hüzünle gelen..
İSTANBUL’DA ÖLMEK….
1.
Sâba makamında ağlar İstanbul
Gözleri büyük ,şehla ve mağmur
Üsküdar’da çeşmelerden akar kadife bir sabah
Çağlayan olur sahnında Yeditepe’nin
Süleymaniye’yi anlatırken yaşlanır Evliya Çelebi
Sinan’ın tefahürüdür şeddadî bu rütbe
St. Antuan’dan Aya İrini’ye buhurumeryem çanlar
Barok gülümseyişler giyer çocuklar
Neve Şalom’da İs’ad törenlerinde……
Baharda yaralı gazeller söyler İstanbul
Mecnun olup unutur Pierre Loti
Savurur Galata’da medeniyetin antik küllerini
Ceneviz, Arnavut ,Rum’dan ateşlerini…….
Kim Leyla öldüyse
Hera’yı dirilir Kız Kulesi’nde
Ondandır hüzzam makamında demir alır
Büyük aşkların gizli gemisi
2.
Dışarıda sonbaharla eriyen kuşlar
Beylerbeyi Sarayında *Bohemya yokuşlar
Yedikule sevdadır İstanbul
Yedi renk ahenk…..
Pers ordusunun kılıcıdır Yılanlı Sütun
Apollon’un alevi İstanbul ‘da tutuşur
İstanbul ki daha çocuktur
Saklar Aynalıkavak’ta Haliç’in hüznünü
Gotlar Sütunu’nda
Roma’nın tunç zaferini ,
Yedikule sevdadır İstanbul
Yedi kuşak, Süreyya……
.
Baharda yere dökülen zamanın seslerini
Toplar, yediveren eliyle Hisarı Anadolu
Medeniyete yazar sırattan harflerle
**Yaralı bilincin kutlu doğumunu
Bir nihavent-i rivayette İstanbul toprağıdır – cennet-
Tarihle zaman burada başlar ve medeniyet
Kim ki Roma’lı ölürse İstanbul’da
Yarın dirilecektir Bizans ve Osmanlı
Ve saba makamında doğacaktır çocuklar
Çünkü İstanbul’ da ölmek doksan dokuz yaradan başlar
…..
Ömür ÖTER
İstanbul 2010
Takdis: kutsama
Saikalar. yıldırım
Sermest: sarhoş,esrik
nurani
Şehriyar: hükümdar
Şano : tiyatro
Süt mavisi
Süveyda ; kalbin ortasında var olduğu sanılan siyah benek- - gizli günah
-------------------
Kanlı Davetiye
BİRİNCİ BAB
Gözlerinden akan sürmeyle yazdı gülün
Kelimeyi tevhidi ezeli hattat arş’a
Yörüngeleri bir çoban misali götüren
O büyük yağmurdan sonra
Ve dokundu
Dokunduğu gibi bir şiirin
Buruşuk bir kağıda
Her musluğa bir çocuk
Paramparça olmuş dudaklarıyla
Değildir koparılması bağrından evlatlarının
Günahkar ayaklarla çiğnenmesi değildir
Toprağı yarılacak kadar korkutan
Bir çarkın yankılanan sesidir
Çamurlu parmaklarda
Ve yedinci rengi çırpınır hayatın
Balık kokan urganlarda
Çırpınır son bakışında bir hattatın
İki ayet arasında ne varsa
Kurumuş çeşmelere sor soracaksan
Dünyaya ağırlığını bir damla suyun
Güven olmaz unutma testilere
Onlar ki faş etmiştir yerin sırlarını
Gök yüzlü şairlere
Kapılıp da bir yudum şarabın büyüsüne
Hangi deniz kızı bir sakaya inanır artık
Bir inilti duyulmaz hangi kitabede
Kalbinin en derin yerinden doğmazdı bir kadının
O büyük yağmurdan önce
Bir kapının eşiğine dökülmezdi bütün nehirler
Vurgun yemezdi bir baba
Daldırdıkça avuçlarını suya
Bu ne çaresizliktir böyle yarabbi
Tuz bile yoktur basılacak yaraya
Ve bir anne dolaşır asırlardır o şehirde
Dilinde acı bir ninni
Kucağında kaktüslerle
..........
..........
Bülent Beyhan
Takdis: kutsama
Saikalar. yıldırım
Sermest: sarhoş,esrik
nurani
Şehriyar: hükümdar
Şano : tiyatro
Süt mavisi
Süveyda ; kalbin ortasında var olduğu sanılan siyah benek- - gizli günah
---------------
-----------------------------------------------
-----------------------------------------------
ÇUKUROVA
Göğü güzeldir buraların
Güneşle yıkanır çocukları
Gün batımına dek
Akşamla meyhane çengi dümbelek
Sabaha kadar yıldızlara benzemek
Siz hiç duymazsınız
Yılankale denize inmek ister
Gelincikler basar yaralarına
Bunu Ceyhan söyler
Hüznü güzeldir buraların
Herkes yalınayak çocuktur
Birbirine benzemekten
Siz hiç duymazsınız
Ceyhan denize inmek ister
Hep rüyalarımızda bekleyerek
Siz hiç duymazsınız
Yılankale kilitler güneşi kederimize
Gündüzleri
Güneşle yıkanırken ovaları,kaldırımları,evleri
Geceleri ayışığıyla söner ancak
Dadaloğlu Toroslara gömmüştür sesini
Eylülde çiftçim beyaz yağmuru bekler
AYIŞIĞI YAĞMURLARI
Gözlerinden düştü sözlerin
Akşama dağıldık akdenizli bir gün ışığıyla
Ayışığından yağmurlar doluştu bakışlarımıza
Gecemizin sevinci köpürdü
Bir ölüm toplar
Ağzımızdaki adamakıllı lafları
--------------------------------------------------------------------
Yüzün öyle karışıyor ki hayata,
Hele de gülüşün
Gülüşünden karışıyorum sana
Yok sayıyorum bütün dertleri
Gülüşün varken,
Yaslanıyorum yüzünün gökyüzüne
5 – Şiirler e posta yoluyla “[email protected]” e posta adresimize yad
- İSTEMEDEN MAVİ-
1.
hüznüm başlatır evimin sesini
eşyalar kederimden alevlenir
tutuşur yalnızlığım
kalbi gül olanı
tuhaf dudaklarıyla öpüyor elmas akşamları
bozuk bir saat gibi kalbim
her sabah bana geçmişimi gösteriyor
yüzüm aynada kiracı bu sabah
2.
yalnızlığın birikmiş gözlerinde
ruhunun şenliğini ararsın
anıların yeni bir şey söyleyen yalancılar
yağmurdan gözlerini kalbimin camına dayarsın
karanlıklar
güneşe yuvarlanıyor sokaklarda azalıyor
kendine saklanan adamlar var
hüznünü kalbine çığ düşürenler,
ellerimi tutsana
bir parça ekmek gibi sevgi sözüdür ellerin
dudaklarına taşıyor kalbinin buğusu
gözlerindeki bulutun yağmuruyum
ne olur çekinme bu akşam
geleceksen
hüznünü düzeltmeden gel
----------------------
gece geç gelen martılar
hüznünü düzeltir de gelir
öyküleri kederlerinden mavidir
alnında kıpırdar gecenin yüzü
ŞİİR
--hâla acemiyse hüzünler --
seni anmak istediğim yerlerin şarkısıdır sözlerin
ne söylesen hüzün olacak bu saatte
gülmelisin
-gülümsemektir acemiliği tüm hüzünlerin
kadın ve kederin kaderindir
------------------------------
**gülümsemek -eskitir - acemileştirir
yalnızlığı
son sözümün boşluğudur
kalbim
martılar denizin külüdür
yosunlar rüyası..
hayatta kalmanın adı
anılar yağmurlu bir havada uzaklaşan martılardır
anılar da acemiliğidir aşkın
anımsın
sevincimsin hüzne denk gelen
yeni bir şey söyleyip kendine yakışmalısın
gökkuşağı izlemenin yağmura faydası yok
-kaldırım çiçekleri-
kaldırım çiçekleri başkadır
onlar kuşları sever en çok
rüzgarı onlar serer toprağa yağmurun eliyle
yaza kuşanır mutluluğu giyen o tatlı büyüler
böyle zamanlarda
gece aksar kaçamaz ,soğur nehir
bir gökyüzü bulunur elbet gözlerimize yakışan
**hepimizin bir göğü var annesinde saklı
bir parça anı mavisi soğur gözlerimizde
gökyüzünü unutanların uçurtması ağlar
onları gör
----------------------------------
özlemi olan herkesin adına özler
-------------------------------
-- YARALAR AĞACI
sesini büyüttüm içimde kalanların
tüm zamanların külüyüm
benzerliğimiz korkumuzu doğururken
sanki öfkelerimizdi
***benzerliklerimiz bizi insan yapar
farklılıklarımız katil yapıyorken
bir baktım aynalar utandırıldı
geçmişimiz hayal diye anlatılırken
tüm zamanların külüydüm
sesini büyüttüm içimde kalanların
-------------------------------------------------
gittim kimliğimde eskittim gerçeklerimi
öfkemin yalnızlığıyla
unuttum
bir zaman sonra acılarımı
umut zannederek,
unuttum
son sözümün boşluğudur kalbim
öfkemin kanı verilirken yalnızlığıma
susmak suçlarınızın geçmişten beri dili
-------------------------------------------------------
AĞLAMANIN ANATOMİSİ
gitme de bir ıhlamur kokusu kalsın saçlarında
yüzünün sahiline toplanmış kuşlar görsün
gecenin göğsü alevlenirken
gurbetin kederine havalanan kuşları
yalnızlığımı paylaşır
hüznüm yıldızlardan akarken
eşyalar kederimden alevlenip
tutuşur yalnızlığım
en eski çocukluk fotoğrafıdır ağlamak
kalbimizde bulunan yüz binyıllık şehrin görüntüsü
ellerimde bir güvercini tutmanın yorgun huyu
o çöl sessizliğinin alışkanlığıyla
gecenin alnına saçılan yalnızlığım
kalbimin kuyusundaki o korkak sabrı yorar
hatırlamak çığ gibi düşürür kalbime acını
ellerimde bir güvercini tutmanın kırık mavisi
hatırlayabildiğim tüm aşkların gizil yarası
-------------------------------------------
--------------------------------------------
--DÜŞÜ AZALANLARIN BAŞKENTİ--
sırların var susuyorsun
düşü azalanların şehrinde
kalbinin yorgunluğunu hasret sanıyorsun
gözlerin kısık sesli bir ağlamanın fedaisi
yalnızlığın sığmıyor sana
bildiklerinle eskiyor yüzün
unutmanla aklanan dilin
düşlerin gümüş bir hançer
açıklayamaz artık kaderi
korkularınla tutuşturma yüzünü
ağlamak kayıp tarihidir çocukluğumuzun
---------------------------------------------------
PARILTILI YAĞMUR
bir şarkısı kalmalı gözlerinin
seni anmak istediğim yerlerde
bir kokusu
ne söylesen hüzün olacak bu saatte
çek git susmanın kapısı açık kalsın
sessizlik seni anlatamadığım bütün kelimelerim oluveriyor
gülmelisin
-gülümsemektir acemiliği tüm hüzünlerin
kadın ve kederin kaderindir arzularımla
uçuruma benzer öykülerim
babamı gördüm ve acıyla pansuman edilmiş gözlerini
senin yağmurunu yağmalıyım saçlarıma
senin pencerene dökmeliyim heyecanımı
ayrılığı incitmeliyim çocukluğumla
duvarıma yüzünün gölgesini kazımalıyım
kalbinin kuğusu aşk sözlerimi çalmalı
gözlerinden uçurmalıyım kalbimde bekleşen güvercinleri
ucuz bir şiiri göğsüme dökmeliyim kenar mahalleme
en güzel isimlerini koymalıyım annelerimize
...........
gittim
kimliğime yalanlar inandırdım
......................
ARABESK
sonbaharım ağlarken
bunca yıllık hatrımı taşırdı bakır cezvem
günahlarım bakımsız hayallerimin çocuğuydu
akşamları dalgın palyaçolar gezinirdi sokaklarda
çocukluğumla büyütürdüm herkesi
gözlerim eski bir oyuncak kalırdı
kaderimin tamirine
kalbim
son sözümün boşluğu ,
ilk kar gibi yağardım
vicdanımın acemiliğine
yüzüm ,şehrin bir kenarı gibi bekletilirken
bu şehri çocuklara bıraktım
büyümeyi unutsunlar diye
önce ben unuttum
bütün kiraz mevsimlerini
ayışığı topladım geceleri
mandalina sesli yoksulluğunu sevdim işçilerin
zeytini çatalla hiç yemedim
bundandır ağzımızda kalacak arabesk bir şeyler
bundandır yaramıza yabancı kalacak kanımız...
kendine patlayan bozuk bir tüfeğim
--------------------------------------------------------
kimse inanmazsa sana
inanmazsın sen de
--Gözlerimden aşağılanıyor
-------------------------------------
bu şehri bir çocuğa bırakıyorum
büyümesinler hiç
şehri üzüm olanın
şarabıdır sokaklar
yalnızlığın duru suyuna atılan taş
ne derse orda öleceğim
senin korkuların babandı
ben babamın korkularıydım
kiraz mevsimi türküleri gibi sesin
herkeste bir avuntu gibi kalırım
gözlerim hasretlerin yamaçlarıdır
----------------------------------------------------
ADIN ... kaydolmadı bekleyecek...
adın olmadı hiç
sadece taparcasına yöneldiğim bir seher vaktiydin
sesin de
cehennemi cennete taşıyan bir patikada
suyunu buluyordu ırmağın
duyulmamış bir şarkıydın
yormadın , susmadın ehlileşmedin
itaat yetiştiriyordun ruhumun en köle iklimine
sen yağmalamıştın sende artıyordum..
bir zirveden boşluğuna düşüyordum
sen okşuyordun yaralarımı
hiç adın olmadı senin
kimse çağırmadı
durmadan- kendini- onarıyordun enkazımda
adın yoktu
tüm sokak çocuklarının bir şeyi istemesiydin
güle bakardı gözlerin
uçurumla yıkadın kadınlığını
düşmekten yükseldi sarışınlığın
sevişiyorduk ellerin bedenimin gölgesiydi
ve zaman bizi görmedi....
--------------------------------
ÖMÜR
7 ARALIK 2008...
---------------------------------------------------------------------------------------------------------------
-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------
BAŞKA NOTLAR.....ŞİİR ATÖLYESİ ....
--unutmavi-- başlık...
kimliğimize yalanlarımızı inandırdık
zaten ne söylesen hüzün olacaktı
gözlerin hüzünle yıkanır eylülleri
ellerin tüm zamanların dokunuşu
kendi kalabalığının yalnızlığısın
koşuyorsun gitmek istemediğin yerlere
durmak istediğin bir yer var
mutluluğun dün olmadığı zamanlarda
hayallerine yetecek kadar
sıradan olmayı seçmişsin
kalbimizi anlamayanların başkentis
öfkenle tasarlanıyor huyların
ŞİİR
kentlerin yalnızları insanlaştıramadığı
bu sokaklarda
insanların iyice yalnızlaştığı günler başladı
***kentlerin fotoğrafını yalnızlıklar çeker
**yaşlanmaktan kalan günlerdir çocukluk
mutlu kalabilmenin gözleri
--gurbete
**çocuklarını yavaşlat/yan annelerin hızıdır hüzün
hüzünlerim çocukluğumun Kudüs’üymüş
...............
arzular yarısı eder aşkın
yarısı kader
lirik hüzünlü
yalnızlığımızla pansuman edildik
anne bak ölüm hep aynı aynı yerimizde yaşıyor
ŞİİR
çünkü uzaklaşması yoktur insanın
kendinde kalabilmesinin bir yolu
---------------------------------------------------
bir şarkısı olur seni böyle görenlerin
çocukluğunu incitmediğin ayrılığınla söylersin sen bu türküyü
-gesi bağları -
’bir tek selamına güvenenlerin türküsü ’
derdin türküsü
aşkın yarısı eder ancak günahlarımız
sayma sayma
gurbet akar damarımızdan
çiçeği burnunda hasret gelininin türküsü
oturur hasreti yazar kalbiyle
yüzyılları yazar kavuşmayı yazar
bir şarkısı olur seni böyle görenlerin
çocukluğunu incitmediğin kaderinle söyle bu türküyü
hüznünü incitmedeğin
insan en çok kendine gurbettir
kadınsın kader demeksin
keder kadın demeksin
dönmelisin gesi bağlarına aşk....
yüzyıllardır söylenmeyenin tek dili arzularımızdır
**yaramızın tetiği çekili kaldı ellerinizde
susmak suçunuzun yüzyıllardır dili
aşkın yarısıyken günahlarımız
kalabalık birşeyler söyle
tenhalarımın duvarı yıkılsın
kalpten anlamayanların başkentinde
yasak sözlerim yıllansın
söylüyorum
nerenin yarasıysak
oranın yarısıyız
yaramızın tetiği çekili kalmış ellerinizde
korkular yeniler öfkelerimizi
susmak suçunuzun yüzyıllardır dili
--o kadar sustunuz ki cevap kalmadı
insanın en büyük yarasıdır, yaralaması
ne söylersen söyle
hüzün açıklar seni
**hüznün kitabı çocukların elinde yazıla dursun
sen bütün kirli oyunlarına büyümek diyebilirsin
çünkü yağmur zaten ıslatanların oyuncağı
**bozkır bizim hayal dilimiz ,adaletimiz
**söylemek o lirik hüznün
tatlı Babil’ini
ağlamak kudüs’ün tüm çocuklarını
ve söylemek filistinin yalanlarını yalansız
yaralarımızın ağacında gökyüzünün tadı
meğer ağlamak gülmenin Kudus’üymüş
yaralarımızın ağacında
büyüyen söz giyimli hüzünler
--hayallerim kaderimin yorgun kaçamağı
bakışların yıllansın bütün iyiliğinde
tarih aldatır
-insan nereye gitse bir insanı arar
susar üşür acıkır gibi
**orada bir gülüşün ezberlenmişse bir güle benzemektendir
kaçamazsın(.
--bakışının bittiği yerde ölürsün
anlatman eskimiştir- tarihtir
--bir karın yağması gülden dönen yastıklarımıza
gecenin çoğalan yalnızlığı düşlerimize sızar
***bir bir yağmura bozdurulur eylül
çiçekler kırgınlığa açar
kadınlar sürgün elleriyle
yas büyütür çiçeklerde
yeni birşey söyle adı eski olsun
**sır gibi tutulan aynalarda yüzün büyütülsün
arzularımız kaderimizin aklıdır
**penceremin önüne dökülen yaşlılığımı yağmurlar o çocuklar
-geceyken gözlerimin rengi
---ben yaralı bir adam
**çok eski bir çocuğum
--tetiği çekili kalmış ruhun kalbimi ....
nereden başlasam kanadım --
ÇALIŞMA SAYFASIDIR..... DİKKAT...
bir yaprak eskir
yankısını boyar kuş sesiyle
gitme de bir ıhlamur kokusu kalsın saçlarında şehrinin
şimdi neredeyse çocuktum
yalnızlığıma demir alan acılarımla
düşler taşacakken kalbimden
sır aynalarda büyütülen yüzüm
bir şarkısı vardı beni böyle görenlerin
kasımpatıların gözlerinden uyanan şehri sevdim
cansıkıntımla boyadığım ömrümün resmini
kederimle imzaladım
üzümü zorlayınca her zaman şarap olmaz
bir dostu aradım
bir insan nereye giderse insan arar
hiç hayal edilmemiş bir şey değildi hüzün
aşktan önce bulunan bir sözle kanatıldım
****zaten bir şey diyemeyeceksen adı hüzün olurdu
üzüm ayrılıktı
şarap her zaman kadın
.....
--------------------------------------------------------------
--ıslak ve çocuğuz hala
gülüyordun
sanki yüzyıllardan beri gülüyordun
bulutun sesi o kadar ayartılmıştı ki penceremden
bir dost aradım bulamadım
insan nereye giderse bir insan arar
onun sıcaklığını
aşktan önce bulunan bir sözle kanatıldım
hiç hayal edilmemiş bir şey değildi hüzün
bu aralar
yağmur zordu , gitmek zordu , hüzün kolay
senin palton esmerdi
benim babam
sen paltonu giyerdin
ben babamı üşürdüm
yağmurda ayrılmak o kadar hüzündü ki istanbuldan
artık nereye gitsem istanbuldu
bu şehri olmayan yalnızdı
ne zaman içimizin başkenti yapıldı hüzünler
o zamandan beri ıslak ve çoçuğuz
*seni aşktan önce buldular
-------isimsiz sevinç gibi duruyordu yüzün-------------------------
bir geceyi aradım bir şüpheyi
karanlığın evlere yapraklarını dökdüğü bir anda
dostluğun
**şimdi neredeyse çocuktum
neredeyse yalnız
senden sonra
konuşmadım hiç
zaten bir şey diyemeyeceksen adı hüzün oluyordu
--kibrin kederinden fazlaysa aşık olamazsın
--acının kalbi durmuş
**zaten bir şey diyemeyeceksen adı hüzün olurdu
--zaten ne söylesen hüzün olacaktı --
ben konuşmadım hiç
bir şeyleri cevapladım hep
kelimeler çoğalmaz
senden birşeyler alır
**öyleyse siteminin kırılgan müziği olsun
gözlerin
hayal bağında üzüm kalbin
hatırımızda şarap olsun
erken başlar gönlümün bağbozumu
zaman
sabah çatlağı yüzümde olgunlaşır
**anne sestir
--bazı sorularımızın en iyi cevabı
sancıya kalkmış bir annenin
her zaman gülü andırır tebessümü
- sitem şiirdir
küslük düzyazı -
sen şiir kal
belki biraz güvercin artığı mavi
müjdeler sevincimi
yüzün yüzümün
gökyüzünden kadehidir
bakışın mavi
öyle derim hayata:
yanlış aşklardan taburcu olayım.
-----------------------------------------------
-İSİMSİZ-
yaşamanın iyi bir fikir olduğu
yağmurdan atkını atıyorsun
kestane rengi boynuna
--bugün hava güzel
o acayip gülüşün fotoğrafını çekiyor kalbimizin
--hayret bütün iyi şeylerin kalbi var
isimsiz bir sevinç gibi yüzün
dolar kalp odama
bir akşam vakti ancak
kendine duyurabilirsin sesini
çünkü yalnızlık kaderindir senin
bir tokat gibi iner gece
üstünü başını tartaklar
*kadınpatı,,
*anne sestir,,
essizlik o an şeylerin fotoğrafını çeker gülümse
yaşama öyle direneceksin
kum fırtınası yüzünde
**kederimiz içimizde hergün başka bir gürültü
şafağın dilini çevirir
tarla kuşları
**gözler
düşlerin kılıcıdır
---------------------------------------------------777
kimin acısıyla bozduruldu yalnızlığımız
onun susması olsun ağzım
,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,
**hangi fırtınada utandırıldıysa gözlerin, o limanda gidenlerinim kalanlarına
**bütün iyi şeylerin bir kalbi vardır
kırık bir iskemlenin de
acı bir sözün de
***insanın da yaraları var yaralarken
--sevmek taşradır
taşra alışamamaklığıdır kendinin
güldün lirik bir yalnızlıkla kapandı pencereler ----
odan unutmanın provası
gözlerin üzüm
,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,
**masumiyet rengi gözlerin
**benzerliğimiz arzularımızı
arzularımız , öfkelerimizi doğurdu
****kimse inanmazsa sana
inanmazsın sen de****
bir şeylere hüzünden gidildiğini geç anladım
kadın , bir şeye başlatır
**insan iki şey taşır --- --- ---
biri bütün sebebleri
diğeri gördükleri
***hüzünle evlidirler
beklemektir annelerin tanrısı
-----kadınlar beklemenin- istemenin tanrısı
vedalara alışamadım
besleme bir sözdür hoşçakal demek
--insan bu nereye gitse gurbet
ağacın üstünde duran siyah bir kedi
kalbim,
ayışığını tökezleyecek kadar hızlı
--gözlerin namlusu boşalmış hüzün, ayrılıkla vuruyor---
kırık bir iskemlede oturuyor.
ağacı şımartan dallar rüzgarın sesini tanır
ayışığı tökezler gözlerimde
--rüzgar bir tarlada yavaşlarken
--kırlangıçlar göğe birikir
--güvercinler göğü giyinir
sustun acemi bir kışı taşırdı gözlerin
sorma
dün gece vedanı çocukluğumla temizledim
---ben yaralı bir adam
**çok eski bir çocuğum
--odamda tetiği çekili kalmış ruhunun --
saçlarından yakıldı şehrin saat kuleleri
hangi eve girsek akşamı gecikiyor
gece top gibi yuvarlanıyordu içime
--kış demek kalbinde yavaşlayan cennet demek
gözlerin eski bir yerleşim yeri
rüzgarın kalbi kırılır öylece
başağın boynunun büküklüğü ondan
sen acıdan gülümsüyorsun
ben gülümsemeden acıyorum
sözlerin şarap gibi doluyor gözlerime
ayağıma dolanıyor karanlık
****düşmek üşümek gibi bir heyalan
**--sözün eğrisi bir düşü geciktirdi----
kar yağıyor
gözler açıkta rüzgar rengi
ruhun kalbimin ......kamp kuruyor
hayatının öyküsü
bedeninin altında bir nehir
sokaklar kol kola giriyor kötü niyetlerimin çekmece{ine
--sessizlik yatlılı uykularım oldu
---------------------------------------
---ceyhan rengi ---
annemin kırık saksısı
kılıç çiçeğimiz
çatlak duvarımıza
hüzün tutuşturdu aynalar
güneşi boynumuza dolanık bulurduk sabahları
çarşaflar terlikler balkonlar yıldız kiri
babannemin kalaylı kaplarında pişen acı tarhanası
dedemin göğün yedi rengi gözleri
mandalina tutuşlu yoksulluğumuz
demli çay ,yeşil demlikten sert ıhlamurlar
acının hatır sanıldığı o yaz akşamları
o acı sözler gönlümüzün ortasında
siyah bir çadır gibi duran
yüzümüz
gözlerde ekşiyip yaşlanan kinlerimiz
------------------------------------------------
gözlerinden yere düşen
üzgünlüğün tanesi
yere düştüktükçe salkımlanan
umudun da hayalin kalbin gibi kadın
karşımda ağlamanın o saklı gazelidir sözlerin
geceleyin salkım saçak ellerin
küçük bir kuş salar tedirgin bedenimin altına
*******ben Musa unuttum birkere
sen Firavun hatırla****************
asma yaprağına gökyüzü damlıyor
ben acıları paylaşmadım
sen yalnızlığı artırma
arzunun düşe benzerliğini hiç saymasak, söylediklerimiz
tarifsiz olsa
kimsenin masalı kimseye talan olmasa
hasret
gökyüzü
------------------------------------
kimse inanmazsa sana
inanmazsın sen de
--Gözlerimden aşağılanıyor
hayallerim eski bir oyuncak gibi onarıldı
kadınlarıma eksik kaldım ben
azar azar çiseliyor gözlerin
kalbimde buruk dağılan bir his
anılarımın şakağında gezinip duruyor hayalin
-------------------------------------
şimdi hangi çığlık
zamanı tütsüler çocukluktan antik yüreğe
böyle kış rengi gözlerinde
hiç dinmeyen bir yağmur edası
akln işteyüreğini vurup orda yatar
biz mi kadınlara başladık
kadınlar mı bize başlatıldı
bir şeylere hüzünden gidildiğini geç anladım
kadınlar ordan başlamışlar, adamlaar
**orada bir gülüşün ezberlenmişse burada bir kış üşüyordu
geceleri sokaklarla çaldım yalnızlığımın şarkısını
kulağa hoş geldi
BAKİ AYHAN T ŞİİRLERİ... OKUMALARI
-----------------------------------------------------
YER DAĞINIKLIĞI
bu yıldızları ben çaktım gökyüzüne:
nesnelerin duruşunu değiştirmekti işim
yerlerini çocukluğumdan beğenmezdim
yağmura pencere açtım, tekbaşınalığa kapı
sayfalara çiviler çaktım sözcükleri asmaya
boşluğa tırmanıp usulca gökyüzüne indim
bendim yıldızları suyun yüzüne serpen
şeylerin düzenine inanmadığımdan
başka bir gök çıkardım çivili sandığımdan
zamanı örtülü sözcüklerimle yendim
yerler ve gökler istemiyordu değişmeyi
sözcükler, sesler, kişiler ve bütün eşya
yeniden keşfedilmeye hazır değildi
olmadı: öylece duruyor yerin dağınıklığı
boşlukları şimdi de beğenmiyorum
bir yıldız daha çakıyorum gökyüzüne
BİR AŞKIN BAŞLAMASI
bir aşkın başlaması:
ruhla yontulması sert bir ağacın
bir anahtar sessizce açar doğayı
bir la sesi başlatır fırtınayı
çeker bıçağını hırçın rüzgâr
hızla çevirir yıpranmış sayfayı:
bir aşkın başlaması
ne süzülürse içine ince bir dalın
serinlikler onu gezdirir yüreğinde
son ışığın peşinde olan yolcular
yaşamı asarlar günün ucuna
kısık bir sesle başladıkları şarkı:
bir aşkın başlaması
kendini ıssız zamanlarda yitirip
ışığın sonunu arayanlar
yağmuru sevinçle karşılarlar her zaman
bütün bildiği budur hayatı anlayanların
yırtılmış sayfanın yerine yapıştırılması:
bir aşkın başlaması
unutulan her güzellik geçmişe karışmaz
yeni güzelliklere eklenir bazısı
bu yüzden en güzeldir en son sevilen
bütün güzellikleri kendinde birleştiren
ırmakları, okyanusları, bitimsiz yağmurları
bir güz sabahı kapınıza getiren!
böyle zamanlarda güzeldir bir şarkıyla uyanması
uykunuzu titretir uzadıkça la sesi ince
kadının ayakları suya değince:
bir aşkın başlaması
ipekler altında kabaran göğüslerin tadıyla
gizine erilmiş sevişmelerin yeni zamanları
bütün bir hayatı içerecek,
o garip hışırtının böceği aranacak her köşede
anlamsız sayılacak sonra
ışıkların kırgınlıklara kırılarak yansıması...
eşyalar birbirine karışmış
mutluluk kendini mahzende unutmuş olacak,
böyle bir tablonun usulca indirilmesi duvardan:
bir aşkın başlaması
yeni şeyler ezberlemenin yanlışlığı
bilgiye sığınmak ve kutsamak katılığı
gümüş bir gemiyi getirmek diplerden
savrulan bir uçurtmayı gökte unutmak
doğayı değiştirmek temiz sulara eğilirken
gümüş bir gemiyi diriltmenin yanılsaması
zamanın akışını hızlandırmak:
bir aşkın başlaması
en sonra:
birdenbire eski yağmurları anımsamak
kırmızısincapların eskimeyen sıçrayışlarında
okyanusun esnek akışlarında
altın renkli bir balığın sırtında dalgalanmak
en eski çağların güne kavuşan hızında
yırtık albümlerin yeni resimlerle yamanması
kalbin yenilgileri kanıksaması
enginlere açılması gülümseyerek
titrek günler içinde kırışmalarla:
bir aşkın başlaması
Bâki Aytah T.
Sele Kapılan Küre
küre, sele kapıldı herkesin uyuduğu bir gecede
gülüşleri ve ağlayışları farklıydı kıtaların eskiden
aşkları ve nefretleri ne çok benziyor şimdi
çocuklar tahta oyuncakları severdi bir zamanlar
tahta araba, tahta at, tahta ev, tahta bahçe...
yitip gidiyorlar şimdi göğü delen çeliklerde
sevişmenin başka bir tadı vardı mağaralarda
rengimizi kendimiz seçerdik: kadınla erkek
şimdi herkesin sevişmesi ıssız bir ada
hiçbir su aralığında birleşmeyecek
yokluk incitmezdi kadınları kötü günlerde bile
adamlarla çocuklar birbirine benzerdi
sular karıştıkça evler daha çok çürüyecek
üstümüze gelecek tedirginlik ve korku
bu sel hem çatıları hem bahçe katlarını götürecek
küre, sele kapıldı: derinleşti gece ve uyku
(Uzak Zamana Övgü’den)
Bâki Ayhan T.
__________________
bir yolcu"
Baki Aytan T.
__________________
bir yolcu"
TRAVMA
bana bu sokak çıkmaz demiştiniz
dinledim evlerin kapalı pencerelerine uzanıp
bir şarkının sözlerini hatırlayamamak gibi
hatırlayamamak üzerine bir şarkı söylemek
bu sokak okadar çok şeye çıkıyor
hırsızın ellerine,yalnızın gözlerine endişesi
bana yabancı şehirlerden söz etmiştiniz
gemilerle uçaklarla sözcüklerle gidilen
ellerini komşuların düşlerine uzatmış şehirlerden
birinin adı tersgeyik’ti yanlış mı hatırlıyorum
ötekinin yeni sansar ya da eskitilki
gürültüyle soyunurlardı madeni giysilerinden
gümüşe doğru,altına dürüst,bakıra yakın
herkesin cenazeleri ihmal ettiği
bana kış bitti demiştiniz
üşümenin gemilerini çekmiştiniz denizlerden
parçalanmış yelkenleriyle hatırlanan defineler
şimdi böyle nerelerden dönüyor
avuçlarında kırmızı çiziklerle
her şey birkaç damla kanla açıklanıyor
nereye baksam silinmeye yüz tutmuş izler
gök gökdeleni,boşluk çığlığı,o beni ağırlıyor
Bâki Ayhan T.
Hayal Kültür Sanat Edebiyat Dergisi Sayı 23 Ekim Kasım Aralık-2007
Edited by: Fatih Yavuz
__________________
kişinin hayali düşleriYıpranmış Anıtlara Taş
yıpranmış anıtlara taş taşıyanım
baharı kıştan ayıracağım keskin çizgilerle
yeniden yapacağım tarihi, yangınlar gibi
yaklaştıracağım güzle esrimeyi birbirine
ateşe kısık gözlerle bakacağım
ağır bir sis olacağım anıtın gölgesinde
ateş: parçalanmış bakışı yıpranmış anıtların
zamana sıçrayan kıvılcımın köşesine gizlenip
kör noktalarda hiçliği bulacağım
böyle kesildiği anlaşılacak ince damarların
yıpranmanın tarihi bu, geçmişten geleceğe
kesilen ağaç gibi devrilmenin tarihi
herkesin birbirine durmadan yenildiği
savrulmanın tarihi, boşluklarda kalmanın
tavanaralarında yangınlar başlatmanın!
yıpranmış zamanlara ateş taşıyanım
Bâki Ayhan T.
Edebiyat ve Eleştiri Dergisi Mart-Nisan 2002 sayısı
_________________
Suçlu Çocuk Korkusu
duvarda küçük gölgeler arıyorum:
siyah böcekler: gecenin
dünya nimetleri
haykırışlarına ve iniltilerine karışan
suçlu çocuk sessizliği
karanlıkta kollarımı sağa sola uzatıyorum:
uyuşuk bir su
yapışkan bir öpüşme
tedirginliğime ve gerginliğime karışan
suçlu çocuk korkusu
kırmızı inatçı bir siyahla karıştırıyorum:
üç yaşın ilk sevişmesi
yaralı bir bilinç
fotoğraflara sığmayıp
uçurumda unutulan rüzgârın sesi
Baki Ayhan T.
Uç Dergisi İlkbahar Yaz 2001 sayıs
YNADAKİ GÖRÜNTÜYE TEPKİ
bütün savaşlardan yenik çıktık ve yorgun
yolculuk gibi sürdürdük ömrü: günden geceye
bir sarmaşığa sarılıp kaldık sonunda: tutkun
yangınına su taşıdığımız gergin üçgenler
boşluğa eklenen aceleci ve tedirgin bedenler
sığdırıldı iki düş arasındaki keskin nefeslere
biriktikçe birikti lekeler: yenilgi ve yanılgılar
ateşe sığınmanın modası geçti, su zaten eski
bir tepkiydi yaşamak aynadaki görüntümüze
sesler uğultulu uçuzumlarda birbirini kesti
hayat: çocukluktaki oyunları unutma süreci
kötülük ve iyilik, aşk ve nefret, dost ve düşman
hepsi aynı bu savaşta: aldatanla aldanan
silinmeyecek ne kadar çabalasak da boşluktan
kalbimize yakıştırdığımız bu derin sessizlik
bütün savaşlardan yorgun çıkacağız ve yenik
Baki Ayhan T.
#2
20-02-2008, 23:18
merâl özcan
Moderator
üyelik tarihi: Dec 2007
Nerden: İstanbul
Mesajlar: 2.692
Derinliğine Büyür Bahçeler
biriktirdiğin lirik gülüşlerini
atabilirsen at artık içine
derinliğine büyürmüş bahçeler anladım
derinlerde arıyorsun gizli bahçeyi
çocukluğundan
kurtardığın bütün güzellikleri
çağın epik torbasında unuttun
sahnenin boşalmasını bekliyorsun
biliyorsun cinayetlerin sırrını
aldatmaların sebebini
kanın en bilinmeyen rengini
tanımış olmaktan korkuyorsun
günün anlam ve önemi
tükeniyor aşkın
ve çocukluğun
ardından bakarken
birbirini kesiyor yüzlerimiz
herkes bir sessizliğe dolduruyor kendini
mutluluk kimsenin tırmanmadığı bir dağ
yalnızlık ucuz bir roman oluyor
anlaşılmıyor gizli bahçelerin derinliği
Bâki Ayhan T.
Budala Dergisi Mayıs 2001 sayısı
__________________
Eski Dünya Düzeni
çizgilerimizi ne çok severdik haritamızda
bir bahçeyi bozsak, cennet bağışlardık yerine
sevinirdi gökkuşağı sesimize eklendiğinde
her basamağı gökyüzüne eklenirdi hayatın
her seferinde daha derin tutkularla çıkılan,
daha başındaydık dünya denen saltanatın
kızıl akşamlar, pırıltılı sabahlar, yıldızlı geceler
güzellikler sızardı gökyüzünün çatlaklarından
yeni düşlere hazırlardı arzulu zamanlar bizi:
vahşi sarmaşıklar, gölçiçekleri, böğürtlenler
sınırsız bir renk cümbüşüydü yaşamak
yağmurun yağmur, güneşin güneş olduğuydu
gürültülerden daha anlamlıydı sessiz kalmak
cenneti onlar aldı; cehennem bile kalmadı bize
kim inansın buzdağında dağılan geçmişimize
haritamızı ne çok severdik çizgilerimizde
Bâki Ayhan T.
Kavram Karmaşa Dergisi Temmuz-Ağustos 2002 sayısı
__________________
bir yolcu"
az
tesadüfen keşfedilmiş amansız çırpınış:
yangınını kendi çıkaran, besleyip büyüten
başkalarında kendini eskiten yolculuk
çalınan her kapıla çekici bir ten
özlediğin derin sancı, canlı duruşu heykelin
kaygan görüntülere eklenen uykusuzluk
tek kişide dört kişiyi görme becerisi
bitimsiz arzu, sınırsız öfke, kırmızı yağmur
santim santim ilerliyor keskin bıçak
ağır ağır kanla dolar içerisi
ölü lamba, titrek mum, utangaç alev
aşkın ikizi arzu, deliliğin ikizi suskunluk
hazzın derin hükmü: ziyaretsiz tutukluluk
ateşten gömleği, yırtık gömleği tutkunun
hayatın terbiyecisi çılgın efendi
tesadüfen keşfedilmiş amansız çırpınış:
Baki Ayhan T.
Akatalpa Dergisi Ekim 2001 sayıs
Örümcek Fırtınası
odamın bütün köşeleri örümcek çizgisi
bu korkuyu kimden devraldığımı bilmiyorum:
örümcekler çığlık çığlığa seviyor geceyi
kanın usulca sızması, zamandan boşalması:
büyümesi yalnızlığın örümcek tedirginliğinde
sessizliğin kapıları korkulara çarpması
sokağın kapandığına kimseler inanmıyor
karanlık camlarla kapandı sokak
gölgelerle örümcek ağları örtüşmüyor
arka bahçeye gömülen aşkı kim bulacak
ev: tek oda, tekin değil geniş tekbaşınalıklar
merdivendeki ayak sesi tanıdık değil: aşk,
arka bahçede çürüdükçe artar sanacaklar
yitik telefon numaralarının gezginliği
aşk: hassas zamanların anlaşılmaz gerginliği
odamın bütün çizgileri örümcek köşeli
Bâki Ayhan T.
Budala Dergisi Nisan-Mayıs 2002 sayısı
ıpranmış Anıtlara Taş
yıpranmış anıtlara taş taşıyanım
baharı kıştan ayıracağım keskin çizgilerle
yeniden yapacağım tarihi, yangınlar gibi
yaklaştıracağım güzle esrimeyi birbirine
ateşe kısık gözlerle bakacağım
ağır bir sis olacağım anıtın gölgesinde
ateş: parçalanmış bakışı yıpranmış anıtların
zamana sıçrayan kıvılcımın köşesine gizlenip
kör noktalarda hiçliği bulacağım
böyle kesildiği anlaşılacak ince damarların
yıpranmanın tarihi bu, geçmişten geleceğe
kesilen ağaç gibi devrilmenin tarihi
herkesin birbirine durmadan yenildiği
savrulmanın tarihi, boşluklarda kalmanın
tavanaralarında yangınlar başlatmanın!
yıpranmış zamanlara ateş taşıyanım
Bâki Ayhan T.
Edebiyat ve Eleştiri Dergisi Mart-Nisan 2002 sayısı
__________________
BAĞBOZUMU
yerin üzgünlükle kırışan yüzündeyiz
unuttuk ihtiraslı bükülüşünü dudakların
dışına düştük ırmakların: kurak ve ayaz
ince çizgiler çektik kentlerle mağaralara:
kalbimize iliştirdiğimiz solgun papatya,
şimdi sınırsız ölümler kadar beyaz
kıta alçalıyor, yükseliyor okyanus
bu yepyeni bir veda düşlere, tutkulara
geçiyor bağbozumu, su sızdırıyor küp
parmaklar yetişmiyor güneşe uzanmaya
bozuk sesler içinde birkaç zavallı ezgi
kırılıyor ince çizgi, çitler devriliyor: fırtına
siyah sular ıslatıyor renksiz çiçekleri
anlaşıldı, zaman yok nesneleri sevmeye
güneşin kalbine girmeye zaman yok
buymuş yeni mevsimlerin öğreteceği
Baki Ayhan T.
__________________
bir yolcu"
#8
24-02-2008, 13:09
merâl özcan
Moderator
üyelik tarihi: Dec 2007
Nerden: İstanbul
Mesajlar: 2.692
DERİN GÜRÜLTÜSÜZLÜK
sakin olmayı öğrendim senden
duru sulara bakmayı
bir ermiş gibi pas tutmuş kapıların ardında
kendimle buluşmayı
sessiz kalmayı öğrendim senden
sevinçlerde ve büyük acılarda
yerine ulaşmayan bir mektup gibi
kendime dönmeyi
soruları cevapsız bırakmayı öğrendim senden
bir budala gururuyla dolaşmayı anılarda
yeri unutulmuş,
hiç umulmayan bir yerde bulunmuş
yanlış ağaçlarda bitmiş yapraklar gibi
yabancılaşmayı
zamanı hissetmemeyi öğrendim senden
küçük hırçınlıklarına yenilirken insanlar
sessizce girdim ve öyle çıktım içinden
ateşler içindeyken
susuzluğumda yangınları içerken
bu derin gürültüsüzlük
senden
Baki Aytan T.
__________________
bir yolcu"
#9
25-02-2008, 14:36
merâl özcan
Moderator
üyelik tarihi: Dec 2007
Nerden: İstanbul
Mesajlar: 2.692
KUŞLARIN ÇİZDİĞİ SINIR
yüz yıldır çıkmadı evinden
paslanmış bir vidaya döndü ülke
paslanmış bir vida döndü yuvasında
yanılgı ve umutsuzluk
aynı haritada buluştu yüz yılın sonunda
en güzel anısıydı çocukluğumuzun
bütün kuşları karga sanmak
masalın bittiği yerde
ilk şaşkınlık, ilk yanılgı
ilk yenilgisi sonradan kazanılan soyluluğun
kuzgun da bir kargadır saksağan da
kuşlar çizer çocukluğumuzun sınırlarını
paslanmış çivilere asılan yıllar:
tedirginlik, haz ve yenilgi karışımı
Baki Aytan T.
__________________
bir yolcu"
#10
27-02-2008, 15:29
merâl özcan
Moderator
üyelik tarihi: Dec 2007
Nerden: İstanbul
Mesajlar: 2.692
Mezarlıkta Islık
ıslık çalmıyorum artık mezarlıktan geçerken
kırık bir tapınak takılıyor adımlarıma
bir zaman aralığı sağıyor düşüncelerimi
benden sonra ıslık, ıslıktan sonra tufan
bir bulutu ötekiyle çarpıştırıyor zaman
geçiyorum hayatla ölümün ışıksız aralığından
düşmüş, acıymış, aşkmış, tekbaşınalıkmış
yıldızlara bulaşmış gölgeli yürüyüş diyorlar
duyuyorlar yaklaşan ayak seslerini zamanın
bakıyorlar: karanlığın örtüsü çoktan sıyrılmış
hayat, gergin bir uykuyu andırıyoz çoğu zaman
düşüşler, arayışlar, tedirginlikler içinde
blr kağıda adımızı yazıyorlar, sonra mermere
herşey kırık birbiriyle ve birbirinden
acı çığlıklarla ayrılıyor şimdi herşey
ıslık çalmıyorum artık mezarlıktan geçerken.
Baki Aytan T.
__________________
bir yolcu"
erken başlar gönlümün bağbozumu
sabah çatlağı yüzümde
sancıya kalkmış bir annenin
gülü andıran tebessümü
hançerler
kaldırımlara tökezleyen kalbimi
-her sitem bir ayaza saklanmaktan kıştır-
belki biraz güvercin artığı mavi
yaşamlaştırır
bir çiçeğin ürkekliğini
toprağın kalbi ışkınlar bahar kokusunu
yüzün yüzüme
kaldırır gökyüzünden kadehini
rüzgar ve karanfil
ağzımızdaki gecenin yıldız tadı
öyle derim hayata:
yanlış aşklardan taburcu olayım.
--------------------------------------------------
HÜSEYİN ALEMDAR ŞİİRLERİ
KANGURU LEHÇESİ
Sevgili uzak şiir Nihat Ziyalan’a
içimin mendili kanamış da seslerden yok haberim
yok haberim içimdeki mendil çatlaklardan
ıslak veda bir şiire başlamış da bitirememişim nicedir
nicedir birer veda köpüğü sinema günlerim
kalbimin üzerinde--kalbim ki gidememeklerden kanguru lehçesi
kendim gibi sepya bir sinema Sydney dert kesemde
inişsiz birer gizli bahçe sensiz içellerim
kendimi eski sinemalara benzetmenin buğusu bende
figüran bir Hüseyin’den çalınmış salaş bir kahve gibiyim
sinemacıları kahveler ve oteller anlardı ya en iyi
o günlerden kalma siyah-beyaz bir dokunuşsun sen de
ellerinde Seyyit Han bir Yılmaz Güney selâmı
bakışlarında Nebahat Çehre kıskancı bir aşk hâli
nicedir ömrü gri cerahat bir adamım ne zaman seni düşünsem
sanki zaaflarından bende biriken ben olmuşsun
bordo ıslık sana atıyorum gençliğimi küçük yangınımla--
babamın filmlerinin kötü adamı seni
görüşmeyeli kimleri öteki dünyaya uğurlamadık ki sensiz
sen ki anasının ölümüne bile yalnız ağlamanın jönü
sensiz sinemalar bitip bitip başlayan ince yara
şimdi bir mektubun gelse de ince ince kanasa/m
Sen, sinemasal şiirim.. kanguru lehçesi uzak kanamam!
Hüseyin ALEMDAR
Bu benim gittiğimdir gece yarısı seseler erken
gün doğar doğmaz dağ ve ova seviştilerken
Nice düğmelesen göğüslerini bir düğmen açık
alaca ısı kat kat soyunursun bende seviştilerken
Gökyüzüne çizdiğim sakin Allah büyütmüş beni
çocukluktan doksan dörde her şeyim seviştilerken
Uzam ve sürez bu iki sözcük bile tenha haydi benimdir
Türkçe adına tüm bulunmama değirmilerim seviştilerken
Ben böyle yaşadım hep yalnız olmadığım yalnızlıkta
gövdemle giyindiğim her anlam seviştilerken
Duyan görür gören işitirdi duydum ve gördüm
uzak kızım uçuk oğlum iki ayrı iklimde seviştilerken
Derim ki: iyi tutunun kendinize sağlık bir hayvandır
ikileyin iki kolum iki ayağım şiirdi seviştilerken
İki sözün biri hâlâ uzun yaşamışsın diyorlar bana
yaşamalar im sevi imge--git oku anla! <I
.....................
Yalnız ağustos ayına özgüdür yıldız yağmuru. Tüm yıldızlarıyla göğü kuşatan bir ağustos düşünün. Öyle bir ağustos ki, hemen her yerinden kanat izleriyle çizilmiş, topluiğne uçlarıyla delinmiştir. Bundardır, yorgun ve yaralı, aç ve âsû, sersem ve sivil, genç ve ağulu, dilsiz ve çıplak bir aydır ağustos; 8 ağustos’ta doğduğu söylenir ya, öyleyse ve eğer ölmemişse Edip Cansever için de kirlidir ağustos. Dağlarca ki, henüz Dağlarca bile değilken 26 ağustos günü Mehmet Fazıl adıyla küçük bir bayrak gibi çizmiş kendini havaya. İlk çizgi, ilk leke orda görünmüş Allah’a: <I style="mso-bidi-font-style: normal">“Dudakların habersizce söylediği şarkılar/Vücudun ağaçlardan önce[/i] <I style="mso-bidi-font-style: normal">duyduğu bahar//Çiziyorum havaya dünyamı bir çiçekle/Ve hayran bakıyorum bu rüya gibi[/i] <I style="mso-bidi-font-style: normal">şekle!”[/i] Yıl 1935, yaş yirmi bir. Şiir için ne güzel yaş. Soyadı yasasıyla
Dağlarca adı sonuna kadar sa
Askerlik dağda gezen şiirdir” der ve giderek “ses bayrağı”na dönüştürdüğü arı Türkçesiyle Anadolu’yu neredeyse şehir şehir dolaşır. Hiçbir şairle akraba olmasa da “Şiir duygularla değil sözcüklerle yazılır” sözü hatırına Mallarmé ile kısa süreliğine bir arkadaşlık yaşar. Türkçe’nin büyüklüğünü sözcüklerin gücünden anlar. Öyle ki, hiç fiil kullanmadan bile şiirler yazar. İlerki yıllarda, üç sözkükle üçlük, dört sözcükle dörtlük bile yazmışlığı var: <I style="mso-bidi-font-style: normal">“Gece/yıldız/yaşındayım”; “Çiçek/Damı/Boyuyor/Görmeden”[/i]... Baba tarafından Trakya,
ana tarafından Anadolu olmak, her gittiği yerden pul pul sözcük toplayan biri için Erzurum, Sivas, Konya, Kayseri, Adana, Mersin, Tarsus, Kars, Iğdır, Artvin şiir için birer sebep olsa gerek.
<B style="mso-bidi-font-weight: normal"><I style="mso-bidi-font-style: normal">ç] ASKERLİK DELİKAN, ŞİİR ÇOCUKKAN [/i][/b]
Kim der ki kan konuşmaz! İnsan ilkin yirmili yaşlarda duyar damarlarında konuşan ılık sesi. Dağlarca ki, sıradağlar gibi yükselmeye başlamıştır: Askerdir, kendine korkudur, çocukları korkunçtur, tenhadır, siyah ve karanlıktır, kendine nasihattır, kalbe ve ölüme dairdir, fazlaca haydidir, Atatürkçü ve yurtçudur, yaşam ve sevidir, kendine lûtuftur, sevap ve günahtır, dahası Dağlarca olmak üzeredir; dağ olmak gibi büyük Dağlarca... İki dize kesikliğinde ya askerliği tercih edecektir, ya şiiri. Tüm defterleri <I style="mso-bidi-font-style: normal">“Çocuk ve Allah”[/i] sözleriyle doludur üstelik. <I style="mso-bidi-font-style: normal">“Anamı bulurum, ağlarım kokusuna anamın/Bütün kadınların göğsünde”[/i] der, yarı ağlamaklı. Tercihini yapmıştır, askerliğe saygısından ötürü mesleğine daha fazla zarar vermemek üzere önyüzbaşı rutbesiyle veda eder askerliğe. Artık çocukkan şiirdir büsbütün.
<B style="mso-bidi-font-weight: normal"><I style="mso-bidi-font-style: normal">d] ÜFLEME BANA ANNECİĞİM “AĞIR HASTA”YIM![/i][/b]
İlk kitabı <I style="mso-bidi-font-style: normal">Havaya Çizilen Dünya’[/i]yı dışta tutarsak, <I style="mso-bidi-font-style: normal">Çocuk ve Allah’[/i]tan <I style="mso-bidi-font-style: normal">Seviştilerken’[/i]e, <I style="mso-bidi-font-style: normal">Aç Yazı’[/i]dan <I style="mso-bidi-font-style: normal">Orda Karanlık Olurum’[/i]a, <I style="mso-bidi-font-style: normal">Âsû’[/i]dan <I style="mso-bidi-font-style: normal">Uzaklarla Giyinmek’[/i]e, <I style="mso-bidi-font-style: normal">Çakır’ın[/i] <I style="mso-bidi-font-style: normal">Destanı’[/i]ndan son kitabı <I style="mso-bidi-font-style: normal">‘İçeri Sait Faik’[/i]e sözcüklere verdiği önem ve dil bilinciyle bir ömür şunu yapmak istedi aslında: Her yapıtını bir yapı, bir dize, bir şiir olarak gördü. Bundan olacak, şiiri yazmaktan çok yaptı. Tek “nehir söyleşi” denebilecek “Dağlarca’nın(Dedikleri Demedikleri” (<I style=*mso-bidi-font-style: normal">Papirüs[/i], eylül 1972) başlıklı konuşmada söyledikleri yapı ve sözcük seçimine verdiği önemi çok güzel açıklar: <I style="mso-bidi-font-style: normal">“Bugün sokakta yere düşmüş iki üç sözcük görsem yan yana, bunun romandan mı, öyküden mi, şiirden mi, denemeden mi, anı kitabından mı düştüğünü anlarım; eğer şiirden düşmüşse, bir epik şiirden mi, bir aşk şiirinden mi, bir doğa şiirinden mi düşmüştür onu da anlarım.”<B style="mso-bidi-font-weight: normal"> [/b][/i]Bu yüzden olacak, fiiller değil de sorular yorgunudur: <I style="mso-bidi-font-style: normal">“Yürekler[/i] <I style="mso-bidi-font-style: normal">küçük sayaçlarımız/Doğanın bize taktığı/Ulaşacakları yerlerce bilinmezdirler”[/i] dizeleri kendi bilincine yanıt gibidir.
<B style="mso-bidi-font-weight: normal"><I style="mso-bidi-font-style: normal">e] SEN ÂSÛ! ASYA’DAKİ BEN[/i][/b]
O, Dağlarca’dır. “Yeryüzünün bütün devrimleri Âsû’dur!” demiş ya bir kere. Öyle bir Âsû’dur ki, elleri gökyüzü ise ayakları yeryüzüdür. Kendine Âsû olduğu için de, artık iç içe değirmilerle göçebe Asya’dır, yorgun uygarlıktır, sarmal varlıktır, ötez aydınlıktır, uçul umuttur, yoğul karanlıktır, sevidir, sevgidir, sevinçtir. <I style="mso-bidi-font-style: normal">Batı Acısı[/i]’na dek de yaralı Doğu’dur. Gelin, çocukluk değirmisi, açlık değirmisi, ölüm değirmisi, yazgı değirmisi, yalnızlık ve ‘ben’ değirmisi soyutlamalarından biriyle 1955’e, <I style="mso-bidi-font-style: normal">Âsû[/i]’ya gidelim: <I style="mso-bidi-font-style: normal">“Suçu büyüktü Âsû’nun[/i] <I style="mso-bidi-font-style: normal">göklerecek/Taş atmıştı güneşe doğru/Bilinmeyen türküsünde/Bilinmeyen çağından//Açtı uykusuzdu sayrıydı/Dolmuştu şeytanların soluğu derisine/Kötü bir ışık/Ve mavilikte duruşu[/i] <I style="mso-bidi-font-style: normal">çarpık ağaçların”[/i]. Âh, demek ki o günden sövmüş Tanrısına; şiirindeki bu kirli mavilik ordan!
<B style="mso-bidi-font-weight: normal"><I style="mso-bidi-font-style: normal">f] “DAHA” SONSUZ, “DAHA” SEVSEN! [/i][/b]
Issız ve tenha bir yer bul bana, beni sonsuz soyutlaştır! der gibidir derinine. <I style="mso-bidi-font-style: normal">Daha[/i]’lardan <I style="mso-bidi-font-style: normal">Hoo’lar[/i]a, <I style="mso-bidi-font-style: normal">Hoo’lar[/i]’dan <I style="mso-bidi-font-style: normal">Haydi[/i]’lere ölümsüzlük gerçeği ışığında “kişisel-evrensel” yaklaşım birlikteliğinde bile yeni ve sonsuzdur Dağlarca. Ele geçmeyecek kadar kaygan, gözle görülmeyecek denli de saydamdır çoğun. Sözleri soyunuk, imgelem gücü ötelerde aranmak gibidir. Şimdileyin uzak gibi olsa da size; küçük bir “haydi!” deseniz, hemencek “daha”sında uyanacak gibidir: <I style="mso-bidi-font-style: normal">“Dokundu tetiğe/Siz dal üstündeydiniz uyuyordunuz belki/Siz vurulmadınız belki de/Bir kötülüğü sustunuz orda”[/i]. Hem soyut hem sonsuzluk; en küçük şiirlerde bile soyutun çığlığı sonsuzluğun üç boyutlu bakışıdır Dağlarca.
<B style="mso-bidi-font-weight: normal"><I style="mso-bidi-font-style: normal">[/i][/b]
<B style="mso-bidi-font-weight: normal"><I style="mso-bidi-font-style: normal">g] YAŞAMAM, “TÜRKÇE KATINDA YAŞAMAK”[/i][/b]
Akımlar, kuşaklar, hareketler, bildiriler çağında hiçbir akıma, kuşağa ve harekete yüz vermez Dağlarca; 1959’da on dergide birden şiir diliyle yayımlir bildirisini: <I style="mso-bidi-font-style: normal">“Türkçe Katında Yaşamak”[/i]. 134 kitaplı bir şâir de değildir üstelik, çok genç sayılabilecek bir yaşta 13 kitaplı şâirdir. O gün bugündür Türkçe’nin “ses bayrağı” oluşu ordan. <I style="mso-bidi-font-style: normal">“Seslenir seni bana yakın uzak/Yeryüzü mavisinden gökyüzü yeşiline/Tutsak uluslar var ya geceler boyu/Onlar için/Yitik özgürlükler için/Türkçe, haykırmak//Seslenir seni bana “ova”m, “dağ”ım/Nere gitsem bulur beni arınmış/Bir çağ ki akar ötelere/Bir ak ki yüce atalar, bir al ki ulu oğullar/Türkçem, benim ses bayrağım”[/i]
<I style="mso-bidi-font-style: normal">[/i]
<B style="mso-bidi-font-weight: normal"><I style="mso-bidi-font-style: normal">ğ] TALİH AÇIKLIğI[/i][/b]
Varolmak gerçeği ki, DaĞlarca talihi çepeçevre kuşatır hayatı kendiliĞinden!
<B style="mso-bidi-font-weight: normal"><I style="mso-bidi-font-style: normal">h] YURDUMSUN, DESTANIMSIN SEN--[/i][/b]
“Yeryüzünün neresi ağrısa benim de bir yerim ağrır” der ve bir birey olmanın bilinciyle toplumsalın daha bir derinine yazdırır kendini Dağlarca. Daha çok olmaktır bu aslında; elbette ki Edirne’den Kars’a, Çanakkale’den Hakkâri’ye yurdunun acılarıyla eş tutacaktır ağrılarını. 1945’te <I style="mso-bidi-font-style: normal">Çakır’ın Destanı[/i]’yla başlayan bu epik söylem, üç yıl sonra yayımlanan <I style="mso-bidi-font-style: normal">Üç Şehitler[/i] <I style="mso-bidi-font-style: normal">Destanı[/i]’yla gramer ve sentaksın da yerli yerindeliğiyle Dağlarca şiirine <I style="mso-bidi-font-style: normal">Çocuk ve Allah[/i] ile <I style="mso-bidi-font-style: normal">Âsû[/i]’dan sonra üçüncü bir doruk kazandıracaktır. <I style="mso-bidi-font-style: normal">“Anladım, her efsanede aynı[/i] <I style="mso-bidi-font-style: normal">âdet/Şehitlerden gazilere akseder bir saadet/Böyledir savaşta üzüntüler/Dağ düşününce asker[/i] <I style="mso-bidi-font-style: normal">güler”[/i] der, dik ve kararlı geceye karşı gülerken bile. Devamında daha nice ağıtlar, destanlar, ululamalar, koçaklamalar söyleyecektir.
<B style="mso-bidi-font-weight: normal"><I style="mso-bidi-font-style: normal">ı] TAŞA MERHABA, TAŞ DEVRİ MERHABA![/i][/b]
Dağlarca şiiri bir yerde “sözcüklerle görme”nin de şiiridir. Bazen üç, dört ve beş sözcük bir şiire; bazen yirmi, otuz ve kırk sözcük de ayrı ayrı kitaplara dönüşebilir. Bu dönüşümün en güzel örneklerinden biri hiç kuşkusuz <I style="mso-bidi-font-style: normal">Taş Devri[/i]’dir. İlk basımı 1945’te yapılan bu yapıtın ikinci basımı altmış bir yıllık gecikmeyle 2006’da yapılabilmiştir (<I style="mso-bidi-font-style: normal">Norgunk yayıncılık, ekim[/i] <I style="mso-bidi-font-style: normal">2006[/i]). Bu uzun beklemişlik şairden midir, şiirden midir, talihten midir bilinmez. Bilinen şey, eskimeyen sözcükler ve yarınsı imgelem gücüyle <I style="mso-bidi-font-style: normal">Taş Devri[/i]’nin bugünü de söylediğidir: <I style="mso-bidi-font-style: normal">“İnsanlar da olsun ama, karanlık da olsun/Rahat, kolay, büyük yaşadığımız/Akıl ermez aşikârlığında sonsuzluğun/İnsanlar ve karanlıklar değil/Olsun//Gündüzü söylemek değil,[/i] <I style="mso-bidi-font-style: normal">geceyi demek/Kör hayvanların başucunda/Kör fakat tek/İnsan ve karanlıktan[/i] <I style="mso-bidi-font-style: normal">bahsetmeden/Demek”.[/i] Demek ki, tek başına anlatır; insanı, karanlığı, körlüğü, taşı, hayvaniliği, toprağı, aydınlığı, bir ağızdanlığı, tekliği...
<B style="mso-bidi-font-weight: normal"><I style="mso-bidi-font-style: normal.quot;>i] BİR YANIM “TOPRAK ANA”, BİR YANIM “AÇ YAZI” [/i][/b]
Yurdunu ve ulusunu aydınlık günlere taşıma isteği, belli ki toplumsal duyarlıktaki ilk sözlerini 1936’da Erzurum ve Iğdır’da düşürmüştür asker üniformalı genç Dağlarca’nın içine; zamanla katmerleşen bu sözler 1949’da Kızılırmak ve “madımak” tadında Sivas’ta dillenerek <I style="mso-bidi-font-style: normal">Toprak Ana[/i] adıyla Dağlarca hızı çabucak kitaba<I style="mso-bidi-font-style: normal"> [/i]dönüşmüştür (1950). Söylem de coşku da alabildiğine çoğuldur: <I style="mso-bidi-font-style: normal">“Kardaş, görmüyorum ama hâlâ duyabiliyorum/Geçmiş zamanlar geleceklerden parlak değil/Vakte şahadet edercesine yükselmiş/Akşam parıltısından, bütün zaferler üzerine/Dağlar dalgalanmakta, bayrak değil”[/i]. Ağır bir aydınlığının örtüsünü kaldırır gibidir sesiyle. Bir yanı <I style="mso-bidi-font-style: normal">Toprak Ana[/i] olmuştur artık, Anadolu’nun yeryüzü çoğalmasıyla da <I style="mso-bidi-font-style: normal">Sivaslı Karınca[/i]’ya dönüşmüştür. Öte yanı ise <I style="mso-bidi-font-style: normal">Aç Yazı[/i] şiirin imgelem ovalarını genişletecek uzun uzadıya: <I style="mso-bidi-font-style: normal">“Ya kimse ağlamayacak, sönmüş yıldızlara doğru/Okulda ve çarşıda/Kader, bir saat gibi kurulmuş, bilek bilek/Tembel çocukların çalışkan düşleri parlar/Gülümser bağışlayan[/i] <I style="mso-bidi-font-style: normal">bakış/Dünya sevgisiyle karşıda.”[/i] --Dağlarca, iki koldan geç ama derin ve diri uyanışın adıdır Anadolu’da!
<B style="mso-bidi-font-weight: normal"><I style="mso-bidi-font-style: normal">j] GİTSEN BATISIN GİTMESEN DOĞU...[/i][/b]
Dağlarca şiiri; umut, özlem, özgürlük, sevi, tutku, yalnızlık, coşku, sevgi, bağlılık gibi duygu ve kavramların şiiri olduğu kadar acı ve tarifsizliğin de şiiridir. Öyle bir acı ve tarifsizliktir ki, Batı sömürücülüğü ve yozluğunda yaşananı çok geçmez Doğu hayranlığıyla ters yüz eder, kalbin doğusu bir sesle de “anadan ekmeğecek” Anadolu’nun her köşesine içindeki çoğul söylemle dize dize anılar. Evrensel duruşla, Akdeniz duyarlığı gönderindeki <I style="mso-bidi-font-style: normal">Batı Acısı[/i] bir “ses bayrağı” dalgalanışıdır bu da: <I style="mso-bidi-font-style: normal">“Der ki/Akdeniz gecelerine/Parıltıların:/Unutmayacaksın hiç/Toprağı//Unutmayacaksın hiç nerde olursan ol/Denizde uykuda ve büyük sevgilerde/Her[/i] <I style="mso-bidi-font-style: normal">şeyi bıraksan bile/Anadan ekmeğecek/Anılayacaksın/Ölmüşü sağı.”[/i] İşte, Batı’dan Doğu’ya bir acının ve yaşanmışlığın şiiri ki; Türkçe katında, pardon Dağlarca katında ancak böyle anlatılabilir. <B style="mso-bidi-font-weight: normal"><I style="mso-bidi-font-style: normal">[/i][/b]
<B style="mso-bidi-font-weight: normal"><I style="mso-bidi-font-style: normal">[/i][/b]
<B style="mso-bidi-font-weight: normal"><I style="mso-bidi-font-style: normal">k] SEVMEK, SEVİLMEK GİBİ AYRI--[/i][/b]
Sol el sevmek, sağ el sevilmekse Mevlânâ’da olmaklarla iki ayrı âyin ışığı renginde dönen bir gövde belki de Dağlarca diyalektiğine tutunan bir inancın paradoksal karşılığıdır. Öyle ya, gövdenin her söylediği net duyulmaz çoğun... Sevmek ve sevilmek için dönen her gövde için denir ki: <I style="mso-bidi-font-style: normal">“Bir ışık üstünde gelir/Yazıları göklerin!”[/i]
<B style="mso-bidi-font-weight: normal"><I style="mso-bidi-font-style: normal">l] HOO’LAR Kİ HEPSİ BİRER HOHLAMA![/i][/b]
Dağlarca şiiri bu: Kişiselliğin arka tuzaklarına düştüğü, imgeselliğin ıssız soyunukluğunda kaybolduğu sanıldığı küçük anlarda bile “öteleri gelmek” gibisinden bir ses ki; sis, çiğ, buğu ne var bir hohlama hepsini yaşamlar: <I style="mso-bidi-font-style: normal">“Geceleyin çırılçıplak düşmüşüm ben ardına/Yüz ölüm[/i] <I style="mso-bidi-font-style: normal">var, biri kaçmış.”[/i] Kişisel-evrensel bir çizgide ölümsüzlük gerçeğini yakalamak bu olsa gerek.
<B style="mso-bidi-font-weight: normal"><I style="mso-bidi-font-style: normal">m] AYLAM YA DA İÇ İÇE DEĞİRMİLER[/i][/b]
Aylam dediği ki; kuş, ırmak, gece, ölüm gibisinden sonsuz bakmalar çağı çoğun; iç içe değirmiler ise, ıpıslak ve epeski halka halka yeryüzünün yavaşlaması üçün, dördün. Bir yanıyla “bilgece bilmezlik”te daha eksilmekse Dağlarca şiiri, öbür yanıyla en çıplağından “dörtgen değirmi” daha daha çoğalmak... <I style="mso-bidi-font-style: normal">“Bir ulussuzluk çağlardan ağrı,/Ölü yok burda/Nerelerden[/i] <I style="mso-bidi-font-style: normal">geldiniz?”[/i] sorusu gibi “bilgece” bir Dağlarca tıpkı.
<B style="mso-bidi-font-weight: normal"><I style="mso-bidi-font-style: normal">n] DAHA HAYDİ![/i][/b]
Dağlarca’da 1968’de akarını bulmuş, aktıkça gözeler oluşturarak, şiirinin her kanalında birikmeyi başarmış; kendince “haydi!” dediği sevincin kalpteki göz şekilleri, çoğu “dörtlük” tadında şiirler. Kimilerinin bazı bazı Japon haikuları dediği oldu bunlara; o, suluboya renkler gibi zengin çağrışımlarla inatla sürdürdü haydi’lerini aslında, ölünceye dek. Bundan sonraki yeni yaşamalarını, belli ki buralardan da sürdürecek. Değil mi ki, Tanrı’ya kafa <I style="mso-bidi-font-style: normal">“O/İşinin ozanı/Ben Tanrısıyım/İşimin”[/i] demiş bir kere.
<B style="mso-bidi-font-weight: normal"><I style="mso-bidi-font-style: normal">o] 1971’DEN BERİ “KUŞ AYAK”[/i][/b]
Aslolan çocuk duyarlığı... Öyle bir duyarlık ki bu, çocukta da var büyükte de sahi! Bunca yıl Dağlarca’yı büyüklerden koparan, “büyük ozan” yapan bu duygunun taşa taşa çocuk denizlerine dönüşmesinin altındaki kum ve çakıllar üzerine dökülmüş masalsı gerçek bu olsa gerek. <I style="mso-bidi-font-style: normal">“Beni ne kadar çok çocuk okursa o kadar çok yaşarım”[/i] dileği, Dağlarca’yı şiirler katında, bugün ve yarınlarca “göz masalı” duruluğunda yeryüzü çocuklarınca da daha uzun yıllar okuna okuna, en yalın haliyle yaşatacağa benzer. Öyle ki, şu anda bile birbirini arayan iki çocukta bile dağla kuş gibidir: <I style="mso-bidi-font-style: normal">“Birbirini arar iki çocuk/Uyanırım işte/Korkarım[/i] <I style="mso-bidi-font-style: normal">ben//Birbirini arar iki çocuk/Biri gecedir onların, biri gündüz/Sevinirim ben.”[/i] Sevinci ki, damla damla acımak hâlâ...
<B style="mso-bidi-font-weight: normal"><I style="mso-bidi-font-style: normal">[/i][/b]
<B style="mso-bidi-font-weight: normal"><I style="mso-bidi-font-style: normal">ö] YILLAR VAR Kİ AÇ OVAYIZ, TÜMDEN AÇ AĞIDIMIZ[/i][/b]
Ana, kız, gelin, çocuk; çokköy, açova, yokçocuk, korağıt benimdir yurdumun yası, acısı... Anadolu yaşanmışlığı ki, <I style="mso-bidi-font-style: normal">Kınalı Kuzu Ağıdı [/i]gibi ahan şurasında Dağlarca’nın: <I style="mso-bidi-font-style: normal">“Ahan bütün kuşlar[/i] <I style="mso-bidi-font-style: normal">devrilmiş karanlıktan,/Ahan duyarsa dağ duyar geceyi./Ne birbirine ulaştırmışlar, doğudakini batıdakine,/Ne dilinden anlamışlar yellerin sellerin./Ne duyar olmuşlar uzak günün çağrısını,/Öylesine küçülmüşler, ufalmışlar, azalmışlar ki mavicek,/Ahan bütün kuşlar[/i] <I style="mso-bidi-font-style: normal">devrilmiş karanlıktan/Ahan duyarsa dağ duyar geceyi.”[/i] Şiir ki, çoğun dağ ve gece...
<B style="mso-bidi-font-weight: normal"><I style="mso-bidi-font-style: normal">[/i][/b]
<B style="mso-bidi-font-weight: normal"><I style="mso-bidi-font-style: normal">p] BİR ESKİ UZUN İKİNDİ ŞİMDİ![/i][/b]
Orada orada orada--ta orada! Sessizlik dev... Ki şimdi senden başka hepsi ölmüş!
<B style="mso-bidi-font-weight: normal"><I style="mso-bidi-font-style: normal">[/i][/b]
<B style="mso-bidi-font-weight: normal"><I style="mso-bidi-font-style: normal">r] GİYİN SEN DE UZAKLARLA...[/i][/b]
1990’lardan bir başyapıt... <I style="mso-bidi-font-style: normal">Çocuk ve Allah[/i]’tan <I style="mso-bidi-font-style: normal">Horoz[/i]’a, <I style="mso-bidi-font-style: normal">Toprak Ana[/i]’dan <I style="mso-bidi-font-style: normal">Tapınağa Asılmış[/i] <I style="mso-bidi-font-style: normal">Gövdeler[/i]’e birçok ana ya da baba yapıtı kıskandıracak nitelikte bir üstyapıt. Bir adıyla<I style="mso-bidi-font-style: normal">“Uzaklarla Giyinmek”[/i], bir başka adıyla<I style="mso-bidi-font-style: normal"> “Sığmazlık Gerçeği”[/i]... Özdeksizlik, doğanın kendine sığmazlığı, uzamın kendi imgelem gücü, ışıktan doğma dışarılık, ötekinde olma gerçeği, hayvani gökyüzü soluklanması gibi evrendeki olaylara başka bir açıdan bakmakça yeni bir Dağlarca söylemi vücut bulur bu yapıtta. Biçimlerle soyuna soyuna, çok geçmez artıgüç <I style="mso-bidi-font-style: normal">“İmin Yürüyüşü”[/i]ne dönüşür: <I style="mso-bidi-font-style: normal">“İmgelemindeki su/Söndürür yangını/İmgeleminden doğan güneş/Geceyarısı bile yeryüzünü aydınlatır/Kamaşır gözlerimiz//İnsandır o[/i] <I style="mso-bidi-font-style: normal">çünkü/Çıkmıştır/Görüntüsünden dışarı”.[/i] Çık görüntünden dışarı, giyin sen de uzaklarla!
<B style="mso-bidi-font-weight: normal"><I style="mso-bidi-font-style: normal">[/i][/b]
<B style="mso-bidi-font-weight: normal"><I style="mso-bidi-font-style: normal">s] “DİLDEKİ BİLGİSAYAR”DAKİ BU YÜZ SENİN YÜZÜN--[/i][/b]
Harflerin, sözcüklerin, tümcelerin, tümce âlem yazıların bir yüzü vardır sende, bende ve boşlukta. Geçmişin, geleceğin yüzü bunların hepsi. Değil mi ki, harf, sözcük, tümce yazıdan gidilen ne güzellik var hepsini biz yaratmışız. Ne ki, adı varlığını yazdırmaktadır; doğa bilgisayarına ilk günden beri!
<B style="mso-bidi-font-weight: normal"><I style="mso-bidi-font-style: normal">[/i][/b]
<B style="mso-bidi-font-weight: normal"><I style="mso-bidi-font-style: normal">ş] ŞİMDİ “SEVİŞTİLERKEN”[/i][/b]
Giderken bütün yansımalarını götürse ya, götürmez! <I style="mso-bidi-font-style: normal">“İlkin avuç içine sığar ayrılık/Yerler[/i] <I style="mso-bidi-font-style: normal">gökler dolusudur sonra”[/i]. Her şeyi Dağlarca’ya sorma! Üç uzun sürez yaşadım seni: Seviş—ti—lerken!
<B style="mso-bidi-font-weight: normal"><I style="mso-bidi-font-style: normal">[/i][/b]
<B style="mso-bidi-font-weight: normal"><I style="mso-bidi-font-style: normal">t] DİLEK--[/i][/b]
Şiir yazmışlığın, şiir bakmışlığın, şiir okumuşluğun varsa eğer dön geri bak; ara ara. Gündoğumu ile günbatımı arasında bir Dağlarca: <I style="mso-bidi-font-style: normal">“Ağaçlar dizilmişlerdir ya yol kıyılarına[/i] <I style="mso-bidi-font-style: normal">hep/İkişer ikişer, tek tek/Aralıklarında dur biraz/Beni de say.”[/i] Aynı şey değildir, aralarla aralıklar.
<B style="mso-bidi-font-weigh|: normal"><I style="mso-bidi-font-style: normal">[/i][/b]
<B style="mso-bidi-font-weight: normal"><I style="mso-bidi-font-style: normal">u] ORDA KARANLIK OLMAK...[/i][/b]
Eskiye göndermelerle hep yeni kalmak Dağlarca’ya özgü bir başka ustalık biçimidir. “[en misin eski sen misin daha eski sen misin en eski” derken bile yeni, daha yeni, en yenidir aslında karanlıkta bile. Çünkü; <I style="mso-bidi-font-style: normal">“Tanrı/Kurşunkalemle yazmıştır kişiyi/İnanç/Onu silinmez kılar”[/i]. Karanlıkta bile parlaması bundan!
<B style="mso-bidi-font-wmight: normal"><I style="mso-bidi-font-style: normal">[/i][/b]
<B style="mso-bidi-font-weight: normal"><I style="mso-bidi-font-style: normal">ü] BOŞ BİR KÂĞIT OL BAZEN[/i][/b]
Gündüzlerden de gecelerden de kaç bazen ömrünü anlamak için. Her ikisinden de kaçmak olası değil aynı anda nasılsa. <I style="mso-bidi-font-style: normal">“Boş bir kâğıt ol/Yalnız dizeler yazılsın sana”... [/i]Dağlarca bir yalnızlığa benze bir parça.
<B style="mso-bidi-font-weight: normal">[/b]
<B style="mso-bidi-font-weight: normal"><I style="mso-bidi-font-style: normal">v] GENÇ, GEPGENÇ![/i][/b]
Bir ömür şiir yazdı, gömleği bile ıpıslak, evdeki çarşı; gepgenç kâğıtlarda, defterlerde, kitaplarda. Yakası kalkık biri gibi--âh, düşleri dahil kendi içine dökülmüş...
<B style="mso-bidi-font-weight: normal"><I style="mso-bidi-font-style: normal">[/i][/b]
<B style="mso-bidi-font-weight: normal"><I style="mso-bidi-font-style: normal">y] BİR DAMLA BANA BAKSAN--[/i][/b]
Şiirin ve yazmanın tadıyla bakınca, her şair bir alınyazısı aslında. Çünkü; dönemedikleri için yolları çok yazdılar, kavuşamadıkları için ayrılıkları çok yazdılar, iki kat kırmızılıkta öldükleri için aşkı çok yazdılar, bir sende çok ben gördükleri için senleri çok yazdılar. Bundar ki, her biri <I style="mso-bidi-font-style: normal">uzaktanağrı[/i]! Göz okulu, ses okulu <I style="mso-bidi-font-style: normal">“Göl”[/i] gibi ötelerde: “Bir damla bana baksan/Genç olurum//Bir damla gece olsan/Hemen uyanırım//Bir damla beni sevsen/Ölürüm”
<B style="mso-bidi-font-weight: normal"><I style="mso-bidi-font-style: normal">[/i][/b]
<B style="mso-bidi-font-weight: normal"><I style="mso-bidi-font-style: normal">z] İÇERİ DAĞLARCA[/i][/b]
Sevilmeyi bile sevmezdi Dağlarca--
Ona dokunamayan çocuklar, ona konamayan kuşlardı sevilmek!
<B style="mso-bidi-font-weight: normal"><I style="mso-bidi-font-style: normal">[/i][/b]
<B style="mso-bidi-font-weight: normal"><I style="mso-bidi-font-style: normal">[şiiri] AZ--[/i][/b]
<B style="mso-bidi-font-weight: normal">[/b]
Öldüm mü
Beni az örtünüz
Kuşları uçabilsin
Gövdemin
Gelirseniz
Az durunuz gömütümde
Ki siz gider gitmez başlasın
Saklayabildiğim yaşamalar
N’olur
Küçümsemeyiniz ölüleri
Yok sayılmaz ki
Az olmak
pastoral travma
eski sıkıntım Soysal Ekinci’ye
doğanın verdiği ödevler sanıldığı kadar kolay değil--
otuzlu yaşlarda öğrendim aslında sıkıntıyı ve bu ormanı
daha o yıllarda caz ve Neşetî türküler dolaşırdı kanımda
karşıaşk ve dargınlıklar jönüydüm o zamanlar
dalgın rüzgâr ve sonsuz fırtınalar yamacında
husyelerimi burarak köylerinden başladığım bir şehr-i travmaydı Gebze
ey sürüsünü otlatan çoban! ne sen ne sürün benim kadar çobanıl değil
doğanın verdiği ödevler sanıldığı kadar kolay değil!
otların söylediği ezgiler hiç kimsenin güftesi değil--
siyah kırmızı uçurum imgeleriyle eğittim gençliğimi
bu yüzden hiç geriye bakmadım hiç kimseyi görmedim intiharımda
senin Türkçenle örgütsüz kendinin 12 eylülü bir adamdım
her ölüm arkadaşımdı her ölü yoldaşım o zamanlar
Nietzsche bıçağı bir Hüseyin’dim dağbaşında kendime kanla susardım
ey kızını Eylem diye çağıran pis polis! ne sen ne kızın elem bile değil
otların söylediği ezgiler hiç kimsenin güftesi değil!
geceleri yerin göğe anlattığını anlamak herkesin harcı değil--
sen yoktun dönüp bakardım ben e-tipi gözlerle şavka ve aşka
şu pırıl pırıl bakışlarım var ya işte o günlerden kalma, bak ve anla!
uzak bir yaz günü zenginliği ki bakışlarımdaki bakırdır hâlâ
o gün bugündür susmam da kalbime konuşmam da tanrı lütfu
âh, sende seni kendimde evreni izlerim kimselere görünmeden
ey geceleri yıldız toplayan serseri! elinde seken her yıldız yıldız değil
geceleri yerin göğe anlattığını anlamak herkesin harcı değil!
bu benim pastoral travmatik hâlim, karakışa kmder ahvalim
kaderini onarmakla meşgul bir adamın uzun yara kış hâli
yarısı şehir yıkığı yarısı köy yırtığı bir adam ne zaman kendimi ölsem
her Gebze’ye gidişimde göğsü ova kalbi yılan ömrüme bakar
bir insan bir insanı cem-i cümle ancak ölünce anlar
:neresinden bakarsan bak Soysal, her intihar bir şair kundağıdır!--
Gebze, aralık 2007
hüseyin alemdar
--------------------------------------------------------------------------------
DÎWAR*
Katkım olan her filmde benden bir parça mutlaka vardır**
1
Siverek’ten Strasbourg’a bir elin insan bir elin kavgaydı senin
çok döküldün çok öldün de neyse ki hep ayakta kaldın
insan elin Salpa kavga elin daîmî bir Sanık’tı aslında
yıllar var Umut derim Hücrem derim Boynu Bükük Öldüler derim
seni bana kim sorsa--sahi, aşk gibi devrim de gözle yazılabilir kimi!
Pozantı’dan Paris’e bir gözün çocuk bir gözün çıngıraktı senin
çok gittin çok yenildin de kendini dağlara bağırmak kadar az sandın
Kürtçe söylenmiş öyle bir söz duydum ki senden sonra
bu söz yedi kilit yedi anahtar sanki senin ağzının iklimi:
Ser çiyan ji me ra cennete emrê min canê te!***
2
Doğu ve zaman her ikisi de dîwar ve yara oralarda hâlâ
iklimlerin alışkanlığından biliyorum--her güne bayram deme!
kendinin mahkûmu bir sessizliktir Fırat en çok da kendine akar
sorma söylemez: Dicle, iki kalp üç kelâm onun gece öldüğüdür!
Ha onbir ha altı ne farkeder, bazen tek bir mahkûm bile her şeyi anlatır
tıpkı sen gibi--sahi, dağ imgesi annene yaslanıp en son ne zaman ağladın!
yerin göğe ağlamış hâli diyorlar Yol’a buralarda.
3
Âh, bir ömrü üçe bölmenin zamanı şimdi: Canân, can, ân!
Ömür ki aşkta eksilme, uzakları uzaklara ilikleme sanatı--
yüzümü hep dolaşık aynalarda yıkadım demek, bilemedim kendimi--
negatiflerim depolarda çürüdü mürekkebim kalemimde kurudu
ben de bilmiyorum ki Hüseyin--suç ne, hâlâ ne suç işlediğimi!
4
Susarken imge konuşurken metafordur ya insan
âh, senin imgelerin metaforların ki herkesten üç fazla
insan insanı kapalı mekânlarda anlarmış anbean
senin ömrün acı aşk ve sinema dâhil hep kapalı mekân
seni çok kendimi çok sevdim dersem inanma--üç şey
kadın aşk ve sinema kalbin yılanı doğuştan yalan!
De ki ben Bir Çirkin Adam, ben Umut gibi bir Canlı Hedef
Père Lachaise dâüssıla uzaklara gömülme mezarlığıdır
Acı’dan Umutsuzlar’dan Ağıt’tan Baba’dan Arkadaş’tan hiç anlamaz!
5
Haklısın, tek kişi olmanın imkânı dağlardır ama
kadın aşk ve sinemasız tek kişi olmak da şehirlere yaban--
Unutma, Türkçe ya da Kürtçe aşkı ve sinemaları Allah seslendirir
âh, bakayanlış ve yapayalnız kaldığında
sakın ha silâhını şakağına dayayıp da bir başına ağlama!
6
Sevap ya da günah herkeste hakkı/n/m var--bak, hepsi sıra sıra:
Kalbin sıra: İçindeki sinemalara gitsem, her filmin göçebe şiir bana!
Gözün sıra: Aşkı ya gözle yakala ya silâhla mı dedin--âh, ikisi de bir yerde silâh!
Ağzın sıra: Söz dediğin bal da olabilir zehir de, diline git ve vur onunla!
Elin sıra: Halka halka olur da meydanlara çıkardık ya, elleri ve sosyalizmi anla!
Aklın sıra: İhtiyaçları vardır, ver onu para babalarına ve ahmaklara!
—Oğluma ve kızına modern masallar anlat da şairim
Soba, Pencere Camı ve İki Ekmek İstiyoruz! ritüelini kimseye anlatma!
7
Bir eylül akşamıydı toprak yorgun gök rezil sinemalar eklem yeri
yağmurlar gözyaşı bulutlar mendil menziller ters dönmüş Mem û Zîn’di
gözyaşı oldum mendil oldum menzil oldum da vurdum kendimi--
ikizim kendimdi Kejê sevgilim, sol göğsüm toprağın gelini
vurduklarım At Avrat Silâh ne aşka ne kendime yetti
dağ talanı bir Seyyit Han gittim bir daha bir daha vurdum kendimi--
Bicrînê ya binvînê!****
*) Bir yanım kirli soğuk beş öykü gibi Sartre, bir yanım mavi dev yumruk bir şiir
Attilâ İlhan. Hayat bir sana bir bana bakardı o vakit; âh, şimdi tüm bakmalar Duvar!
**) Yılmaz Güney (Urfa, 1 Nisan 1937 – Paris, 9 Eylül 1984). Âh, Père Lachaise
bir mezarlık olabilir belki, pelikülü kan olan hiçbir ölüm ölüm değil!
***) Ama dağ başı bize cennettir ömrüm canına kurban!
****) Ya bağır bir ses ver, ya da uyu hadi!
Hüseyin ALEMDAR
Yasakmeyve, Temmuz-Ağustos 2009
--------------------------------------------------------------------------------
AŞK VAKTİ
Aşk ki bazen solgun bir ilçedir
Sürdürür derinliğini*
Aşk iyidir ya aşka eğilip bi’güzel soyunuyorum
aøzım ateş parçası içim yanan bir çarşı ne tuhaf!
ne tuhaf, üstümde ipek bir gök dilimde ipeksi
bir şiir--uzak imge sessizliğinde gövdeni iniyorum
âh, gövdeni iniyorum soyulmuş elma tadında
göğsünün balkonlarını susturuyorum ağzımla güya!
boynumun küçük kuğu dönüşüyle beyaz ve masum
sen de susuyorsun kendini buna susmak denirse!
sen de kendin de susamıyorsunuz oysa
susmak ki, en eski adıdır aşkın
kendi kaygan uçurumlarımızdan düşüyoruz sonra
mahrem yerlerimiz saf çocuksu ve ıslak!
susmuş gibi birbirine yapışık iki gövde oluyoruz
oluyoruz ya, değdiğimiz her yer büsbütün
derinlemesine mor bir gövde denizi!
bak, küçük ölümün hayâli bu hâlimizle
ne de güzel benzedik duru göllerine aşkın
duru dupduru kalkıp kalplerimizi dolaşacağız şimdi
bitmemiş şiir uzaklığında--üzülme, gecikmem!
geciksem de solgun siyah-beyaz fotoğraflar kalır
bizden, âh yırtılmış gecenin nü albümünde!
Geciktik! Sen gel bizi yeni vakitlere çıkar**
*, **) İlhan Berk
Hüseyin ALEMDAR
GÜZEL YALAN
Bir fotoğrafta üç şâir
biri hayta biri hâlim biri heveskâr
Sina Ahmet Hüseyin
bakmayın objektife gülümsediklerine öyle
üçü de helecan üçü de hafakan
üçü âh yalan bir âna kan
Derler ki şiire helâl
göğü anlatır Sina dâimâ
her mısrâsı kendine lâl--
Ahmet mi! Derler ki şiiri alkol
iyi de cancağ’zım sarhoş bir mısrâsını gördünüz mü
herkese kol kanat kendine karakol--
Ya Hüseyin! Derler ki şiirin cepsineması
16 mm sinemalarda baba-oğul makinist
yarası kendine, şiiri büsbütün açık kalp kanaması
Bir fotoğrafta üç şâir
biri mecnûn biri mecrûh biri meczûp
Sina Ahmet Hüseyin
üçü üç ayrı doğu ili kırılan yerlerinden
biri Bingöl biri Hakkâri bir Mardin
üçü nasıl da birbirine dayak--
kadın alkol hayat
olmasa üçünden biri mutlaka birinden biri düşecek
düşse yalan düşmese güzel yalan
Öldüğünde şâir olacak üçü de
kendi bağlarına dikilmiş yabancı yani!
Hüseyin ALEMDAR
tiryakinim
Açık Profil bilgileri
tiryakinim - özel Mesaj gönder
tiryakinim
#18 07-10-2009, 21:39
tiryakinim üyelik tarihi: Jul 2006
Mesajlar: 240
--------------------------------------------------------------------------------
SÜKÛNET VAKTİ
Bırak çekeyim kahrını ve acını kendime
Çünkü acılı kutbuyum mıknatısın ben*
Senin ağzın âyet-i kerimeydi aşkım ben kelime bile değildim
sen sükûnetten bir ibadettin ben sükûti bir günah topu
senin beyaz taşranda karanlık bir(kasabaydım her gece
içini öldürmüş yedi yeri yedi yara bir adamdım gövdende
şaryomu hiçliğe kurmuştum ağır çekim sende kırıyordum kendimi
biliyordum hayat hataydı aşkta merhamet yoktu
biliyordum aşkı evlilik öldürürdü her nikâh zarif bir ölümdü
biliyordum aşk da ölüm kadar soğuk ve müsveddeydi--
biliyorum, kendimden çıkmazsam odam defterim olacak şimdi
âh, ritüelimin repertuarında ince defter ölümleri epeydir!
bkz. dille kirletilmiş gamze çukurları bütün sayfalarımda
bkz.rolü Vesikalı Yârim bir adam içimin makarasında
bkz. gözlerim bile kalbime uzak bana beni konuşmuyor
hani gözlerimi yüzümde söndürüp içime konuşacaktın aşkım--
söyle benim bu peltek ömrüm sende hiç kaldı mı
ey benim küçük annem! bunca yaşlandım da bende hiç durmadın ki--
gelene taze güz tuttum beyaz, gelmeyene eski kış uzattım siyah
hayat, çiçeklerin renklerinde üşüyen siyah-beyaz dökülüştür
beni biriniz sevin ve severek öldürün, beni nasılsa biri öldürür
ölmek de öldürmek de sözümona iyiliğin bembeyaz şiiri
insan iyilikten doğar en büyük iyilik çiftin çifte iyiliği
Kadın cehennem iyiliğidir Beni bir kadının içine gömün!**
*) Andrey Voznesenski
**) Veysel Çolak
Hüseyin Alemdar
KLARNET HÜZNÜ--ŞİMDİ!
......................... --İçimin abisi, sevgili Zeki Ökten’e
Sinemalara kış düştüğü gün
göğün bordo balkonu üşüdüğü gün
aşkın e hâli buğulandığı gün
Kemal Sunal’ın Düttürü Dünya’ya içini üflediği gün
başladı bende bu klarnet hüznü şiir
bu klarnet kekeleme
bu saten elem
Kimseye anlatamadığım nemli bir yara oldum sonra
küçük ev boşluklarında buldum kendimi
küçük kalp köylerinde
küçük zarf tahribatlarında
bizden değil gibiydi hayat, evet değildi!
yüzlerimiz Kemal Sunal dütdütü birer gecekondu resmiydi sanki
birer avare incinme
ara sokaklara ara yüzlere aralık aşklara konuştum ordan
çizik bir plâk gibi sesimi/boşluğumu
Daha bir kekeme ses oldum kendime!
Sustu işte, aramızda dolaşan klarnet hıçkırık
sustu yüzümdeki suarede hayatın ahşap sesi
sustu uzaklara yağan kar gibi küçük şeyler--
Şimdi derim ki: Gitseniz üşümezdim belki, ama gittiniz!
Bilirsiniz ki, içinizin ılık saati bende hâlâ
bilirsiniz ki, ekose gülüşleriniz içimin şiirinde
bilirsiniz ki... âh, n’olur bilmeyin her şeyi!
Albüm sayfalarında dönen eski bir aşk gibi
dönüyor içimin gramofonunda kalpzaman hikâyem
- Ben değil miyim sahi, lâl bir örtüyle kımıldayan sizde
Hay bu hayatın klarnet hüznü be Zeki abi
küt küt var ediyordu hepimizi, şimdi her birimizin ölümü Kürt
Ankara’da İstanbul’da Konya’da Van’da Hakkâri’de
ucuza alınmış birer bükük gül gibi!
Hüseyin ALEMDAR
ah’este
nedense, hüseyin peker’e
her sözünü yutan taşını çoğaltır ağrısıyla
her insanoğlu bun ya da kün gamdır
sınar kendini hayatla göğsündeki yalanda
her içi yarılanın kalbi, aşkı kanayanın
bahtı açıktır daima
her içe atılmış söz bıçaktır anlayana
bak, herkes kalbini anlayamaz, sızı herkesi anlar
herkes kendinin kardeşidir, göz göze konuştukça
bak, ömrüm mor bir gök üstümde, ağlamakta
koluma girip beni yürüme öyle ah’este ah’este
ne kadar aşk ederim ki bu halimle, kırk üçümde
ömrün takvimini günler anlatır unutma
bak, kaç gündür inkıta bir cuma gibiyim
damarlarım gepgeniş de kanım nasıl da dar
ah, allah bazen şiir ve kadın gelince gidendir
yaşlanıyorsak ve ölüyorsak anla ki zaman var
kaderim için bir dramaturg lütfen!
Hüseyin Alemdar
Kaynak:www.3harf.com
__________________
bir yolcu"
merâl özcan
Açık Profil bilgileri
merâl özcan - özel Mesaj gönder
merâl özcan
#3 01-03-2008, 14:20
merâl özcan
Moderator üyelik tarihi: Dec 2007
Nerden: İstanbul
Mesajlar: 2.692
--------------------------------------------------------------------------------
MANDOLİN HÜZNÜ
Şehre tenha sesimi üfledim bu sabah
yüzümde başlayan gün donuğu bir şiirle
ilkokul çocuğu duruluğunda
duran bir gül imgesiyim şimdi
akşamın kırılan aynasında
sahi, ağzı kuş dolu bir çocuk
mandolin mi istemişti benden
yüzümün bükülmüş göğüne çekildiğim
içimin üşümüş denizlerine döküldüğüm o an
heyy çocuk, çocuk kalbim
anne şefkati tadında bekle biraz daha
her çocuğa bir mandolin düşer belki çok yakında
içim ki mandolin hüznü bir şiirdir artık
tırnaklarını yiyen bir çocuk dalgınlığında
düşmüş balerin beyazlığında içinden ağlayan
Hüseyin Alemdar
Kaynak:www.boyutpedia.com
__________________
bir yolcu"
merâl özcan
Açık Profil bilgileri
merâl özcan - özel Mesaj gönder
merâl özcan
#4 01-03-2008, 14:21
merâl özcan
Moderator üyelik tarihi: Dec 2007
Nerden: İstanbul
Mesajlar: 2.692
--------------------------------------------------------------------------------
KEDİ AĞLAMASI
- Tek Vuruş şairine -
Kendini yalnızlıkla açıklama, yalnızlık bitti
yaşın kırkı devirmişse kalbin de bir kedidir unutma
ve birer patidir artık ellerinin her biri,
kafayı iki el arasında tutmaya yenilgi denir,
içine döktüğün her ağlama yüzündeki çizilmedir.
Kendini aşkla mevsimleme, aşk bitti
yarısından sonra her şey günahdır nasılsa
de ki vekâleten sevdim, vekâleten evlendim, vekâleten öldüm
ısısı parmakta sönen nikâha devr-i kış denir
insan tanrı cümlesidir, en iyi kendinde gizlenir.
Kendini mesafelerle anlamlandırma, mesafeler bitti
kim “Hüseyin” dese dönüp bakma artık--mesafeler apse
zaten kalp pası diyorlar boşluk denen her şeye nedense
göğsünün çukurunda boğulana sürç-i lâl âdem denir,
sonunu üç kez yazan için yaz bile gücenmedir.
Kendini şu dört şeyle çağrıla hayata (ne de olsa abimsin)
1) adını unutana kalbini hatırlatma--hayat murdar, anla!
2) bir tek bahtına ağlayan kadınlarda kal ve gençliğini affet
3) canlı tut tef’ini daima, herkes biraz çocuktur her yaşta!
4) düştüğün her hatırada doğrul ve kendine çiçek ver.
Kendini kederle ölçümleme, keder de bitti
kendinin kedisi aynalara bakma, aynalar renksiz unutma
bak, kızımların doğru söylediği yaştayız
kanın tene bağırmasına paranoya denir
kıskanma! Ölüm de pekâlâ süslenir.
Sahi, ağladın mı? Her canlı ağlamaz ki
--sensiz siyah bir ömrün kendine eğimiyim,
içinde kalbi olan ağlar ancak, başka ne deyim!
Hüseyin Alemdar
Kaynak:www.siirparki.com
__________________
bir yolcu"
merâl özcan
Açık Profil bilgileri
merâl özcan - özel Mesaj gönder
merâl özcan
#5 01-03-2008, 14:27
merâl özcan
Moderator üyelik tarihi: Dec 2007
Nerden: İstanbul
Mesajlar: 2.692
--------------------------------------------------------------------------------
Cem’âh Süreya
Kan yok kelimelerin altında cemal süreya
Kanın altında kelimeler kazısan okunacak
Hayriye Ünal
I
Yeni şeyler söylemenin eski tadı yok Cem’ah abi
adı Güzelleme de olsa içadı âh-ı güzel şiirlerin
güle günâh hohlasan, sapına şiir dolasan da alan yok
sahi, gül de artık şiirden sayılmıyor bak
Mardin mızıkası susmuş bir yaz uzakta
Kars’ın üstüne karı kan bir kış çökmüş nicedir, okunmuyor
türkülerde ağlamanın öksüzü bir adressizlik Tunceli
haklısın ‘kan var bütün kelimelerin altında!’ hala
iki güvercinin arası ters dönmüş Üvercinka gibi
senden sonra kadın da aşk da ölüm gibi bir şey Cem’ah abi!
II
Ama iyi ama kötü kimse artık şiirden ölmüyor
bir dize daha söylesem sanki her şey düzelecek
iki adım iki kalp söylüyorum bak,
düzelen bir şey yok Cem’ah abi
kimse kimsenin içini ellemediğinden mi ne
herkes herkese hiç kimse bilesin
iyilerin tanınmış kırmızılarda bordolaşması
ne kötü be Cem’
al
abi!
III
Şiir diye bir uğuldama,
ölüm diye bir ufalanma var galiba Cemal abi
sen sessiz korkunç upuzun ölmüş de ölmemiş gibisin ya
orda, Kulaksız’da--
bağışla, ağlamam geçmiyor ne yapsam
sesimi kar soğuğunda yıkasam da!
“Sesim tanınmaz bir çocuk sesi”
(Hece, 89)
Hüseyin Alemdar
Kaynak:www.siirpenceresi.com
__________________
bir yolcu"
merâl özcan
Açık Profil bilgileri
merâl özcan(- özel Mesaj gönder
merâl özcan
#6 01-03-2008, 15:54
merâl özcan
Moderator üyelik tarihi: Dec 2007
Nerden: İstanbul
Mesajlar: 2.692
--------------------------------------------------------------------------------
Nilüfer Vakti
İnsan önce kendisiyle kalıyor
Birileri bir şeyler çekti ayaklarımdan*
Ben beyazlardan masumu sevdim hep nilüfer olanını
Sevdikçe sesli bir kederi sustum içimde anneme benzer
Sevdikçe su kalpli aşklarım oldu göğsümün nikahı yerinde
kendime gittim kendimde kestim şiirgünü pastamı sevdikçe
bir o kadar Necatigil’i sevdim herkesin yerine- Şiirrenk!
Nilüfer demek Necatigil demekti çünkü dar vakitlerde
ince gülüş gamze kesilmeler ki silme nilüfer demekti
demeklerin ılıkses şiiriydim günlerin buğu boşluğunda
her buğu eski bir iniltidir der yaslanırdım hüseyni yanıma
hayatımın zarfına dokunmak mektupan öpmekti içellerimi
içellerim ki hatıralardan damlacıklardı sizden bana
sahi solgun bir gül mü hala uzanıp uzanıp alınan her hatıra
nasıl bir duygu, pardon nasıl bir şiir tozunu almak hatıraların
-Anlamadım, orda kimseler yok mu, odalar uğultu mu!
Geniş zamanlar mı umuyordunuz siz de e-mail yaşamalarda
yoksa tüm beyazları gece mi geçtiniz koşaraktan
anladım, dolunayın biraz biraz yettiği ses taşırmış sizi
imgeniz ecnebi, ters öpülme kiri nilüferiniz
siz şimdi gidersiniz, önceki yüzünüz kalp bir hüzün hikayemde
kalsa kalsa kaçınık bir dize kalır ahhyare benden :
ben gelmekten çok gitmek fiiliyim hala sevmelerde
Kalbim can kırığı, yok yerinde!- - Ben oraya koymuştum, almışlar**
(*),(**) Behçet Necatigil
(Uç, 8)
Hüseyin Alemdar
Kaynak:www.siirpenceresi.com
__________________
bir yolcu"
merâl özcan
Açık Profil bilgileri
merâl özcan - özel Mesaj gönder
merâl özcan
#7 01-03-2008, 15:54
merâl özcan
Moderator üyelik tarihi: Dec 2007
Nerden: İstanbul
Mesajlar: 2.692
--------------------------------------------------------------------------------
Sinebeyaz
Kalpdudak bir şiirdim ben ruj ruj gitmiştin saflığımı
az beyaz zambak az siyah sardunyaydın o vakitler/den
Herşeyim Sensin’le başlamıştın kolye bir imge gibi içimde
Sonra Rüya Gibi’ydin Arzu gibi Günah gibi Çırılçıplak gibim
Sinemagünü pastasını kendi kesen bordo bir bıçaktın bende
Suç ve zaaflardan bir karbon yarayım şimdi senden
şiiri icabı Külebi hazzı rol icabı Paris beyazı
kalbimi kalp çarpmış, aşk ağzım Tezer Özlü kimsesizi
: ben öldüm Arzu’anım, yakam klaket kesiği sinema bıçağı!
Hüseyin Alemdar
Kaynak:www.antoloj.com
__________________
bir yolcu"
merâl özcan
Açık Profil bilgileri
merâl özcan - özel Mesaj gönder
merâl özcan
#8 01-03-2008, 15:55
merâl özcan
Moderator üyelik tarihi: Dec 2007
Nerden: İstanbul
Mesajlar: 2.692
--------------------------------------------------------------------------------
SİNESEPYA
Adım yok afişinde çok tutulan bir filmin
Abdülkadir Budak
Güz kesiği kısa metrajlı bir filmdim ben
veda sözleri acıtırdı içimi tenha vakitlerde
gidip gidip aynalara bakardım ince aynalara
ince aynalar ki donuk birer ince hüzünlerdi bana
kalbim bir tek sinemaydı ya çabucak biterdi her şey
Her şey hayat gibi kısa ve büsbütün Masumiye| işte
ne yapsam olmuyor sicilimde hep bir şeylerin kiri
yüzümün yarısı flashback yarısı sonbahar şimdi
:artık günahı yok kimsenin hayatımın filminde!
Hüseyin Alemdar
Kaynak:www.boyutpedia.com
__________________
bir yolcu"
merâl özcan
Açık Profil bilgileri
merâl özcan - özel Mesaj gönder
merâl özcan
#9 01-03-2008, 15:55
merâl özcan
Moderator üyelik tarihi: Dec 2007
Nerden: İstanbul
Mesajlar: 2.692
--------------------------------------------------------------------------------
Sine Ahvedâ
Beni büyle çatalkalp kim öptü--şair değilsem şer-i sevabım
yüzümün defterlerindeki ömrüm deprem sukûneti
bir yanağım şubat yazı,bir yanağım mart karı
altdudağım üstdudağıma karışmış--ağzım kararık aşk
--Beni bağışla yârim,artık kendime bile sığınmayacağım
Elimde bir ölü kuş torbası--nere mi gidiyorum!
Beni zümrüt küpelerinde vurduğunuz yere--Aşk vurulmaktır!
Ölümü ne bilsin ölmeyen--kalk,bir de sen vur,zaten daha yok!
;âh , adı Amansız Yol bir Zuhal geçti gözlerimden asi aşk aksanıyla!
Hüseyin Alemdar
Kaynak:www.antoloj.com
__________________
bir yolcu"