Talim edilen Kitaptan Kurgulanan Kitaba
Ashabın Kuran-ı Kerim okumalarıyla modern dönem Kuran-ı Kerim okumalarına dair tarafsız bir karşılaştırma, İslam’ı neden ashab gibi özümseyemediğimiz sorusuna cevap ararken ihmal edilen bir konuya dikkatleri çekiyor: Ashabın Kuran okuma yöntemiyle bugünkü Kuran okuma yöntemi arasındaki yöntem farkı… Evet, iman, takva, ihlâs, ciddiyet ve teslimiyet gibi hususlarda ashabla aramızda uçurumlar olduğu malum. Onların bu hususlardaki tartışılmaz üstünlüğünün bir iman krizi yaşamadan İslam’ı özümsemelerinde ne kadar etkili olduğu da malum. Ama kolaycılığa kaçmadan düşünecek olursak bu durum ashabla çağdaş Müslüman arasındaki mukayese edilmez farkı anlatan yegâne sebep değildir. Arada bir yöntem farkı olduğu kesin.
Konuya nereden bakarsanız bakın, ashabın Kuran-ı Kerim okumalarında takip ettiği yöntemle bugün takip edilen yöntem arasında bariz bir fark olduğu gözden kaçmıyor. Fazla değil birkaç örnek üzerinden onların Kuran-ı Kerim’i okuma ve anlama çabalarını hangi yolla gerçekleştirdiğine bakarsak göreceğimiz şey şudur:
Sahabe Kurân’ı nasıl okuyordu?
Ashab Kuran-ı Kerim’i peygamber rehberliğinde okuyor, peygamber rehberliğinde anlıyordu. Sadece Kuran-ı Kerim’i değil elbette; Allah’ı, imanı, takvayı hâsılı bütün dini Hz. Peygamber merkezinde anlamaya çalışıyordu. Vahyi ancak onun ağzından duyabiliyor, ancak onun izahlarıyla anlıyor, sorularına ancak ondan cevap alabiliyor, bir yanlış anlamada yine onun tarafından uyarılıyordu. Hâsılı Allah Resulü ashab için dini bilginin merkezindeydi. Üstelik her biri Arap olmasına rağmen, Kuran-ı Kerim’in yer yer temas ettiği zihnî, ruhî ve kültürel olgulara ait örnekler birinci dereceden bizzat içlerinde yaşadığı ortamı resmettiği halde yine de ashab, Kuran-ı Kerim’i Peygamber efendimizden bağımsız, sadece kendi imkânlarıyla anlama yolunu seçmemişti.
Hz. Peygamber’in talimi olmadan Kurân-ı Kerim anlamak mümkün müdür ya da Kurân’ı herkes anlayabilir mi?
Zaten bunu bizzat Kuran-ı Kerim’in kendisi vaz ediyordu; peygamberin vazifeleri arasında ayetlerin tilavetinin yanında Kuran-ı Kerim’in talimini/öğretimini de zikrediyordu. Bu konuda sadece bir misal olması için şu ayete bakabiliriz: “Nitekim Biz size, ayetlerimizi okuyacak, sizi her kötülükten arıtacak, size Kitab’ı[1] ve hikmeti öğretecek ve bilmediklerinizi bildirecek aranızdan, bir Peygamber gönderdik.” (Bakara, 151)
Hz. Peygamber efendimizin ayetlerin tilavetinin yanında Kuran-ı Kerim’in talimiyle degörevlendirilmesinin bize anlattığı önemli bir şey var. Bizler Kuran’ın lafzını öğrenme konusunda Hz. Peygambere ne kadar muhtaçsak mana ve ahkâmını öğrenme konusunda da ona o kadar muhtacız. Peki Kuran’ın tilaveti anlaşılıyor da zaten Arap olan bir topluluğa Kuran’ın talimi ne anlama geliyor? Bu Elif-bâ ve tecvid öğretimi olamaz tabii olarak. Ya da “bil ki Allah’tan başka ilah yoktur.” (Muhammed, 19),“Size bir nimet gelse münafıkların fenasına gider, bir kötülük gelince de sevinirler” (Âl-i İmrân, 120) vb. ayetlerde olduğu gibi yediden yetmişe herkesin anlayabileceği manası açık ve somut ayetlerin izahı da olamaz. Evet, manası açık ayetler çoktur. Ama Kuran-ı Kerim’de talime gerek duyulan ayetler de az değildir. Nitekim Taberî’nin İbn-i Abbas’tan sahih sened eşliğinde naklettiği şu tespit de bunu destekliyor: “Kuran-ı Kerim’in tefsiri/manası şu dört çeşittir; Arapların kendi dil bilgisiyle anlayacağı mana, herkesin bilmesi gereken mana, ancak âlimlerin anlayabileceği mana ve sadece Allah’ın bileceği mana.”[2]
Kuran tefsiri üzerine ihtisası olanların da bildiği üzere özellikle ahkâm ayetlerinin tefsiri her Arapça bilenin altından kalkabileceği bir iş değildir. Bu ayetleri birbirleriyle çatıştırmadan anlamak, ifade ettikleri hükümleri gereği gibi istinbat edebilmek ihtisas işidir ve kadim Arap dili bilgisinin yanında iyi derecede hadis ve âsâr bilgisi de gerektirmektedir. Bütün bu bilgileri bir sistem çerçevesinde işleyip sağlıklı bir sonuca varabilmek için ayrıca iyi derecede usul bilgisi lazım geldiği de dikkate alınmalıdır. Bu sadette ağırlıklı olarak ahkâm ayetlerini doğru ve eksiksiz biçimde kavrayıp yorumlayabilmek için Kuran-ı Kerim’in beyanî yapısından bir usul çıkartılmış ve ayetlerin mücmel-mübeyyen/müfesser, hâs-âm, mutlak-mukayyed, muhkem-müteşabih gibi muhtelif ifade tarzları tespit edilerek her birine has anlama ve yorumlama kriterleri vaz’edilmiştir.
İşte İbn-i Abbas’ın ifade ettiği ancak âlimlerin anlayabileceği ayetler ekseriyetle bu sınıflamalara konu olan ahkâm ayetleridir. Allah Resulü’nün Kuran-ı Kerim’i talim vazifesi de özellikle bu ayetlerin izahına dönüktür. Bu sadedde mücmel ayetlerin tafsili, umumî lafızların tahsisi, mutlak lafızların takyidi gibi Kuran’ın yoruma açık, ya da izaha muhtaç kelime ve cümleleri Peygamber efendimizin söz ya da fiilleriyle açıkladığını söyleyebiliriz. Bunun gibi bağlamı kapalı olan ayetlerin veya lafzî manası açık ama muradı muğlak ayetlerin gerçek bağlamlarının beyanı, asıl muratlarının tespiti de yine ancak Peygamberimiz’in talimine bağlıdır.
Hulefâ-i Raşidin başta olmak üzere İbn-i Mes’ûd ve İbn-i Abbas gibi âlim sahabiler bu konudaki bilgilerini Allah Resulü’nün talimine borçludurlar ve tabiin nesline aktardıkları bilgiler de genellikle bunlardır. Şu halde tefsir kitaplarında sahabe ve tabiine isnad edilen ve re’y ve ictihad ötesi nitelikteki izahların temelinde Allah Resulü’nün taliminin bulunduğunu düşünmek en azından ihtiyatın gereği olacaktır. Dil ve kültür olarak Kuran-ı Kerim’in nüzulüyle yakınlıklarından sağladıkları avantaj bir yana sadece bu husus bile onlardan gelen tefsir rivayetlerinin birer bilgi kaynağı olması için yeterlidir.
Tekrar ana konuya dönelim. Evet, sahabenin Kuran okumalarında Allah Resulü’nün merkezi bir mevkide olduğunu, ayetleri ondan bağımsız anlamaya çalışmadıklarını ve Kuran’ın Peygamberimiz tarafından talim edilen bir kitap olması gerçeğinin de bunu teyid ettiğini belirtmiştik. Tefsir alanında varid olan birçok rivayet de bu hakikate işaret ediyor. Sahabenin şu ayet karşısındaki tutumu bir misal olabilir: “İman edip imanlarına zulmü bulaştırmayanlar işte onlar emniyette ve hidayettedirler” (En’âm, 82) Ashab ilk duyduklarında bu ayeti zahir anlamına hamlederek karamsarlığa kapılmıştır. Zulüm sözcüğü, küçük ya da büyük her türlü haksızlık ya da canlı veya cansız bir şeye hakkını teslim etmemek anlamına geldiğine göre imana zulüm bulaştırmadan yaşamak neredeyse imkânsız bir şeydir. Şu halde içine zulüm bulaşmadığına emin olamadığımız imanlarımız da bizi ahirette emin kılamayacak, hidayete erdirmeye yetmeyecek demektir. Ashab bu kaygılarla Peygamberimiz’e başvurup ayetin izahını istediler. Peygamberimiz onlara “Muhakkak şirk en büyük zulümdür” (Lokman, 13) ayetini okudu ve mesele sizin anladığınız gibi değil, burada zulüm şirk anlamındadır, diyerek cevap verdi.[3] Şu halde gerçekte birinci ayetten murad “Kim imanına şirk bulaştırmazsa o emniyettedir, hidayettedir” oluyordu.
Benzer bir örnek Hz. Aişe’den geliyor. Allah Resulü “kim kıyamet günü hesaba çekilirse helak olur” buyurduğunda Hz. Aişe “Kimin kitabı sağından verilirse, kolay bir hesapla hesaba çekilecek; Ve sevinçli olarak ailesine dönecektir.” (İnşikak, 7, 8) ayetini okuyup zihnindeki karışıklığı Allah Resulüne açmıştır. Bunun üzerine Peygamber efendimiz ilgili ayette geçen hesabın gerçek anlamda hesaba çekmek olmadığını, bunun sadece arz[4] olduğunu belirterek ayeti doğru anlamasını sağlamıştır.[5] Pek tabi örnekler çoğaltılabilir.
Hususen ahkâm ayetlerinin Allah Resulü’nün sözlü ve fiilî beyanları olmadan anlaşılamayacağı gerçeğinin altını çizmeliyiz. Nitekim abdest, namaz, oruç, zekât, hac ve diğer dinî hükümleri vaz’eden ayetlerin hayata yansıması ancak Peygamberimiz’in izahlarıyla mümkün olmuştur. Sözgelimi Kuran-ı Kerim’de sık sık “salâtı ikame” emri vardır. Allah Resulü salâtın ikamesini bugün eda ettiğimiz namaz olarak açıklamasaydı ya da ashab ve sonraki Müslüman nesiller bu konuda kafa karışıklığı yaşasaydı, bugün salâtla ilgili emri yerine getirebilir miydik? Ya da bu konuda kendi imkânlarımızla ayetten anlayıp uygulamaya kalktığımız şeyin Allah’ın muradı olduğuna emin olabilir miydik? İsterseniz bu sorunun cevabını Hıristiyanlık versin. Kuran-ı Kerim’in açık biçimde bize ve bizden öncekilere farz kıldığını ifade ettiği, dinin en temel ibadetlerinden orucun bu dinde nasıl “hafif oruç” adıyla perhize dönüştürüldüğünü[6] bir düşünelim.
Kurân’ın Modern okuma biçimleri ve meal okumak
Konuyu örneklere boğmaya gerek yok. Ashabın Kuran-ı Kerim’i anlama yönteminde Peygamberefendimize ayrılan konum belli. Biz asıl bugün uygulanan yönteme bakalım.Kuran-ı Kerim’i anlama konusunda bugün yaşanan en önemli sıkıntı, onu peygamberden bağımsız, kendinde bir kitap olarak, daha doğrusu tarihi bir metin gibi okumamızdır. Uygulamaya bakacak olursak bugün Kuran-ı Kerim, peygamberin talim ettiği bir kitap olmaktan çıkartılıp alternatif anlama yöntemlerinin ışığında kurgulanan bir metne dönüştürülmüştür. Yaygın Kuran okuma biçimi olan meal okumaları bu anlayışın ürünü değil midir? Oysa Allah Resulü’nün sünnetinin bir bütün olarak ayetleri açıkladığını ve hatta ayetlerin yanında ikinci bir kaynak olarak dinin vaz’ındaki mevkiini teorik olarak herkes bilir. Şu halde dini anlama ve öğrenme niyetiyle bir müminin munhasıran Kuran meali okuması neyle izah edilebilir? Hadis ve âsârdan yalıtılmış bir Kuran okuma biçimi önerenlerin “Kuran Kuran’ı tefsir eder” gibi söylemlere sığınmaları tam bir çarpıtmadır ve doğruları birbirleriyle çatıştıran tipik bir sığlık örneğidir. Bir doğruyla bir başka doğrunun üstünü asla örtmemeli, bilakis doğruları sağlam bir usul zemininde telif edebilmelidir. Şu halde Kuran’ın Kuran’la tefsiri meselesi burada sunulduğu gibi anlaşılmamalı. Kuran’ın Kuran’ı tefsiri, biricik tefsir yöntemi olarak değil, mevcut tefsir seçeneklerinden biri olarak görülmelidir. Nitekim tefsir yöntemlerini ele alan Ulumu’l-Kuran kitaplarında iş burada bırakılmamış, daha sonra Kuran’ı sünnetle tefsir etmek de özellikle zikredilmiştir. Şu halde Kuran’ı Kuran’la tefsir etme yöntemi sünneti görmezden gelmeyi, bir kaynak olarak sünneti devre dışı bırakmayı öngörmemektedir.
Şu da bilinmeli, ister ayetleri anlamaya çalışırken isterse herhangi bir problemi çözmeye çalışırken Allah Resulü’nün söz ve uygulamasını esas almayı yasalaştıran bizzat Kuran’ın kendisidir. Bu bakımdan bir ayeti sünnetle tefsir etmek dolaylı olarak ayeti ayetle tefsir etmek demektir. Bu tür bir uygulamayı sahabeden İbn-i Mesud’da görüyoruz. Abdullah bin Mesud “Muhakkak Allah dövme yapan ve yaptıran, yüzündeki tüyleri aldıran ve estetik kaygılarla dişlerinin arasını ayıran, Allah’ın yarattığı sureti değiştiren kadınlara lanet etmiştir” dediğinde bu söz Esedoğullarından Ümmü Yakup diye bilinen bir kadının kulağına gitti. Kadın kalkıp İbn-i Mesud’a geldi, senin şöyle şöyle yapan kadınlara lanet ettiğini duydum, niye lanet ettin, diye sordu. İbn-i Mesud, Allah Resulü’nün lanet ettiği ve Allah’ın kitabında bulunan bu kimseleri niye lanetlemeyecekmişim ki diyerek karşılık verdi. Kadın, ben mushafı baştan sona okudum, böyle bir şey göremedim, dedi. İbn-i Mesud, eğer okusaydın görürdün, “size peygamber ne verirse onu alın, neden sakındırırsa ondan sakının” (Haşr, 7) ayetini okumadın mı, dedi. Kadın “evet, okudum” deyince İbn-i Mesud işte Allah Resulü bu işlerden nehyetti, karşılığını verdi…[7]
Sahabenin Kuran’ı en iyi bilenlerinden İbn-i Mesud (radıyallahü anh)’da da görüldüğü üzere Kuran’ın sünnetle tefsiri hadd-i zatında Kuran’ın Kuran’la tefsiri anlamına gelmektedir. Şu halde Kuran’ı Kuran’la anlamalıyız söylemi, ancak böyle bir perspektifle Kuran’a bakıldığında anlamlı ve gerçekçi olacaktır. Yoksa bir ayeti açık ve somut biçimde açıklayan bir başka ayet bulmak pek kolay bir iş değildir. Bu takdirde mezkur söylemin uygulama imkanı bulması ancak ayetlerin ortaya koyduğu diğer ilkelere müracaatla mümkün olur ki, sünnete müracaat bizzat Kuran’ın koyduğu bir ilkedir.
Kuran’ı sadece Kuran ayetleri özelinde anlamaya çalışmanın büyük oranda dini eksik ve yanlış anlama riski taşıyan akim ve tehlikeli bir çaba olduğunu görmeliyiz. Evet, dini eksik anlamaya yol açar; çünkü bu, dini iki temel kaynağından sadece biriyle anlamaya çalışıp ikinci kaynağı ihmal etmektir. Varacağı sonuç sünnetle vaz edilen ya da sünnetle detaylandırılan birçok dinî hükümden bilinçli ya da bilinçsiz vazgeçmek olacaktır. Namaz, oruç, zekat, hac, hicab, cihad vb. dinin en esaslı hükümlerinin uygulama biçimleri de buna dâhildir. Dini yanlış anlamaya yol açar; çünkü Kuran-ı Kerim peygamberin talim ettiği bir kitaptır. Bir kitabın hem talim edilen olması hem de kendi kendine anlaşılacak kadar yalın ve sade olması düşünülemez.
Ayet ve Slogan
Mesele bu kadar değil; ayrıca Peygamberimiz’in rehberliğinden uzak Kuran okumalarının zamanla bir din telakkisine yön verdiği de unutulmamalıdır. Yakın tarihte ayetlerden slogan üreten grupların şahsında yaşanan acı tecrübeler hafızalardan henüz silinmiş değil. Bağlamından kopartılan, anlam örgüsünü tamamlayan diğer parçalardan ve ilk muhataplarının idraklerine yansıyan çağrışımlardan soyutlanarak sloganlaştırılan ayetler yıllarca tekfir diyalektiklerine konu olmadı mı? Tarihteki haricî tecrübenin en büyük sorunu fıkıhsız/sünnetsiz Kuran okumaları değil miydi? “Hüküm ancak Allah’a mahsustur” (En’âm, 57) ayeti bu fırkanın dilinde Hz. Ali ve diğer sahabîlerin küfrüne kanıt sayılmadı mı?
Sonuç olarak günümüz Müslümanlarının Kuran-ı Kerim’i munhasıran kendi lafız örgüsü içinde anlama gayretleri anlaşılabilir değil. Bu anlayışın sorgulanması gerekir. Söz gelimi Hz. İsa’nın nüzûlüne dair tartışmalarda inkârcıların meseleyi Kuran çerçevesinde çözme ısrarının dayanağı ne olabilir? Hz. İsa’nın nüzul edeceğine dair Hz. Peygamber efendimizden nakledilen onlarca hadisin Kuran-ı Kerim’in ilgili ayetlerini talim bağlamında ifade ettiği değer neden görmezden geliniyor? Sahabeden bu yönde varid olan açıklamaların bir kıymet-i harbiyyesi yok mu? Nüzul-i İsa meselesi, inkârcıları tarafından neden dönüp dolaşıp birkaç ayet üzerine üretilen spekülasyonlara dolanarak kısır bir zihin jimnastiğine feda ediliyor? Diğer bilgi kaynaklarımız neden devreye sokulmuyor?Yoksa şöyle mi sormalıydık: Ayetleri Hz. Peygamberimiz’in açıklamaları ışığında anlamaya yanaşmayıp alternatif anlama yollarına başvuranlara kitabı kim talim etmiş olmaktadır? İşte bu soruların cevabı modern Kuran okumalarının esasta yöntem sorununa işaret ediyor. Sanırım bundan sonra konuşulması gereken modern müslümanın zihniyet problemi olacak. Ve belki de şu soruyu sormanın zamanı gelmiştir: Kuran’ın muallimi Hz. Peygamber efendimizin açıklamalarına yanaşmayanların gözünde peygamberin yeri nedir? (Talha Hakan ALP)
________________________________________
[1] Günümüzde bu ve benzer ayetlerde geçen “el-Kitab” lafzını muhnasıran Kuran olarak değil de genel anlamda vahiy olarak değerlendirenler vardır. Kuran’ın isimlerinden birinin “el-Kitab” olduğu düşünülerek bu değerlendirmenin sıhhati ayrıca tartışılmalıdır. Ama şu an için ister anılan kelime Kuran’ın bir ismi olarak isterse vahiy anlamında ele alınsın; sonuçta Kuran-ı Kerim’i içerdiği hususu kesindir. Bu bakımdan Kuran-ı Kerim’in, ya doğrudan ya da vahiy olması dolayımında Peygamberimiz’in talimine deruhte ettirildiği açıktır.
[2] Taberî, Camiu’l-beyan, c. 1, s. 54; İbn-i Teymiye, Mukaddime fî usûli’t-tefsir, s. 108.
[3] Buharî, hadis no, 3360.
[4] Arz, kıyamet günü Allah’ın bazı kullara işledikleri bazı günahları gizlice bildirip yaşadıkları mahcubiyet üzerine onları affetmesidir.
[5] Buharî, hadis no, 103.
[6] Ali Erbaş, Hıristiyanlıkta ibadet, s. 59.
[7] Buharî, hadis no, 4886.
YORUMLAR
''Siz öyle bir zamanda yaşıyorsunuz ki sizden biriniz emrolunduğunuz şeylerin onda birini terk etse helak olursunuz.
Sonra öyle bir zaman gelecekki sizden kim emrolunduğu şeyin onda birini yapsakurtulur.
''Öyle br zaman gelecekki o zaman şu üç şeyden daha kıymetli birşey olmayacaktır:
Helal para,canu gönülden arkadaşlık yapılacak bir kardeşve kendisiyle amel edilecek bir sünnet.
''Öyle bir zaman gelecekki, kişi helaldenmi haramdanmı kazandığına aldırmayacak.
Ebu Said el-Hudriden rivayet edildiğine göre Rasulullah-sav-şöyle buyurmuşlar:
''Aranızda öyle bir gurup ortaya çıkacaktır ki namazınızı onların namazları,oruçlarınızı onların oruçlarıve diğer amellerinizi de onların amelleri yanında az göreceksiniz.
Onlar Kuran okurlar,fakat okudukları boğazlarından aşağı geçmeyecek onlar okun yaydan çıktığı gibi dinden çıkarlar.
''Öyle bir zaman gelecekki okuma meraklı kurra çoğalacak,fakihler ise azalacak ve bu suretrle ilim çekilip alınacak.
Daha sonra öyle bir zaman gelecekkiinsanların okudukları boğazlarından aşağı geçmeyecek.
''Şiddetli bir şekilde yaklaşan fitne sebebiyle vay insanların haline.
İnsanlar mümin olarak sabahlarda akşam kafir oluverrler.
İnsanlar dinleiriniküçük dünya menfaati uğruna değiştiriverirlr.
İşte öyle zaman da dinlerinde sabit kalabilenler ellerinde kor ateşi tutanlar gibidirler.
''Öyle bir zaman gelecekki herkez riba ile iş yapacak. Ondan sakınanlar dahi tozuna bulaşmak zorunda kalacaklar.
Öyle bir zmana gelecekki,doğru söyleyenler yalanlanacak,yalancılar ise doğrulanacak.
Güvenilir kimseler hain sayılacak,hainlere güvenilecek insanlardan şahitlik etmeleri istenmediği halde şahitlik edecekler,yemin etmeleri istenmedeiği halde yemin edecekler.
Öyle bir zaman gelecekki,insanlar iyliği özendirmeyecek,kötülükten sakındırmayacaktır...
Allahım,
bu dertler bizi uykulardan dahi sürgün eyledi
dinamitlerle döşenmiş bir yaşamın uçlarında nöbet tutuyoruz
bu günde şafak söktü yine
nice insanlar varki
kimi Hak yolunda
kimiyse inkar safında
birde münafıklar varki
Allah muhafaza
Korktuğumuz şeyden Ona
Rabbimize sığınırız
sabahınız hayrolsun inş...
__________________
Mehtap S.Hümeyragül DALLI tarafından 8/9/2009 3:57:08 AM zamanında düzenlenmiştir.