara.
İngiliz işgaline karşı istanbul"da direnişi örgütleyen Anadolu"daki Milli mücadeleye açıkca destek veren Said Nursi"yi Ankara"daki Türkiye Büyük Millet Meclisi ve hükümet dikkatle izliyordu.Dolayıs ile ısrarla Ankara"ya davet edilmişti. İşte Üstad Said Nursi-nin 1922"de Ankara"da yürttüğü ve sekiz ay süren ilginç çalışmaları.
Önce talebelerini Milli hükümeti desteklemeleri için Ankara"ya gönderen Bediüzzaman, kendiside 1922"yılı Kurban bayramından bir hafta önce trenle Ankara"ya gidiyordu. Ankara büyük bir hürmetle karşılamıştı Üstadı.
Dokuz Kasım 1922"perşembe günü Bediüzzaman"a resmi "hoşamedi"töreni düzenleniyordu. İstasyonda kalabalık bir halk topluluğu ve mebuslar tarfından karşılanmıştıı.
Ankara"da bulunduğu sekiz aylık süre içinde Hacı Bayram Veli mevkiinde kalmıştı. Bu samimi ve candan karşılamaya rağmen Bediüzzaman Ankara"dan umduğunu bulamamıştı. Kendisine sunulan Şark umumi vaazlığı,mebusluk ve Diyanet azalığı tekliflerini kabul etmiyordu. Ankara"dayken Arapça "zeylüzzeyl" adlı eserini yayınlıyordu.
19"Ocak "923"te Mebusları uyarmak için kaleme aldığı on maddelik beyannameyi Kazım Karabekir Paşa Meclis"te okumuş ve sonra tüm Mebuslara dağıtılmıştı.
Meclis"te yapılmış olan o"on maddelik beyannamede,savaşa niçin girdiğimizi,İstiklal savaşına niçin katıldığımızı,bu savaşta neleri kaybettiğimizi,niçin bu fedakarlıklara o Meclisin katlandığını anlatan on maddelik konuşmadaki maddeler, bu gün bile hala geçerliliğini korumaktadırlar.
Dindarlığı ile bilinen Trabzon Mebusu Ali şükrü bey öldürüldükten on beş gün sonra,Ankara"dan Van"a gitmek için istasyona gelen Bediüzzamanı dostları uğurluyorlardı..
Bu sırada istasyona yakın bir yerde oturan Mustafa Kemal Paşada Üstad"ın yanına geliyordu ve bir müddet ayak üstü konuşuyorlardı.
1923"Van... Şeyh Said isyanından sonra hiç ilgileri olmadığı halde Van"ın ileri gelen doksan ailesi batıya sürgün edilmişti.
Sürgünler arasında Üstad Said Nurside vardı. Erek dağındaki mağarasını saran Askere teslim olduğunda Üstad için yeni bir hayat başlıyordu.
İstanbul Gebze ve Trabzon üzerinden geçerek Vana dönmüştü.
1923"yılı baharı. Üstad yaz aylarını çoravanis köyünde ve erek dağındaki bir manastır harabesinde ibadet ve tefekkürle geçiriyordu.
Van kalesinin doğusuna gidildiğinde karşınıza büyük bir haşmetle çıkan erek dağı bütün bir görüş alanını doldurur insanın.
Bu erek dağı Üstadın hayatında önemli bir yer tutmaktadır. Çünkü Üstad kışları nurşin camii"nde,yazlarıda bu erek dağında geçiriyordu.
İsyana karışmamasına rağmen Van"daki toplumun ileri gelenleri alimler,ağalar ve paşalar değişik şehirlere sürülmüştü.
Ankara"dan çıkan bir emirle sürgün edilen bu insanlar içinde Siad Nursi"de bulunuyordu. Nekadar tanınmış insan varsa, biz bunların hepsinin en azından yerlerini teğiştirelim. Doğudakiler batı"ya alınsın,batı"dakiler doğuya alınsın diye. Bu adil olmayan bir sürgün politikasıydı.
Yatıştırıcı rol oynamasına rağmen, Üstadın kaldığı erek dağındaki bir jandarma müfrezesi mağaraya baskın yapmıştı.
Üstadı teslim alıp götürmüştü.
Şeyh Said isyanından sonra "buda isyan edebilir.!" diye,ki Said Nursi o isyana karşı çıkmıştı ve bunuda açık olarak her kes biliyordu. Ancak buna rağmen sürgün ediliyordu yinede.
O günkü hükümet onun nufuzundan rahatasız olarak, oradaki bazı Mühim zatlarla birlikte çok şiddetli bir kış gününde, onu mağaradan çıkarıp getiriyorlar ve kızaklarla getirdikleri şahıslarıda, birbirlerine iplerle bağlayıp önce Erzurum"a, oradanda Trabzona götürüyorlardı beraberce.
1925"İstanbul...
1925"yılının Şubat"ında kızaklarla yola çıkılan sürgünleri çok çetin ve zorlu bir yolculuk bekliyordu. Burada sürgüne gönderilen Said Nrsi"nin Van"dan Burdur"a kadar yaptığı ilginç yolculuk ve bu tarhten 1960"yılına kadar sürecek olan tam otuzbeş yıllık çileli haytın henüz başlangıcıydı..
Yarın devam edecek..
YORUMLAR
Sayin Mehtap hanim , alayli yazinizi okumamis sayiyorum. Ben sehirden uzak yasiyorsam, Fethullah gülen benden daha uzakta yasiyor.. Fethullah emmi o zaman tam dinden uzak ve kopmus biri sizin mantiginiza göre ...
Mustafa bey malumunuzdurki
en büyük kargaşalar insanlar arasındaki ifade zorluğundan kaynaklanır genelde.
efendim bizim asla bir insanla alaylı bir şekilde konuşup veya bunu o insana farklı bir üslupla ima etmemiz emin olunuzki imkansız bir şey..mümkün değil böyle bir şey.
benim anlatmak istediğim konu
Allahın gurbetini yaşamamak manasındaydı.
bu çok çok önemli bir nokta öyle değilmi
bu
mekan gurbeti değil,bu dünya gurbeti değil,bu bir beşer gurbeti asla değil
bu ebed bir gurbettir bir insan için
ve çok zulumetli bir gurbettir.
siz Allah ve Rasulünü yüreğinizde eylemişseniz eğer
gurbeti kabul etmemniz gerekirdi öyle değilmi.
kaldıki siz yine misliyle muhalefet edip
Muteremn Hocamı müdahil etmişsiniz bu konunun içine.
yapmayın..yakışmıyor inanın..
Yukarıda Huzeyfi bey ve Mursel hocamın ifadeleri
hemen hemen düşüncelerimi aynı hal ile yansıtmış zaten
o yüzden daha fazla yazmak istemiyorum bu konu hakkında.
bu yazıyı yalnız ve yalnız
İslam mütefekkiri ve Asrın müceddidi olmuş bir zata sevgi ve saygı ifadesi olarak hazırladım.
ama kati olan bir şey daha varki oda
Allah cc benim dostlarıma savaş açanlara
bende savaş açarım diye buyurmaktadır
bunuda sakın unutmayın.
ve
eğer bir insan iyilerin varlığını bilipte görmüyorsa
bu onun körlüğünden değilmidir
ve güneş asla balçıkla sıvanmaz.
Asır Üstadı silemedi
kaldıki bir katre toz silsin..
umarımki benim kitaplığımı süsleyen o"ondört pırlanta değeri taşıyan Risaleler
en kısa zamanda sizinde Kitaplığınızı süslesin inş.
Merhaba...
Yorumlara bakınca ,insanların bir konuda yer ile gök kadar uzak fikirlere sahip olduğunu somut olarak görüyorum ve üzülsem de şaşırmıyorum..
Kimse kimseyi sevemez ve bunun için kendini zorlayamaz da ,kimse de bunun için kimseyi zorlamamalı..
Efendimiz(sav) Allah'ın dinini anlatırken kendini 'İnanmıyorlar' diye helak edecek noktaya getirmiş ve Rabbimiz , O'nu 'inanmıyorlar diye kendini helak edeceksin' diye teselli etmiştir..kalpler Allah'ın elindedir ,dilese elbet herkes iman ederdi..fakat O(cc) kendi dinine inanmama hakkını bile vermiştir kullarına 'Senin dinin sana benim dinim bana ' diyerek Kuran'da...
Bugün insanlar neredeyse alacakları eveşyasının renginde bile mutabakata varamazken ,İslam ve Allah inancı sorgularken elbet de bir alimin büyüklüğü ve kabul edilebilirliği tartışılacaktır..
Bu gönül meselesidir,insan herkesi sevmek zorunda değil ki..Yüzyıl önce alimler ittifak etmişler genel itibariyle ve asrın müceddidi olarak Bediüzzaman Hz.'lerini kabul etmişler..Elmalı Hamdi Yazır ,kendi esrleriyle Risaleler arassındaki farkı soranlara 'Benim de kulağıma fısıldayan olsaydı ben de böyle muhteşem eserler yazardım.' demiş..Kabul etmek zorunda olunmayabilir elbet bu durum,çünkü Efendimiz ahir zaman alimlerini beni İsrailin peygamberlerine benzetmiştir ve her alim İslamı anlatma da bir ışıktır..
Rabbimiz Kainatta bir tane galaksi bir tane sistem bir tane gezegen mi yaratmış..hayır elbet de..biz nasıl güneş sistemindeysek belki böyle milyonlarca sistem daha var..Yani tabi ki Allah aynı zaman diliminde kutup sayılacak etrafına ışıklar saçacak yüzlerce alim yaratmıştır ve herkes birine tabii olmuştur..
Bu inanaların problemidir..asrın müceddidinin kim olduğu ,en doğru hizmeti kimin ve hangi tarikat ya da cemaatin yaptığı ,mezhep farklılıklarının nedeni ve ihtilafların ortadan kaldırılması vs..bunlar müslümanların sorunudur..insan inanmıyorsa ona ne ki İslam'ın iç sorunlarından..amaç nifak sokmaksa o ayrı tabi..
Üstat Bediüzzaman'ın zamanın iman hastalıklarına çare olan ve küfrü yerle bir eden 6000 küsür sayfalık eserlerinden birini bile okumayan bir insanın nasıl olur da onun ve kitapları hakkında herhangi bir şey söylemeye hakkı olabilir..İnsan bilmediğinin cahili korktuğunun esiridir ,derler..Keşke önyargılı olmasak da insanları bir tanımaya çalışsak..
Neyi paylaşamıyoruz ,hep topu en fazla 100 yıl sonra şu an yaşayanların hiçbiri olmayacak ,kime kalacak dünya ve biz yaptıklarımızın hesabını vermeyecek miyiz..
Ben kalben kanaat ettim ki zamana en uygun İslam'ı anlatma yolu Bdz. Hz.'lerinin öğretileridir..Rabbimiz ilim verirken ırk mı ayıracak..Efendimiz'i de Arap olduğu için küçümseyen olmadı mı..1000 yıdır beraber yaşadığımız insanları hakir görmek ayrı bir sorun ,Üstadı aşağılama yolunu 'Kürt Sait ' ifadesine indirgemek başka bir akıl kıtlığı..Ben Türklüğümle hep iftihar ettim ama keşke Rabbim bana Üstadın Türklere ve İslama ettiği hizmetin milyonda bir hissesini nasip etse ,diye hep dua ediyorum..
İslam tek, İslam okuluna giden yollar çok..mühim olan imanda ayrılık olmasın..hepimiz kardeşiz ve birbirimizi sevdikçe hakiki imana sahip olacağız..iman hizmetinde husumet olmaz ,kardeşler arası kavga olmaz..kim bilebilir ki Allah'ın en hoşnut olduğu hizmet hangisidir ,en sevdiği alim ve insan kimdir..bunlarla mı uğraşmalıyız..
Herkes meşrebini sevmeli ancak ,hak yalnız benim ki dememeli , çünkü herkes niyeti ve gayreti ölçüsünde nasiplendirilecektir..
İnanmak bir kalp meselesidir..Hz İbrahim'i ateşe atan kral firavun hammurabi kendi kanunlarına göre yaptı bunu..Allahın dinini eğer insanların koyduğu kanunlarla yargılamaya ve bir şekle sokarsak hata yapmış olmaz mıyız..
Dün Efendimiz'e mecnun diyenler Üstad'a da deli demişler,çok mu..Eğer herkesi memnun edebilseydi Peygamberimiz ederdi...
Rabbim nifaktan uzak eylesin bizi..Allah'ın ve Peygamberinin ve onu sevenlerin ipine sımsıkı tutunanlardan eylesin...
Mehtap Hanım ,bir vazife icra ediyorsunuz, unutmayın ve üzülmeyin herkes anlamak ,kabul etmek ve sevmek zorunda değil ..siz anlatmakla mükllefsiniz en fazla onu da hakkıyla yapmışsınız....
Allah ebeden razı olsun..selam ve dua ile kalın...
Sayın Muhabbetçi, Said Nursi için yargıtayın sunmuş olduğu maddeler (30 madde, ), şayet doğru ise; bence hiçbir sakınca yok.Hepsi doğru, yani Kur'an-ı Kerim'e ters olan hiçbir şey yok.Bunu burda niye yayınladınız anlamış değilim...Bugün ki cemaat, eğer yukardaki 30 maddeye göre hareket etmiş olsa idi, o zaman bende içim çok rahat bi şekilde, cemaatçi olurdum..Ne yazık ki cemaat, şu an bu maddelerden çok uzak...Gereğinden fazla hoş görülüler..Çok fazla taviz veriyorlar...İslamda, taviz olmaz...Yalnız anlayamadığım, siz niye bu kadar Said Nursi'nin üzerine gidiyorsunuz...Risale; kimseye namaz kılmayın, oruç tutmayın, zekat vermeyin, tağutlara itaat edin, Allah'a şirk koşun, adam öldürün,zina yapın vs.. demiyor...Said Nursi'nin alimliliği ve risalenin kutsiyeti hususunda söyledikleri kendini bağlar... Hem bunun hakkında biz karar veremeyiz...Size inanmak niye zor geliyor...Hz. Meryem, babasız çoçuk doğurabildiğine göre, Said Nursi'ye de böyle bir ilim bahşedilmiş olabilir...Bu Allah için zor değil..O(Allah), ol deyince olmayacak birşey var mı?...Ama sanırım siz kabullenmekte zorluk çekiryorsunuz..Ha birde sanırım, Said Nursi'nin kürt olması bazılarının zoruna gidiyor...Ve bir de bir insan, Atatürk ile anlaşamıyorsa bu onun "Alim" olamıyacağı anlamına gelmez...Ha birde, mezhepleri ,hadisleri reddeden, sünneti eleştiren bi tavrınız var...Sizin gibi düşünen samimi bir arkadaşım vardı...Bir gün kendisine sen, namaz kılıyormusun diye sordum...hayır diye cevapladı...Niye? Peki dedim.."Şu an kendimi hazır hissetmiyorum.Şekilci gibi davranıp.eğilip, kalkmak istemiyorum" dedi..Bırak dedim bunları...Bunların hepsi vesvese...Peki dedim sen, Arabça biliyormusun -hayır, Peki sen akaid, kelam,tefsir,usul-fıkıh üzerine rahle-i tedrisattan geçtin mi? Cevap yine "hayır"...
Sanırım ne demek istediğimi anladınız..İmam Tahavi'nin 300 tane hocası varmış...Yani biraz el insaf...
Hayırlı geceler...
huzeyfi tarafından 8/13/2009 8:38:01 PM zamanında düzenlenmiştir.
huzeyfi tarafından 8/13/2009 8:56:28 PM zamanında düzenlenmiştir.
---nurculuk hakkında yargıtay ceza genel kurul kararı.---
esas: 234/d-1, karar: 313, tarih: 20.09.1965).
ceza genel kurulu kararına göre nur risalelerinin gerçek yüzü ve bu risalelerde yer alan zararlı akımlar.
nur risaleleri 130 kadar olup, dava konusu dosyada bulunanlar asay-ı musa, mesnevi-i nuriye, gençlik rehberi, mektubat, tiryak, hutbe-i şamiye, hanımlar rehberi, iki mekteb-i musibetin şahadetnamesi veya divan-ı harbi örfi, barla hayatı, bediüzzaman cevap veriyor, lemalar, bize nurcu diyenlere diyoruz ki, elhüccet.-ü zehra, ramazan risalesi, ihlas risalesi ve sönmez adlı risalelerden oluştuğu anlaşılmıştır.
1- nurculuğun esası, fikirleri, maddiyatçı ve tabiatçı modern felsefeyi reddetmekte, dünyanın geçiciliğini, ahiretin geçerliliği fikrini telkin etmekte, netice olarak ta bütün dünya saadetlerini insanlara haram etmektedir. (dr. çetin özek, türkiye’de gerici akımlar ve nurculuğun iç yüzü sayfa: 241)
2- nurculara göre laik bir devlet düzeni şeriata aykırıdır. türkiye kuruluşu itibariyle dinden uzaklaştırılmış ve dine karşıdır. hıristiyanlık dünyevi esaslara sahip olmadığı için din ile dünya işleri birbirinden ayrıdır. reform hıristiyanlıkta mümkündür. türk devrimleri dahi hıristiyan reformlarının taklidinden ibarettir. zira islamiyet hiçbir reforma ihtiyaç göstermeyecek derecede mükemmeldir. (mektubat 1958, sayfa : 401, dr. çetin özek).
3- laik cumhuriyetçi düzen 20 senelik inkılaplar sonucu doğmuştur ve dini müthiş sadmeye maruz bırakmıştır. (münazarat, sayfa: 135-141, dr. çetin özek türkiye’de gerici akımlar ve nurculuğun iç yüzü sayfa: 250-251).
4- atatürk idaresi hadislerde gösterilmiş bulunan dehşetli ahirzamandır. dinsizlik, kanunsuzluk, ifsat komitelerinin faaliyet yıllarıdır. (said-i nursi sözler 1957 sayfa : 143, dr. çetin özek nurculuğun içyüzü 09.04.1964 tarihli milliyet gazetesi).
5- türkiye genel olarak ezan-ı muhammedi’nin yasak edildiği, bidadların zorla topluma kabul ettirildiği bir dönem yaşamıştır. devrim kanunları muvakkattır ve hıristiyan kanunlarıdır. (said-i nursi, tiryak, sayfa 65, dr. çetin özek, türkiye’de gerici akımlar ve nurculuğun içyüzü.)
6- türkiye’nin siyasi rejimi nur saadetini söndürmeye çalışmaktadır. kemalistler seviyesiz, anarşist kimselerdir. (said-i nursi, münazarat sayfa: 17, dr. çetin özek, türkiye’de gerici akımlar ve nurculuğun içyüzü.).
7- devlet islam’ın siyasi prensiplerine göre teşekkül etmelidir. bütün hayat nuru onda mevcuttur. (ihsan emeci, aradığımız şuur mart 1964, dr. çetin özek, türkiye genci akımlar ve nurculuğun içyüzü, sayfa: 262).
8- alem-i islam’da yapılacak olan devrimler islamiyetin desatirine uygun olmak mecburiyetindedir. aksi halde gayri meşrudur. bu bakımdan meclis aynı zamanda hilafet görevini görmelidir. (said-i nursi, mesnevi-i nuriye, sayfa : 80-82, dr. çetin özek, türkiye’de gerici akımlar ve nurculuğun içyüzü.).
9- şahs-ı manevi hükümetin müslüman olması gereklidir. (said-i nursi, hutbe-i şamiye, sayfa : 80, dr. çetin özek, türkiye’de gerici akımlar ve nurculuğun içyüzü sayfa: 253).
10- türk devleti’nin dini islam’dır ve bunun vikayesi milletimizin maye-i hayatiyesidir. hükümet islamiyet ve din için hizmet etmektedir. (said-i nursi, münazarat, sayfa: 18, dr. çetin özek, türkiye’de gerici akımlar ve nurculuğun içyüzü, sayfa: 264).
11- müslümanlara kur’an dışında bir anayasa lazım değildir. 1347 tarihinde felsefenin tahakkümü ile bu dindar millet ehemmiyetli tahavvüllere düçar kılınmış ve anayasadan devletinin dininin islam dini olduğu yolundaki hükmü kaldırılmıştır. kur’an cumhuriyet anayasası gibi birkaç kişinin iradesi değil ilahi bir iradenin sonucudur. (said-i nursi, zülfikar-ı mücizat-ı islamiye ve kur’aniye, sayfa: 191-193, tiryak, sayfa 65, dr. çetin özek, türkiye’de gerici akımlar ve nurculuğun içyüzü sayfa: 264).
12- islamiyete ve hakikat-ı kur’aniyeye karşı mürtedane mücadele eden bir dessas zındıktır ki bize hücum etmek için istibdadı mutlaka cumhuriyet namı vermekle irtadadı mutlaka-i rejim altına almakla sefahat-ı mutlaka medeniyet takmakla cebri keyf-i kurfiye, kanun namı vermekle bir istibdadı askeriye ve delalet kurmuştur.(said-i nursi, sönmez, sayfa: 21-22, 48, dr. çetin özek, türkiye’de gerici akımlar ve nurculuğun içyüzü).
13- said-i nursi milliyete ve milliyetçilik fikirlerine düşmandır. ona göre milliyetçilik islam birliğine manidir. nurculara göre milliyetçilik bolşevizm ve sosyalizme karşı mücadele edecek kuvvette değildir. (bediüzzaman cevap veriyor, ankara 1960, sayfa: 4751, dr. çetin özek, türkiye’de gerici akımlar ve nurculuğun içyüzü, sayfa: 266).
14- islam devleti için tek milliyet islam milliyetidir. islam devleti sonunda bütün dünyayı hakimiyeti altına alacak ve islam yapacaktır. bu dünya milleti hayatı maneviyeye dayanacaktır. bu islam devleti’de hamiyeti islamiye ve milliye altında ittihad-ı muhammedi davasında olan şeyh-i risalei nur sayesinde kurulacaktır. (said-i nursi, münazarat, sayfa : 90-100, dr. çetin özek, türkiye’de gerici akımlar ve nurculuğun içyüzü sayfa: 267).
15- ittihad-ı islam umum askere ve umum ehli islam'a şamildir. hariç kimse yoktur. (said-i nursi, hutbe-i şamiye, sayfa: 91,)
16- hutbe-i şamiye’de milleti islamiye'nin sebebi saadeti yalnız ve yalnız hakiki islamiye ile olabilir ve hayatı içtimaiyesi ve saadeti bünyeviyesi şeriatı islamiye ile olabilir. denildikten sonra mesele şeriat hükümlerine göre hırsızların elinin kesilmesinin faidelerinden bahsedilmektedir. (hütbe-i şamiye, sayfa: 56-67, dr. çetin özek, türkiye’de gerici akımlar ve nurculuğun içyüzü sayfa: 269).
17- said-i nursi’ye göre islamiyet devletinin mekke-ı mükerremesi cezinat-üm arap olacaktır. bu arada osmanlılıkta bin medine-i münevvere şeklini alacaktır. (said-i nursi münazarat sayfa:109-13 1, dr. çetin özek, nurculuğun içyüzü 11.01.1964 milliyet gazetesi.)
18- islam dini’nde inkılap yapmak, şeriat aleyhtarlığı yapmak olduğu için, islamiyet’in desatirine aykırı, devrimler de islamiyete aykırıdır.(said-i nursi mektubat, sayfa : 403, dr. çetin özek nurculuğun içyüzü 11.04.1964 milliyet gazetesi.)
19- çok kadın ile evlenmek islami olduğu için caiz ve şarttır. taaddüdü zevcat tabiata, akla, hikmete muvafıktır. (said-i nursi, hanımlar rehberi, sayfa: 57).
20- benim tesettür, irsiyet, zikrullah ve taaddüdü zevcat hakkındaki kur'anın sarih ayetlerine medeniyetin ettiği itirazlara karşı onları susturacak tefsirimdir. (said-i nursi, tiryak, sayfa: 60)
21- nurculara göre, bugünkü aile sisteminde medeniyet fantazilerden ibarettir. aile saadeti ancak daire-i şeriattaki adabı islamiye ile mümkün olacaktır. kadının erkeğinden boşanabilmesi islami esaslara aykırıdır. şer’i evlenme ise bu imkanı ortadan kaldıracaktır. (said-i nursi, kadınlar taifesi ile bir muhavere:7, doktor çetin özek türkiye’de gerici akımlar ve nurculuğun içyüzü)
22- said-i nursi faizin yasak edilmesini istemekte, sınıf kavgalarının ortadan kaldırılabilmesi için bankalar kapatılmalı, riba yasak edilmeli, kur’an kadına üçte bir hisse vermektedir; medeniyetin kadına erkek kadar hisse vermesi ahlaksızlıktır. (said-i nursi zülfikar 1945, sayfa 38,39, doktor çetin özek türkiye’de gerici akımlar ve nurculuğun içyüzü, sayfa 272,273)
23- said-i nursi hanımlar rehberi isimli risalesinin 37. sayfasında, bir zaman çıktığı ankara kalesinden etrafı seyrederken hilafet ve saltanatın vefatını hatırlayarak duyduğu teessür ve hüznü dile getirdiği görülmektedir.
24- yine said-i nursi tiryak adlı risalenin 23. sayfasında garp uleması ve filozofları itiraf ve ikrar etmişlerdir ki; islamiyetin kanunları yüksek bin tarzda alemi islamın islahına kafidir diye, iddia etmiştir.
25- onüç asır evvel şeriatı garra tessüs ettiğinden ahkamda avrupa’ya dilencilik etmek dini islama büyük bir hıyanettir ve şimale müteveccihen namaz kılmak gibidir. (said-i nursi hutbe-i şamiye)
26- eğer beşer çabuk aklını başına alıp adalet-i ilahiye ve hakaik-i islamiye dairesinde mahkemeler açmazsa maddi ve manevi kıyametler başlarına kopacak, anarşistlere, yecüc mecüclere teslimi silah edilecektir.(said-i nursi hutbe-i şamiye),
27- zahiren hariçten cereyan eden maanifi cedidenin bir mecrası da bir kısım ehli medrese olmalı, zira bu laikliği ile başka mecradan taahfün edegelmiş ve atalet bataklığından neşet ve istipdat sümumu ve teneffüs eden zulüm tazyiki ile ezilen efkara bu müteaffin su bazı aksülamel yaptığından musaffat-ı şeriat ile söz vermek zorundadır. bu da ehli medresinin duş-ı himmetine muhavveldir. (said-i nursi hutbe-i şamiye, sayfa 82)
28- said-i nursi 31 mart vakası üzerine sevkedildiği divan-ı harp'te verdiği ifadede de “en mukaddes maksadın şeriatın ahkamını tamamen icra ve tatbiktir.” demiştir. (said-i nursi bediüzzaman, ankara 1960)
29- eskiden beri i’la-yı kelimetullah ve bakayı istikbaliyeti islam için farz-ı kifaye-i cihadı beruhde ile kendini yekvücut olan alemi islama fedaya vazifedir ve hilafet-i bayraktar görmüş olan bu devleti islamiyenin felaketi, alemi islamın saadet ve hürriyeti müstakbelesi ile teelif edilecektir. zira musibet maye hayatımız olan uhuveti islamiyenin inkişafını fevkalede tecif etti. (said-i nursi mektubat, doğan limited şti. matbaası, ankara, 1958, sayfa 441)
30- iki mektebi musihetin şahadetnamesi veya divan-ı harbi örfi adlı risalede şu yazıları dikkati çekmektedir.
a- yaşasın şeriat-ı ahmediye, şeriatı garra kelamı, ezelden geldiğinden ebede gidecektir.
b- onüç asır evvel şeriatı garra tessüs ettiğinden ahkamda avrupa’ya dilencilik etmek bu dini islama büyük bir cinayettir ve şimale mütevecihen namaz kılmaktır.
nur talebeleri (şakirtleri) ve görevleri: [değiştir]nurcular, kendilerine nur talebeleri adını vermekte ve hizbul kur’an olduklarını ileri sürmektedirler. nur şakirtlerinin nurculuğa girebilmeleri için o mahalledeki en büyük nurcuya karşı bazı taahhütlerde bulunmaları gerekmektedir. bu taahhütler nurculuğa ve nurcuların büyüklerine sadakat, nurcuların sırlarını açıklamamak, gayeleri için istişarelerde bulunmak, nurun gerçekleşmesi için faaliyetlerde bulunmak gibi şeylerdir. nurcuların bulundukları yerlerde nurculuk ile ilgili olayları nur büyüklerine bildirmeleri de mecburidir.
nur talebelerinin diğer bir vazifeleri de nur risalelerini çoğaltıp dağıtmaktır. said-i nursi asayı musa adlı risalesinde nur risalelerini yazıp dağıtmayı ihmal edenlere sitem etmektedir. nurculuğun bilhassa ordu mensupları arasında yayılmasına önem verilmektir.
said-i nursi risalelerin yayınlanması için dini duyguları da istismar etmektedir. sönmez adlı risalenin 3. sayfasında şu satırlar yer almaktadır. "ahiret kardeşlerime mühim bir ihtar iki maddedir. birincisi risalei nura intisab eden zatın en ehemmiyetli vazifesi onu yazmak, yazdırmak ve intişarına yardım etmektir. onu yazan ve yazdıran "risale-i nur talebesi" unvanı alır ve o unvan altında her 24 saatte benim lisanımla belki yüz defa, bazen daha ziyade hayır dualarımda manevi kazançlarımda, hissedar olmakla beraber, benim gibi dua eden kıymettar binlerce kardeşim ve risalei nur talebelerinin dualarına ve kazançlarına dahi hissedar olurlar.
ikincisi, risale-i nur’un amansız ve imansız cinni ve inni düşmanları onun çelik gibi, metin kalalarına ve elmas kılınç gibi kuvvetli hüccetlerine müdahale edemediklerinden çok gizli dosyalar ve haf’i vasıtaları ile sınırlı olmaksızın yazanların şevklerini kırmak, fikir ve yazıdan vazgeçirmek cihetinde, şeytanca hücum edip darbe vururlar.
said-i nursi, nur talebeliğini bırakmanın günah olduğunu, nur talebelerine ilişenlerin vatan ve millet haini olduklarını ilan ederek, ayrıca tehditler savurarak gizli bir teşkilatın taktiğine başvurmaktadır.
nur talebelerinin bekar kalanları takip edilmekte, muhakkak evlenmesi lazımsa bir nurcu ile evlenmesi emredilmektedir.
yine nur risalelerinden tiryak adlı risalenin 33.sayfasında "mevt idam değil tebdil-i mekandır. kabir zulmetli kuyu ağzı değil, maneviyatlı alemlerin kapısıdır. dünya ise bütün şaşası ile beraber ahirete nazaran bir zindan hükmündedir."
islam dini yönünden nurculuk: [değiştir]diyanet işleri başkanlığı tarafından yayınlanan nurculuk (nurculuk hakkında) adlı eserde:
1- ayet-i kerimelerin tefsirinde, mananın tahammül edemeyeceği tarzda batni ve indi manalar verilmeye çalışıldığı, ebcet hesabı ve tevafuklarla manalar verildiği, bunların müslümanlık esaslarına göre dini ve ilmi kıymeti olmadığı,
2- nur risalelerini toplu olarak okumanın bir nevi hizipçilik olduğu,
3- bir kısım ayetlerin islamlığın usullerine göre tefsirine kalkışıldığı,
4- risale-i nurun mukaddesat arasına katılmak istendiği, yalnız nurcular için dua yapılarak müslümanlar arasında bir zümre meydana getirildiği, tefrikaya yol açıldığı,
5- said-i nursi’nin ve eserlerinin haruküladeliği ve kerametleri hakkında indi tevillerle mübalağlı ifadeler kullanıldığı,
6- kur’an-ı kerim’in harflerinden birtakım manalar istihracına kalkılmak gibi ulemanın ekseriyetince benimsenmeyen bir yol tutulduğu, asayi musa adlı eserinde ayet ve kelamı indi olarak tevil ederek bunların risalei nuru tebşir ve tebliğ ettiğinin iddia edildiği,
7- bu gibi tevil ve iddiaların islami esaslara uymadığı,
8- nurculuğun milli ve dini birliği parçalayan zümrecilik olduğu,
9- nur risalelerinde kürtçülüğü körükleyen sözler bulunduğu belirtilmiş ve 22-23 sayfalarında "nurculuğun inanış ve telakkileri, islam dininin, kur’an-ı kerim’in ve sünneti seniyyedeki kaide ve formüllere uymayan bir akide tarzı olmuştur. nurculuk dini meselelerde işi çığrından çıkaran bir istismara ilaveten milli ve içtimai konularda birlik fikrini baltalayan bir zihniyeti temsil etmiştir. risalelerde gösterilen sırf dini ifadeleri bile yapılan aşırı teville ve keyfi görüşlerle yukarıda örnekleri ile belirttiğimiz gibi manevi, milli bütünlüğümüzü bozan, gerçek itikatı gölgeleyen bir hal almıştır. bu risaleleri okuyanlar kendilerini bütün müslümanlardan üstün görmüşler, yalnız ve yalnız nurcu olanları cennete ehil, nur risalelerini günahlara kefil saymışlar ve netice olarak da nur risalelerini okumayı ibadet haline getirmişlerdir. ey müslüman kardeş; dine yararlı telif irşatta bulunanlar peygamberin hizmetkarı durumunda bulundukları için kur’an-ı kerim’de peygamber efendimize hitab edilmiş ayetleri, onların şahsına atfetmek yakışık almaz. böyle bir tevazuu benimsemek bile müslüman tevazuuna sığmaz. nur risalelerini kur’an’ın en mükemmel tefsini addetmek allah kelamını kıyamete kadar, ondan sonra gelecek şeylere ve bütün ilimlere şümulünü bilmemek demektir." nurculuğun ve nur risalelerinin gerçek islam'a uymadığının açıkça ifade edildiği görülmüştür.
kanunlarımız karşısında nurculuk ve sanıkların hukuki durumu: [değiştir]yukarıda yapılan açıklamalara ve bizzat nur risalelerinden alınan pasaj ve cümlelere göre:
1- nurculuğun kurucusu said-i nursi hiçbir zaman türklüğü ve türk milletini kabul etmeyerek, kürt olduğunu övünerek beyan ve ilan etmekle beraber, 1327 yılında faaliyette bulunduğu anlaşılan kürt teali cemiyetinde çalışmak, memlekette türklerden ayrı dini ve milliyeti olan bir kürt cemaatı olduğunu ileri sürerek ve yine o tarihlerde kurulduğu bildirilen “kürdistan azmi kavi” cemiyetinin mümessili olarak istanbul’a gidip, kürtçe tedrisat yapan mektepler açılması için gayret göstererek ve “uyan ey selahaddin eyyübi'nin torunları kürtler” diye tahrik ve teşviklerde bulunmak suretiyle memleketin bütünlüğünü bozmaya matuf amaç ve gaye takip ettiğinin anlaşıldığı,
2- türk milliyetçiliğini red ve hatta zararlı ve tehlikeli olduğunu ileri süren said-i nursi’nin türkiye’nin de dahil olacağı tamamen şeriat hükümlerine ve islami esaslara göre düzenlenmiş ve merkezi mekke olmak üzere bir islam devleti kurulmasını ve bu devlette arapların hakim bir unsur haline getirilmesinin lüzumunu nur risalelerinde teklif, takdim ve teşvik etmek suretiyle türk devleti’nin bağımsızlığını tenkis ve birliğini bozma yolunda hareketlerde bulunduğu,
3- said-i nursi nur risalelerinde türkiye cumhuriyeti’nin tamamen şeriat esaslarına ve islam siyasi prensiplerine göre teşekkül etmesi gerektiğini, hilafet ve saltanatın geri gelmesi lazım geldiğini, devrim kanunlarının geçici olduğunu, kur’an dışında bir anayasaya ihtiyaç bulunmadığını islamlığın düsturlarına uymayan devrimlerin meşru olmadığını, mükerreren ve ısrarla yazıp telkin ve propaganda etmekle beraber laik bir cumhuriyet rejimi kurduğu için atatürk’e düşman kesilerek onu ebu sufyan ve deccala benzeterek "tek gözlü deccal, ya iman et, yahut bütün dünyanın maskarası olacaksın" diye ağır tecavüzlerde bulunmak suretiyle tck’nun 163. maddesini ihlal eden suç işlediği,
4- yine nur risalelerinde çok kadınla evlenmenin propagandasını yapmak, boşanma ve miras meselelerinin tamamını şeriat hükümlerine tabi olması lüzumunu açıkça yazıp telkin etmek, faizin yasak olduğunu, bu nedenle bankaların kapatılması gerektiğini ileri sürerek, bugünkü modern mahkemeleri kapatıp yerine islamiye dahilisinde yeni şeriat mahkemeleri açılmasını teklif etmek, parlamento üyelerini kur’an düsturlarına uygun hareket etmeye davet etmek suretiyle yine tck’nun 163. madde hükümlerinin ihlal edildiği,
5- her ne kadar hutbe-i şamiye ile iki mektebi musibetin şahadetnamesi veya divanı harbi örfi, adlı risalelerin cumhuriyetten evvel hazırlanıp yazılmış olduğu ileri sürülmüş ise de, bunların pek yakın tarihlerde yeniden basılıp dağıtılmış olması ve iki mektebi musibetin şahadetnamesi veya divanı harbi örfi adlı risalelerin ilk sayfalarında ise "bu müdafaayı şimdi bu asra muvafık gördük, güya o zamandan 50 sene sonra bir hissi kablel vuku ile bir nevi ihbarı gıyabi olarak hayatı içtimaiyeyi alakadar eden çok hakikatlere temas ettiğinden neşredildi.” diye açıkça kaydedilmesinin şayana dikkat olduğu,
6- said-i nursi'ye bağlı nur talebelerinin ise 3. paragrafta açıklanıp izah edildiği üzere memleket ve devlet için bu kadar tehlikeli ve zararlı olan fikirleri ihtiva eden nur risalelerini yazıp çoğaltmak ve halka dağıtmak vazifesi ile mükellef bulundukları, bu talebelerin dikkatli okuyup, incelediklerine şüphe olmayıp nur risalelerindeki bu tehlikeli ve zararlı akımları bilmediklerinin ileri sürülemeyeceği, nur risalelerinde yer alan ve yukarıda yer alan fikir ve kanaatleri kabul edip benimsemeyen bir kimsenin nur talebesi olmasının tasavvur edilemeyeceği ve sanık mehmet ile tevfik ....... kendilerinin nurcu olmadıklarını ve dosyada mevcut olup yedlerinden zapdedilen ve dosyadaki bilirkişi raporunda da suç olduğu izah olunan nur risalelerini okumak üzere halka verdiklerini kabul ve ikrar ettikleri ve bu hareketlerinin tck’nun l63.maddesini açıkça ihlal eden suç teşkil ettiği ve 1.ceza dairesi’nin bozma kararı yerli ve yerinde bulunduğu halde nazara alınmadan ve mahkemece işin esası laiki ile incelenip nüfuz edilmeden ve en yüksek dini müessese olan diyanet işlerince dahi nurculuğun islama aykırı olduğu tespit edilmişken kanuna, işin esasına ve gerekçelere uymayan mesnetsiz mütalaaları ile yazılı şekilde ısrara karar verilmesi yolsuz bulunmuştur.
yukarıdan beri açıklanan sebeplere göre ısrar hükmünün tebliğnamedeki düşünce gibi bozulmasına 20.09.1965 günü oybirliğiyle karar verildi.
**************
Said Nursi'yi tenkit eden Kitaplar
İslam Tarihçisi Neşet Çağatay, Türkiye'de Gerici Eylemler
Neşet Çağatay, bu eserinde Said Nursi'yi şu yönlerden tenkit etmiştir: Eserlerinde kendisini peygamber taklitçisi görür. Kendisine gaipten sesler geldiğini, kuşlarla konuştuğunu söyler. Kur'an'da kendi yaşantısı ile ilgili haberler olduğunu söyleyecek derecede sapık fikirlidir. Birkaç eseri vardır ve bunlar ne dediğini bilmeyen akli dengesi bozuk bir kimsenin anlamsız söz boğuntuları gibi laflar ile doludur. Taraftarları bu acayip kitaplardan pasajlar alarak yenikitaplar çıkarmışlar ve risalelerin sayılarını 136'ya çıkarmışlardır. Bir araya getirilen risalelerin çoğundan Said Nursi'nin bile haberi yoktur ve taraftarları bunları parayla satarak çıkar sağlarlar
Yargıtay Ceza Daireleri Genel Kurulu'nun 20 Eylül 1965 tarihli kararı
Yargıtay'ın Nur Risalele'lerinin dağıtılmasını ve propaganda edilmesini yasakladığı gerekçeli kararda şu ifadeler yer almıştır: Samimi İslâm inanışının reddettiği tevafuklar, cifir, ebced hesaplariyle, hurifîlik usûlü ile Kuran'ın manâlandırılmasına çalışılmış, gelecekten haber verilmeye kalkışılmıştır., Nur Risaleleri mukaddes kitaplar arasına katılmak istenmiş, Nurculara mahsus dualar tanzim olunmuş,Bu suretle Müslümanlar arasında dahi bir zümre meydana getirilmistir.
Ergün Poyraz, Kanla Abdest alanlar
Kitabın bazı bölümlerinde Said Nursi'nin risalelerinden ve sözlerinden örnekler verilerek tenkitler yapılmıştır.
Süleymaniye Vakfı Yayınları, Abdullah Tekhafızoğlu, Nur Risaleleri’ne Eleştirel Bir Yaklaşım(Risale-i Nur’un İçyüzü)
Bu kitapta dini yönlerden Said nursi'nin risaleleri tenkit edilmiştir.
*******
Ebced ve Cifr hesabı, Kuran ayetlerine batıni manalar yükleme
Kuran ayetlerine şahsıyla ilgili batınî yorumlar getirme
Kuran'a batınî yorumlar getirirken bu yorumlamalarında mâna-yı işarî, mâna-yı remzî, işareten, remzen, imaen,... kendisinden, talebelerinden, risalelerinden söz edildiğini iddia etmesi eleştirilere neden olmuştur. En önemli eleştiri Diyanet İşleri Başkanlığı ismi altında yayınlanan Nurculuk Hakkında adlı eserde dile getirilmiştir. Bu eserde, Said Nursi'nin Kur'an'a gerçek anlamından farklı (batınî) anlamlar yüklenmeye çalıştığı, kendisini ve talebelerini meşrulaştırma gayretiyle Kuranı tahrif ettiği şu ifadelerle tenkit edilmiştir Fethullah Gülen Davası Savcılık iddianamesinde adı geçen yayın:Sikke-i Tasdîk-ı Gaybî risalesinde örnek verdiği âyetin cifir hesabına tabi tutulduğunda kendisinden bahsettiğini yazar. Sikke-i Tasdîk-ı Gaybî, 81-85 Kuranda Sad ve Sin ibareleri ile Said senin hem için hem dışın temiz dediğini yazar.Siracü’n-Nûr, 250-251> Risalelinden bahsederken sanki vahyedilmiş gibi izin olmadığından yazılmadı, bir iki sahife yazdım, perde kapandı, birden şiddetli ihtar ile, bir meseleyi beyan etmek ihtar edildi gibi ifadeler kullanmıştır. Ankara 2 Nolu Devlet Güvenlik Mahkemesinde 2000 yılında Fethullah Gülen aleyhinde açılan kamu davasının iddianamesinde, Said-i Nursi'nin risalelerinde tanıttığı İslam yorumuna Diyanet İşleri Başkanlığının yayınladığı Nurculuk Hakkında isimli eserinde yaptığı tenkitler yer almıştır.
Ebced ve cifr hesabı
Risalelerinde ebced ve Cifr hesabıyla Kur'an ayetlerinden kendi hayatıyla ilgili gizli anlamlar çıkardığını bildirmiştir. Said Nursi, Kuran'daki ayetlerde ebced hesabıyla tespit ettiği gizli mesajlarda risalelerin yazıma başlandığı yıla, kendi doğum tarihine, şakirtleri ile birlikte hapse atıldığı tarihe, Birinci Cihan Harbinin başladığı seneye vb. işaret edildiğini yazar. Said Nursi, ebced hesabıyla yaptığı hesaplamalarda istediği sayıyı elde etmek için cümleleri istediği yerden ayırır, Arap harferindeki şedde ve tenvinleri bazen sayar bazen saymaz, ayetlerdeki harfleri farklı sebeplerle değiştirir, batı sayı sistemini kullanır, aynı harfleri aynı cümlede dahi farklı rakamlara denk düşürür, kendi ismini bazı yerde said-i nursi bazı yerde said-ün-nur bazı yerde said nursi vb. şekilde yazarak istediği sayılara denk getirir. Bulduğu rakamları tarihe denk düşürürken kimi yerde hicrî, kimi yerde rumî, kimi yerdeyse miladî takvimi esas alır.Abdullah Tekhafızoğlu, Nur risaleleri’ne Eleştirel bir yaklaşım Bu yüzden savunduğu tevafukların indi olduğu ve manânın tahammül edemeyeceği zorlamalar içerdiği savıyla eleştirilir.Nurculuk Hakkında, Diyanet İşleri Başkanlığı İslami kaynaklarda ayetlerin ebced ile tevafuklara işaret ettiğini söylemenin veya gaybi haberler taşıdığını savunmanın caiz olmadığı savunulurken bazı islami kaynaklar ebced'in tasavvuf ekolünde bulunduğunu belirtir ve Muhyiddin Arabi'nin eserlerini buna örnek gösterirler. Said Nursi risalelerinde ebced hesabının ilmi düstura uygun olduğuna dair deliller vermiştir.bn-i Kesîr, Tefsîrü'l-Kur'ani'l-Azîm: 1:38; Tefsîrü't-Taberî, 1:71-72; Süyûtî, ed-Dürrü'l-Mensûr, 2:722.Sikke-i Tasdik-i Gaybi, Birinci Şua http://www.risaleara.com/oku.asp?id=2252 - Birinci Şuâ s.614
Askerlik ve Harp hakkındaki sözleri
1926 yılında Mussolini Türkiye topraklarında hak iddia eden açıklama yaptığında Türkiye seferberlik kararı alır. İtalya yeni bir savaş başlatmayı göze alamaz. Said-i Nursi 1927 yılında Barla'da sürgündeyken yazdığı Barla Lahikasında harbe girilmesine karşı olduğunu açıklar ve gerekirse kendisiyle birlikte gözaltında tutulan 45 talebesini askerlikten kurtarmak için 1000'er lira verebileceğini yazar. Kendisinin ve talebelerinin Kuran hizmetlerinin ve çalışmalarının sekteye uğramamasının daha önemli olduğunu açıklar. Barla Lahikası, On Altıncı Lem'a - s.637 Kendisini eleştirenler, bu sözü askerlik vazifesine ve vatan savunmasına muhalefet etme olarak duyururken, taraftarları 1916-1917'de Rus Cephesinde gönüllü alay kumandanı olarak savaşmasını ve yaralı olarak esir edilmesini delil göstererek askerlikten soğutma amacı olmadığını söylerler.
Atatürk'e Karşı Deccal ve Süfyan
Risalelerinde isim vermeden Mustafa Kemal Atatürk'e Deccal ve Sufyan ithamı vardır. Bu ima 5. Şua isimli eserinde yazdığı Japon başkomutanının islama ilişkin sorduğu sorulara mukabil yazdığı eserdir.http://www.risaleara.com/oku.asp?id=1951 - Şualar 14.Şua s.313 Said-i Nursi eserinde isim olarak birisini belirtmemiştir. Denizli Mahkemesinde eserin Osmanlı dönemi 1907 de yazıldığı nazarı dikkate alınırak beraat etmiştir.Risalelerinde büyük deccalin büyüleyici, kendine özgü özelliği olduğunu, bir gözünde büyüleyici bir manyetizma bulunduğunu buna bir hadis-i şerifte işaret edildiğini yazar. Sona başka bir risalesinde büyük deccali hayalinde gördüğünü ve bu deccalin bir gözünde diğerine nazaran büyüleyici bir manyetizma müşahade ettiğini yazar. Bu deccalin inkarcı olduğunu ve mukaddesata hücum ettiğini söyler. Bu kişinin halk arasında saygı duyulan bir kumandan olduğunu yazar. Bir başka risalesinde elli sene evvel bir kumandan hakkında yazdıklarının Afyon Mahkemesinde cezasının şiddetine sebep olduğunu halbuki bunu yeni yazmış olduğu kabul edilse bile ve o kumandan sağ olsa bile zaten şimdiki basın yayın organlarının o kumandana vurduğu tokadın yirmi mislini vurduğunu ve kovuşturmaya tabi olmadıklarını savunur. Elli sene evvel bir hadis-i şerife ithafen geleceğe yönelik kehanette bulunduğunu, bunun doğru çıktığını adeta bir taş attığını ve bunun meşhur kumadanın başını yardığını söyler. Emirdağ lahikasında eskiden İslama zarar verecek bir kişi çıkacağını kehanetinin gerçekleştiğini ve bu kişinin Mustafa Kemal olduğunu zamanın gösterdiğini yazar.Emirdağ Lâhikası 2 - Mektup No: 58 - s.1834[http://tr.wikisource.org/wiki/Fethullah_G%C3%BClen_Hakk%C4%B1ndaki_Savc%C4%B1l%C4%B1k_%C4%B0ddianamesi/I-Nurculu%C4%9Fun_Tarihi_Geli%C5%9Fimi DGM, F.Gülen iddianamesi, Nurculuğun tarihsel gelişimi]Tarihçe-i Hayat - Denizli Hayatı - s.2182[http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=213667 Ayşe Hür, Radikal, 22 Şubat 2007, Mustafa Kemal ve muhalifleri (5) ]Emirdağ Lahikası I/278,Yirmiyedinci mektuptan Sabık Reis - i Cumhur'a ve üç makama gönderilen istida
*******
Diyanet ´ Risalenin tenkiti
NUR RİSALELERİNİN İLÂHÎ BİR İLHAMA DAYANDIĞI İDDİASI (S.11-12)
Nur risalelerinin baştanbaşa ilâhî bir ilhama dayandığı intibaı kısmen Said Nursî, bilhassa naşiri olan talebelerince halka telkin edilmek istenmiştir. Meselâ (îşaratu'1-icaz) kitabında (Arap harfleriyle teksir s. 281) nur talebelerinden Mehmed Kayalar :
«Risale-i Nur, Kuran'm bu asırda en yüksek ve en kudsî bir tefsiridir. Hakikatleri semavîdir, Kur'ânîdir. O halde Kur'an okundukça o da okunacaktır.» der. Halbuki İşaratu'1-icaz kitabı Kur'ân-ı Kerîm'in tamamına şamil bir tefsir olmadığı gibi bu kitabın içindekilere Kur'*ân-ı Kerîm derecesinde bir kudsiyet izafe olunması doğru değildir. Bu asırda en yüksek tefsir, denen bu kitap, Bakara sûresinin 31 âyetinin, tefsir ilmi usulüne uymayan indî bir görüşle yapılan bir açıklamasıdır. Diğer risalelerde de âyet-i kerîmelerden rastgele bazıları her hangi bir va'z risalesi halinde ele alınmıştır. Bu durumda nur risaleleri iddia edildiği gibi Kur'ân-ı Kerimin tef*siri değildir.
Meyve Risalesindeki Felâk sûresinin tefsiri, hurûfîlik usuliyle bir tevilden ibarettir. Bu da ötedenberi bilindiği gibi Fıkıh usulündeki tefsir kaide ve şartlarına ve bunca müfessirin (icma) mahiyetindeki görüş ve izahlarina uymaz. Meselâ, bu risalede (Felâk) sûresinin büyü*cülüğe temas eden 5 inci âyetinde: «Bu ayetin 1328 se*nesine tevafuk ettiği..» denilerek radyo ile yapılan siyasî telkine hamledilmesi aynı uygunsuz tevillerin bir örne*ğidir.
Zülfikar risalesinin hatimesinde, (Arap harfleriyle teksir, S. 4) «Risale-i Nur'un mescid ve mabedlerde, minber ve kürsilerde okunacağı» yazılmak suretiyle hiç bir dinî esere 14 asırdır verilmemiş olan imtiyaz bu esere kazandırılmak istenir. Bu şekilde hareket yani nur risalelerinin mescid ve mabedlerde cemaata okunmasının gerekliliği hakkındaki tavsiyeler, islâm dininin ibadet uygulamalarına ve formüllerine uymaz. Çünkü bu gibi yerlerde, okunacak ve manası anlatılacak kitap yalnız Kur'ân-ı Kerîm ve Hadîs-i şerifler olup, bunların nasıl okunacağı ve manasının açıklanacağı da sarih usûllere bağlanmış bulunmaktadır. Cenâb-ı Hakk'm emrinde Hz. Peygamber'in fiilinde olmayan bir işi ibâdet haline getirmek din yolunda gitmek isteyene yakışır mı?
***
NUR RİSALELERİNİN İSİMLERİNİ KOYMADA GARİP İDDİALAR : (S.12 -13)
Nur risalelerine Hz. Ali'nin, İmam Rabbanî'nin, Abdülkadir Geylânî'nin ad verdikleri iddiası ileri sürülmektedir. Meselâ: Hz. Ali'ye Nisbet edilen Celcelutiye risalesinde (Asayı Musa) tabiri kullanılmış olmasından dolayı, bunu okuyan Said Nursî, bu tabiri bir kitabına advermiş ve onun mukaddimesinde Hz. Ali'nin bu kitabı o sözle haber vermiş olduğunu yazmıştır ki, bu, ciddiyetle ve ilimle telif edilemez. Bu telâkkiler tasavvufi - batıni bir görüş tarzıdır, îlim erbabınca doğru görülemez. Çünkü, gaybı, Allah'tan başka kimse bilemez. Her mü'mine ilham vaki olması mümkündür. Yalnız ilhama mazhar olan kimsenin bunun kendisine mahsus kalması ve başkaları için hiç bir surette itikada ve ibadete delil olma*ması üzerine ötedenberi ulemanın ittifakı bulunmakta*dır. İlham ve kanaatler şahsîdir.
(Sikkeyi tasdik-i gaybî) adlı kitabında (Arap harfleriyle teksir S. 91-92) de nur talebelerinden Ahmed Nazif, Hz. Ali'nin (Keramet-i gaybiye) sinde Risale-i Nur'a (Sıracü-n-nur) adının verildiğini iddia eder ki, aynı ga*rabettedir. Kur'ân-ı Kerîm'de (Sırâcen münîrâ) yâni: «Aydınlatıcı çerağ» deyimi, Peygamberimiz (S.A.S.) hakkında varid olmuş bir vasıftır. Bunun risale-i nura atfedilmesi yersiz ve indî bir tevcih olur. Bu eserde umumiyetle ifade edilen görüşler bâzı tasavvufî-batınî te'ville. re dayanmaktadır. Bu gibi teviller, âlimîerince hoş karşılanmamış ve âyetlerin böyle usûl dışında tevillere uğ*ratılması da hiç bir zaman doğru görülmemiştir.
Onuncu hicrî asırda gelen ve o asrın müceddidi sayılan İmam Rabbânî'nin (Mektubat) adlı kitabında (Bediûzzaman) deyimi bulunduğu ve bunu Said Nursî'nin benimsediği aynı lâkap dolayısiyle tefe'ül ettiğine istinaden talebeleri bunu bir tefahur vesilesi yapmışlardır ki, gülünç bir iddiadır.
***
NUR RİSALELERİNİN ARŞ-I A'ZAM'DAN İNDİĞİ İDDİASINDAKİ CÜR'ET VE KİTAB'A, SÜNNET'E DAYANMAYAN AKIL DIŞI TEVİLLERİ : (S.14-15)
Risale-i Nûr'un yüceliği hakkında propaganda o dereceye vardırılmış ki, (Zülfikar) risalesinde: «Bu hüccetler ve talimatın, bu kelimat ve teşbihatın Arş-ı A'zam'dan indiği muhakkak...» gibi ;son derece sınırsız iddialarla semavî kitaplar arasına sokulmak istenmiştir. Bu kitapta, kelimat ve tebligatın Arş-ı A'zam'dan indiği hakkındaki izah, ifadenin ilhama dayandığını açığa vurmak gayesini gütmektedir. Vahyin Kur'ân-ı Kerîme mahsus bulunduğu ve Hz. Peygamber'den başkasına ait ilha*mın delil olmayacağı için böylece bir tutum din ilmince doğru görülemez. Bu gibi uygunsuz ifadeler ötedenberi Batınîlerce benimsenmişti.
Böyle aşırı tevillerin bulunduğu (Sikke-i tasdik-i gaybî) eserinin baş tarafında, birinci sayfadan evvel, bizzat kendisi tarafından «Eski medreslerde 5-10 seneye mukabil, inşallah Nur medreseleri 5-10 haftada ay*nı neticeyi temin edecek ve 20 senedir ediyor.» denilmektedir. Böyle bir şeye imkân var mıdır? Bu zihniyet, Peygamberimiz'in «Beşikten mezara kadar ilim öğrenin» sözüne uymadığı gibi, İslâmî tahsile de bir suikast olmaz mı? Yine aynı eserde «Bu kitabın neşrine çalışılması, dehşetli günahlara kefaret ve gelecek müthiş belâlara ve anarşistliğe bir set olacağı...» yazılmakta, 41. sayfada:
«Kalp, istiyor ki şu defineleri, gizli olan lem'alan göstereyim. Fakat ne yapayını ki makam kaldırmıyor...» gibi megalomaniye kaçan sözlere rastlanmaktadır. Bu temsiller gerçekle ilgisi olmayan bir takım garip iddialardır.
***
SAİD NURSÎ ASR-I SAADETTEN SONRAKİ DEVRİN EN BÜYÜK ÂLİMİ İMİŞ! : (S.15-16)
(Ankara Üniversitesinde konferans) adlı risalenin 9. sayfasında: «Asrı saadet hariç, İslâm Âlemi böyle bir âlim yetiştirmemiştir.» denilmektedir/ İslâm fıkhını derlemiş ve Müslümanlara bu hususta önder olmuş dört büyük mezhep imamiyle İslâm İnancını dağınıklıktan koruyan iki âlim, yani Ehl-i Sünnet'in itikatta iki büyük imanını, Ebû Mansur Mâturîdî ve Ebu'l-Hasen el-Eş'arî'yi bile küçümsemiş olan yazı sahibi, bunlardan sonra asırlar boyunca gelen ve Hüccetü'l-İslâm, Şemsü'l-Eimme, Sadru'ş-Şerîa, Sultânü'l-Ulemâ vesaire gibi şeref*li lâkaplarla yüceltilmiş, yahut isimlerini bütün Müslü*manların, hatta Batı âlimlerinin hürmetle andığı büyük mütefikkirleri, meşhur âlimleri büsbütün unutmuş bulunmaktadır. Fahruddîn-i Râzî, Sa'deddîn-i Teftâzânî, Seyyid Şerif Cürcânî, Muhyiddin-i Arabi, Zemahşerî, Aliyyülkari, Süyûtî, İbn Kayyım, İbn Teymiye, Âlûsî gibi ölmez eserler meydana getiren bu âlimler bunu yazanın meçhulü müdür? Bunların içinde eserleri 400 ü aşanları vardır. Nur talebelerinin, bu değerli âlimleri hiçe sayması kadar abes bir şey tasavvur olunamaz.
Görülüyor ki bu eserdeki beyanlarda Said Nursi'nin, Asr-ı Saadet'ten sonra yetişen bunca âlim ve müçtehitlerden üstün görülmesi, hakikatlare aykırı bir düşünüş tarzıdır.
***
NUR TALEBELERİNİ İSLÂMÎ ESASLARA UYMAYAN TE'VİLLERİ : (S.16-17)
İslâmî esaslara uygun düşmeyen sınırsız, aşırı üslûp, hususiyle Nur talebelerinin seçtikleri ifade tarzıdır. Bu yolla Said Nursî'yi en büyük müceddit tanıyan Nur talebeleri (Fihrist) mecmuasının sonundaki takrizde şöyle derler:
«Ehl-i kalbin lâtîf keşiflerinden birisi de: beklenilen zât bir kitap yazacak, geçmişte hiç kimse ona benzer bir kitap yazmıyacaktır. Elhak, Risale-i Nur, bunun güneş gibi delilidir. Evet onun şakirtleri kat'iyyen îman edi*yorlar ki, şimdiye kadar böyle eser görülmemiştir ve kıyamete kadar yazılmıyacaktır. Ehl-i keşif o nur'un tercümanı olan zatı nuranî (mescûnün-nisa) yâni müteehhil bulunmayacak, ihtiyar yaşta olacak... diye bahsediyorlar. Bu tevafukun her halde başka şekilde izah ve tefsiri*ne ihtiyaç yoktur. Maziden, yâni bulundukları zamandan istikbale nazar eden ve bu zamanın halini tarassud eden ehl-i keşfin, keşfe müstenit daha çok beyanları vardır. Kısa keserek sizi onlara bırakıyoruz, îşte Risale-i Nûr'u yalnız ben medh etmiyorum, onu Hz. Kur'an medhediyor, Hz. Ali methediyor. Gavs-i a'zam methediyor, Hz. Murtaza Celcelutiyesinde Risale-i Nur'a (bedî) diyor.
Şu halde elbette ki o (Bedîuzzaman) dır, (Fahrü'd-devran'dır).»
Görüldüğü gibi (Nur şakirtleri kat'iyyen îman edi*yorlar ki) sözü ile Said Nursî ve onun eserlerini Kur'-ân'ın, Hz. Ali'nin ve diğer büyüklerin methine mazhar kılarak yapılan tevcihler, daha da ileri gidilerek, Kur'ân-ı Kerim'deki 100 e yakın âyetin ebcet hesabiyle Said Nur-sî'ye, lâkabına, risalelerine tarih düşürülmesi suretiyle isbat edilmeye çalışılmaktadır. Tılsımlar kitabında 189-190, Sikke-i Tasdik-i Gaybî'de 41-95. Ahmed Fevzi'nin Maidetü'l-Kur'ân'ında 173-191 inci sayfalar, böyle yersiz, sınırsız tevafuklarla doludur. Bunlar Kur'ân-ı Kerîm'in gerçeklerini Said Nursî'ye yönelten zorlamalardır. Haki*katle hiç bir ilgisi olmadığı gibi Kur'ân-ı Kerîm'e ve onun tefsir usulüne bir tecavüzdür ve daha önce de belirtildiği gibi Batınîlerin maksatlarına ulaşmak için yürüdükleri yoldur. Yukarıda gösterilen mecmuada Bedîuzzaman kelimesinin çıkışına ve Said Nursî'nin şahsına dair yazı*lar, aşırı bir sevgi sonucunda müritlerin şeyhlerine, bazı talebelerin hocalarına gösterdikleri sınırsız ifratçı tazimleri ifade ediyorsa, da, Hurufîlik yoluyla âyetlerden mana çıkarılması da Kur'ân'ı anlamadaki kaide ve usul lere taban tabana aykırıdır. Bilinmiş olmalı ki, âyet-i kerîmeler böyle keyfî tasarruf mevzuu olmak için nazil olmuş değildir. Mahzâ hidayet olan Kitâb-ı Mübîn'i, hakikatlerini böyle bir yolla açıklamak yüce dinin usulüne aykırıdır.
***
NETİCE (22-24)
Netice olarak: Nur Risaleleri Kur'ân-ı Kerîm'in tef*sirinden bazı itikat ve îman meselelerini ele almış, yalnız bunlarda tefsir usulüne uymayan indî hatta keyfî bazı tevilllere geçmekle zihinlerde teşevvüşler meydana getirmiştir. Said Nursî imam Rabbanî, Abdulkadir Gey-lânî ve diğerleriyle kıyaslanarak hepsinin üstünde sayılmış ve bu bazı garip ifadelerle' belirtilmiştir.
Nurcuların inanış ve telâkkileri, İslâm Dini'nin Kur-ân-ı Kerîm ve Sünnet-i Seniyyedeki kaide ve formüllerine uymayan bir akide tarzı olmuştur. Nurculuk dinî meselelerde işi çığırından çıkaran bir istismara ilâveten millî ve içtimaî konularda da birlik fikrini baltalayan bir zihniyeti temsil etmiştir. Risalelerde gösterilen sırf dinî ifadeler bile yapılan aşın teviller ve keyfî görüşlerle, yukarıda örnekleriyle gösterildiği gibi manevî, millî bütünlüğümüzü bozan, gerçek ittikayı gölgeleyen bir hal almıştır. Bu Risaleleri okuyanlar, kendilerini bütün müslümanlardan üstün görmüşler, yalnız ve yalnız Nurcu olanları cennete ehil, Nur Risalelerini günahlara keffaret saymışlar ve netice olarak da Nur Risalelerini okumayı bir ibadet haline getirmişlerdir.
Ey müslüman kardeş! Dine yararlı telif ve irşatta bulunanlar Peygamberimiz'in hizmetkârları durumunda 'oldukları için, Kur'ân-ı Kerim'de Peygamber Efendimiz'e hitap edilmiş âyetleri onların şahsına atfetmek yakışık almaz. Böyle bir telâkkimi benimsemek de Müslüman tevazuuna sığmaz.
Said Nursî'ye uyanlar Nurcu ise, diğer müslümanlar zulmetçi midir? Esasen Nur, Kur'ân'ın dır. Kur'ân ise bütün Müslümanlarındır. Hatta Kur'ân bütün âleme gelmiştir. Bir Batılı da, bir uzak Doğulu da ondan feyz alacaktır. Nasıl ki vaktiyle Endülüs, Kur'ân sayesinde bütün Avrupaya ilim menbaı olmuştu, îbn-i Rüşd'ün eser*lerini okuyan Hıristiyan din adamları Katolikliğe karşı isyan ederek Protestanlığı ihdas etmişlerdi. Bugün bütün dünyada önem verilen içtimaî munâvenetin teşkilâtlandırılması hususunda vaktiyle Batı memleketlerinde yapılmış ilk teklif, Endülüs'teki zekât tatbikatını gören bir İspanyol âlimi tarafından olmuştu.
Hülâsa: Kur'âni-ı |Kerîxn bütün insanlığın hidayet rehberidir. Asırlar boyunca îslâm âlimlerinin yazdığı eserlerin toplamı dahi Kur'ân'ın hakkiyle tefsirini başarmış değildir. Her biri kendi istidat ve ihtisası olan cihette bir özellik gösterebilmiştir, diğer taraflarda basit kalmıştır. Hal böyle iken, Nur Risalelerini Kur'ân'ın en mükemmel bir tefsiri addetmek Allah kelâmının kıyame*te kadar, ondan sonra olacak şeylere ve bütün ilimlere şümulünü bilememek demektir.
Nurcuların bu gerçeği bilmemelerine imkân yoktur. Onların bizden ayrı kalmasını değil Peygamberimizin (Livâülhamd) adı verilen maneviyât sancağı altındaki birlik ve beraberlik içinde olmalarını dileriz. Livâülhamd = Hamd sancağı, kâinatta mevcut her şeyde Allah'ın yaratıcı sıfat, kudret ve bilgisini görüp takdir edebilen olgun zihniyeti temsil eder. Kur'ân'ın dünyaya hidayet feyzini yaymak için yegâne başarı imkânı, din ve ilmin müstakilen zihinde birbirine refakat edebilmesindedir ki, bu yol Livaülhamd'inj altına giden yoldur. Göklerde ve Arz'da her ne varsa, hepsinin insana müsahhar kılındığı Kur'an'da bize bildirilmiştir. Bu muazzam: nimeti kavrıyacak ilmî olgunluğa ancak bu suretle ulaşılabilir. O halde metodumuz bir insanın mahdut idrakini ve mah*dut görgüsünü kabullenip onunla yetinmek değil, günden güne zenginleşen ve yükselen ilmî idrak ile Allah Ke*lâmının manasını değerlendirmek ve böylece dünya münevverlerinin îmanına imkânlar hazırlamaktır. Asıl faydalı olan bu yoldaki hizmettir. Kendi birliğimizi ve dirliğimizi bozan ayırıcılık ve mahdut bir fikre saplanıp kalmak, zararlı bir zihniyettir.
Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara 1964, Resimli Posta Matbaası
***
Sayin Mehtap hanim , alayli yazinizi okumamis sayiyorum. Ben sehirden uzak yasiyorsam, Fethullah gülen benden daha uzakta yasiyor.. Fethullah emmi o zaman tam dinden uzak ve kopmus biri sizin mantiginiza göre ...
Efendim Kurani kerimi mihenk tasi olarak kullanalim!
Ne diye alimlerin sözleri ile risaleyi arastiriyorsunuz..
Bas ucunuzda kuran var, ona sorun risaleyi!
Herhalde diyaneti kabul ediyorsunuzdur :)
Biliyormusunuz Mustafa bey sayfama uğramanız beni çok şaşırttı doğrusu..
uğrayacağınızı hiç beklemiyordum emin olun bundan
hatta okumanızı bile.
nede olsa sizinle biz bu sonzuz nehrin iki yaksında yaşıyoruz değilmi..
ama gerçek olan ve görünen bir şey varki biz şehre daha yaknız.
çünkü Ülkeler bizim yanıbaşımızda kurulmuş.
Devletleri biz feth etmişiz görmüyormusunuz
biz saltanatı ve demeokrasiyi ilk kaynaktan öğrenmişiz
ve öyle ilk kaynaktanda öğretiyoruz.
çünkü biz İslam ve Cumhuriyet evlatlarıyız.
sizde öylesiniz elbet
Müslümansınız tabiiki ama
yanlış gıda ile besleniyorsunuz efendim.
Allh muhafaza bir gün zehirler falan
bakın şehirde çok çok uzak
hayati tehlike doğar sizin için o zaman Allah korusun yani.
Ağlasammı gülsemmi bilemedim doğrusu.
ya siz internet sayfalarından kimlerin yazıp çizdiği belli olmayan bilgileri kopyalayıp
şu sayfaya yapıştırıyorsunuz.
yapmayı lütfen yapmayın artık.
çocukken Reha muhtarın Ateş hattı programını öyle büyük bir merakla izlerdimki bunu size anlatamam.
sebebinide hala anlayabilmiş değilim.
geç vakte kadar onun o soğuk yüz ifadesini izlemek ne kadarda nahoş bir hismiş
bunu şimdi daha iyi anlıyorum
çünkü iki tarafı hep öfkelendirip birbirine düşüren bir yönetim şekli vardı onun....ondanmı bulaşdı ne.
Ateş onun içim olmazsa olmazdı yani.
burasıda onu hatırlatıyor yazkki bana.
tek fark oturumu biz açmıyoruz
ve bu tartışmayı biz başlatmıyoruz.
yani Ateş hattı pragramı bizim kıriterlerimize ters.
Ben daha hiç bir yazımda Atatürk"le ilgili tek bir cümle etmedim..etmemde..etmeyeceğim
çünkü her şey apaçık meydanda zaten
yazmaya gerek yokki
tarih ayakata
yaşananlar hala bü gün gibi hayatta
bu söylemler çok bayatladı efendim.
beyefendi bana
İslam alimlerinin Bediüzzaman hakkında yazmış oldukları
ilmine ait bir eleştiri
veya uyarı varsa eğer
işte onları bulun ve şu yazının altına yazın
haklısınız diye ben imza atayım o vakit
söz veriyorum.
kimlermi..
örneğin..
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır
Ömer Nasuhi Bilmen
Fetullah gülen
Mustafa İslamoğlu
Nihat hatipoğlu
o dönem ve bu dönemin Alim olan alimleri.
bana,
bu ve bunun gibi alimleri kaynak olarak göster Mustafa bey..
ben Yaşar Nuri Öztürkü asla okumam ve öldüğümüde bilsem ona inanmam.
yok siz,ben seviyorum derseniz eğer
buyrun sizin olsun.
ben Zekeriya beyazıda asla okuamam
çokda umurlarındaydı sanki diyebilirsiniz doğal olarak
sizden önce ben diyeyim
zaten benim umrumda değillerki
kaayle bile almıyorum..
ve bunların verdikleri hezimet ve hizmet ve fıkhi fetfalar bana dünyanın diyer ucu kadar uzak
görmüyorum ve duymuyorum
gerçek değiller çünkü.
anlıyormusunuz beni
kaynaklarınız sakat efendim...özürlü...
neyin nasıl ifade edileceğini bilmiyorlar onlar.
ve körle yatan nihayet şaşı kalkar değilmi.
yaşadıkları gibi inanan insanların hizmeti beni bağlamıyor.
İnandığı gibi yaşayanlar benim baş tacım
hepsi bu kadar.
adam gibi bir kaynak gösterin bana
adam gibi bir adamın hizmetinden bahsedin.
tamam diyeyim.
Bu insanın yaşadıklarına bir bakın.
inanmak zor gelirse eğer
açın Külliyatın kendisini okuyun.
belki o vakit anlarsınız öyle değilmi.
inş.
yok böyle bir şey ya...
Mehtap S.Hümeyragül DALLI tarafından 8/13/2009 4:56:37 PM zamanında düzenlenmiştir.
Öncelikle, Said-i Nursi (Kürt Said)'in kim olduğuna bir bakalım.
Said Nursi, 1876 yılında Bitlis’in Hizan ilçesine bağlı İsparit nahiyesinin Nurs köyünde (bugünkü Kepirli) doğdu. Babasının adı Mirza, annesinin adı Nuriye'dir. Nursi, hayatının Eski Said, Yeni Said ve Üçüncü Said olmak üzere üç dönemden oluştuğunu ifade eder. Eserlerinde, 45 yaşına kadar olan hayatını Eski Said dönemi olarak ifade etmiştir. Eski Said, imani yöntemlerle birlikte İslamiyete siyaset yoluyla da hizmet edilebileceği fikriyle hareket etmiştir. Daha sonra, zamanın gelişen olayları onun bu fikrini değiştirmiş ve siyasetten tamamiyle çekilmiştir. Said-i Nursi, İngilizlerin işgal planına uygun olarak Doğu'da ve güneydoğuda İngiliz hükümeti destekli bir Kürdistan kurulması amacıyla "Kürt Teali Cemiyeti" kurucuları arasında yerini almıştır. 23 Mart 1960 tarihinde Şanlıurfa'da ölmüştür.
Nur Suresi 35. Ayet:
Allah, göklerin ve yerin Nur'udur. Onun nurunun örneği, içinde çerağ bulunan bir kandile benzer. Kandil, bir sırça içerisindedir. Sırça, inciden bir yıldız gibidir ki, doğuya da batıya da nispeti olmayan bereketli bir zeytin ağacından yakılır. Bu ağacın yağı, neredeyse ateş dokunmasa bile ışık saçar. Nur üzerine nurdur o. Allah, dilediğini kendi nuruna kılavuzlar. Allah, insanlara örnekler verir. Allah herşeyi bilmektedir.
Said-i Nursi'nin Nur Suresi 35. Ayet Yorumu:
Allah Nur'undan söz ederken elektriği Risale-i Nur'u ve beni anlatmak istemiştir. Bu âyette benden ve eserimden özellikle söz edilmek istenmiştir. Benim özelliğimde bir başka kimse, kitabımın özelliğinde de bir başka kitap bulunmadığı için Allah'ın Nuruyla ancak ben ve kitabım anlatılmış olabilir. Kitabım da bir nurdur ben de bir nurum. Çünkü ben herkesin ancak 15 yılda okuyabildiği kitapları, sadece 3 ayda okuyup öğrendim..."
Hud Suresi 112. Ayet:
O halde sen (Muhammed), emrolunduğun gibi dosdoğru yürü! Seninle birlikte tövbe edenler de... Sakın aşırılık edip azmayın! O, yapmakta olduklarınızı görüyor.
Said-i Nursi'nin Hud Suresi 112. Ayet Yorumu:
İçlerinde bedbaht olanlar da, Said olanlar da vardır', anlamındaki âyetin cifır yönünden sayı değeri 1303 eder. Hûd sûresinde 'Emrolunduğun gibi hareket et', anlamında bir âyet olduğu gibi Şura Suresinin 2. âyetinde de aynı anlamda bir âyet vardır. 'Vav'la başlayan Şûra Suresindeki âyetin cifır yönünden sayı değeri de 1309 eder. Bu tarihte bütün muhataplar içinde özellikle birine Kur'an adına iltifat ediliyor, doğru olmak yolunda buyruk veriliyor. Birinci tarih (1303) de ise, Risale-i Nurlar müellifi (Said-i Nursi) nin ilim tahsiline başladığı tarihtir.
Enam Suresi 161. Ayet:
De ki: "Beni, dosdoğru yola Rabbim iletmiştir. Güçlü, pürüzsüz bir dine, hanîf olan İbrahim'in milletine. Müşriklerden değildi o."
Said-i Nursi'nin Enam Suresi 161. Ayet Yorumu:
Bu âyetin sayı değeri 1316 eder ki; Risale-i Nur yazarı (Said-i Nursi) nin Nurları hazırladığı tarihi gösterir."(Said-i Nursi, Sikke-i Tasdik-i Gaybî, s.67.
Tevbe Suresi 32. Ayeti:
O, resulünü hidayet ve hak dinle gönderdi ki, müşrikler hoşlanmasa da o dini dinlerin tümünün üstüne çıkarsın.
Said-i Nursi'nin Tevbe Suresi 32. Ayet Yorumu:
"Allah'ın nurunu ağızlarıyla söndürmek istiyorlar. Oysa, Allah nurunun tamamlayışıdır." anlamındaki cümlenin sayı değeri 1316 ya da 1317'dir. Bu sayıda Avrupa Müstemlekeler Bakanının, Kur-an'ın ışığını söndürmeye çalışmasına karşılık Risale-i Nur yazarının O nuru parlatmaya çalıştığı tarihe denk geliyor. Bu kadar âyetlerin sayı değeri de aynı tarihin denk gelmesi, işaretten de ötede bir anlam taşır ve Risale-i Nur'un yazan (Said-i Nursi)'nın Kur'an âyetlerinde sözü edildiğini açıkça gösterir.
Said-i Nursi Kendisini Hz. Ali İle İrtibatlandırıyor:
Açıkça, kendisine tıpkı Hz. Ali'ye "sırdan" haber verildiği gibi haber verildiğini söylüyor.
Kablelvuku İmam-ı Ali Radıyallahu Anh ve Gavs-ı Azam (kuddise sırruhu) ondan haber verdikleri gibi, bunlar, köy ve nahiye ve vilayetim, benimle beraber şuursuz olarak geleceğini hissedip mesrur olmuşlar. Sizi eski talebelerim ve eski arkadaşlarım ve kardeşim ve biraderzadem Abdülmecid ve Abdurrahman lar bildiğimden, bu mahrem sırrı size açtım.
Risale-i Nur için söyledikleri; "Ey Risale-i Nur! Senin, hakkın dili ve hakkın ilhamı olup onun izniyle yazıldığına şüphe yok... Ben kimsenin malı değilim. Ben hiçbir kitaptan alınmadım, hiçbir eserden çalınmadım. Ben Rabbânî ve Kur’ânîyim. Bir lâyemutun eserinden fışkıran kerametli bir Nurum."
"Bütün hayatımda Nur kelimesi her yerde bana rast gelmiş. Ezcümle, karyem Nurs’tur, merhum validemin ismi Nuriye’dir. Nakşî üstadım Seyyid Nur Muhammed’dir. Kàdirî üstadlarımdan Nureddin, Kur’ân üstadlarımdan Nurî, talebelerimden benimle en ziyade alâkadar Nur isimli bulunanlarıdır."
Allah Neml Suresi 35. Ayetinde; "De ki: "Göklerde ve yerde, Allah'tan başka hiç kimse gaybı bilmez. Ne zaman dirileceklerini de bilmezler." demiştir.
Cifir yöntemi ile gaybı açıklamaya çalışmak başlı başına Allah'ın sözüne şirk koşmaktır. Ama Said-i Nursi müridlerini inandırabilmek için bu hesaplamayı kullanmaktan geri kalmamıştır.
Gelelim Cumhuriyet ve Atatürk Hakkındaki Sözlerine
"Süfyan ve bir İslâm deccalı, Mustafa Kemâl olduğu Beşinci Şuada anlaşılıyor."
(Şualar, s.361)
Lozan Anlaşması için İsmet İnönü ve Atatürk "Türkleri İslamdan koparmak ve soğutmak için Yahudi Hayim Naum ile işbirliği yapmıştır" diyor.
"...şeflerin başı Lozan Muahedesinde hiçbir zaman hiçbir Müslüman hakikî Türkü, hiçbir Nasraniyete ve Yahudiliğe ve başka dine girmeyen ve İslâm kahramanları olan Türkleri Protestan yamaya malûm Hahambaşı ile ittifak ederek rey veren o adam, bütün ulemâ-yı İslâmın "Cevazı yok" diye ittifakan hükmettikleri halde, on cihetle kanunlarla onu bütün bu vatandaki mâsum Müslümanlara cebren giydirdiği ve tarih-i beşerde bu çeşit mânâsız acip bir cebr-i umumî yapmak ve hiçbir kanuna uymayan keyfî kanun namına kanunla onu bu millet-i İslâmiyeye cebren giydirmek; elbette o adama, o Lozan Muahedesinde verdiği dehşetli fikrini ispat etmiş ki, din-i İslâma gayet muzır (zararlı insan) olarak hadisin haber verdiği adam bu zamanda o şeftir."
"Lozan Konferansının ikinci sayfası: "..... Artık herşey Türkiye hesabına çantada hazırdır. Yani dini terk ile herşey yapılacak. Yeni hizbin (Kemalizm ve İsmet hükûmeti) bundan böyle, bu millette, İslâmiyeti katletmek prensibiyle hareket etmekte, hasım dünyanın kumandanlarından, yani düşman ehl-i salip kumandanlarından, dini vurmakta daha hevesli olduğu ve örnekler vereceği ve bilhassa hudut dışı değil de, hudut içi ve millî irade yaftası altında çalışacağı şüpheden varestedir." (Emirdağ Lahikası, s.277)
"Yani Mustafa Kemal ve İsmet’in verdikleri karar, Türk milletini İslâmiyet ve din cihetinden öldürmek kararıdır."
Artık bunun üzerine herşey ap açık anlaşılıyor, değil mi?" (Emirdağ Lahikası, s.278)
"Hayim Naum Türk murahhaslar heyetine müşavir sıfatıyla sokulmanın da yolunu bulmuş, yani Mustafa Kemal ve İsmet’i kendine dost bulmuş. Onun için üçü birleşmiş. Ve artık arada santralın intizamla işlemesine hiçbir mâni kalmamıştır." (Emirdağ Lahikası, s.278)
Daha birçok örnek verebilirim ama, bu yazdıklarım kitaplaştırılıp genç beyinlere empoze ediliyor. Nurcu gençlik Lozan'nı böyle öğreniyor, İnönü'ye ve Atatürk'e düşman ediliyor.
Kaynaklar:
1. Vikipedia
2. Emirdağ Lahikası
3. Sikke-i Tasdik-i Gaybi
4. Şualar
5. Genel Olarak Risale-i Nur Külliyatı
alinti
Bunlarada deginse idiniz sayin Mehtap hanim..Atatürk ile aralari nasildi? Dini konuda nasil yorumlar yapmis, cifir hesabi, ebced konusu..Insallah öteki bölümlerde bunlara deginceksinizdir degilmi ?