Libassız Ruhların Sessizliği ve Prangalılar...
Pusulasını yitiren bir sandalım açık denizlerde. Tekmeleyerek ilerliyorum önüme çıkan engelleri. Yitirmenin acısıyla o asil rotaları... Korsan karasularının dehlizlerinedir artık yolculuğum. Ve prangasızlık yalnızlığıdır bu. Yalnızlık acısıdır.
Koparılmış gibi hissederken yaşamın bağrından, biliyorum oysa ki histen öte, törpülendiğimi giderek. Ölçüsüzce tekmeliyorum kumdan kalelerimi ve savuruyorum avuç avuç aşk tozlarını rüzgarın yelelerine.
Karanlık çöküyor ağır, ve kara bulutlar; birazdan kasırga kopacak yeniden. Bir kasırga bu evet, isli puslu bir gecenin tam orta yerinde. Haritadan silinen ıssız bir adaya gidiyor gibiyim şimdi; o gözlerden uzak okyanuslar ortasındaki. Pusulasını yitiren bir bedenim kendi sandalımda, titreyerek ilerliyorum, tekmeleyerek sağımdan solumdan geçen buz kütlelerini, açarak önümü öylece, ilerliyorum.
Bir kapı açılıyor sessizliğin ortasından. Upusul uzanıyor bir el; upusul, bembeyaz, yumyumuşak. Bir el uzanıyor sessizliğin ortasından. Bir el, bir an, sadece bir an. Duruyor her şey öncesine ihanet ederek. Her şey sessizliğin ortasından uzanan elin parmaklarının ucunu takip ediyor. Sonsuz bir dinginliğe kavuşma anının huzuru ile eğiliyorlar. Zaman seyrediyor sessizliğin ortasından uzanan eli. Eşya seyrediyor. Renkler seyrediyor. Bilinenler seyrediyor ve bilinmeyenler. Her şey, orada yeryüzüyle birlikte evrende yerini alan; öncesi ve sonrasıyla eli, bembeyaz, yumyumuşak eli seyrediyorlar her şeyi unutarak…. Milyarlarca göz, milyarlarca gözbebek, yüz. Sadece seyrediyor sessizliğin gücünün önünde eğilerek; izliyor. İzliyor varlık o eli.
Ve..,
"Dur" diyor heyula. "Gecelerce kaç" diyor, "ben, kovalayayım seni."
"Olur" diyorum ve dolduruyorum firarı. Firarımın miladı oluyor o an. O zamandandır işte firarım benim.
Korkularım perçemlerinden akar aşüfte gecelerin. Simsiyah olurum kimi zaman, kimi zaman bembeyaz. Bambaşka renklere büründüğüm de olur. Mosmor da olurum delilikten bazen, zannederler tutkudan. Bilmezler ki tutkuya rengini veren de benim. Bilmezler ki renkler rengini benden alırlar.
Heyula yoruluyor sonra. "Dur" diyor. Duruyorum.
Zavallı bir budalalık onunki. Canı sıkılınca koşturduğu ve sonra yakalayıp kölesi yaptığı kurşun insanlardan olmadığımı kavrayamama budalalığı. Acı çek deyince acı çekecek, ağla deyince ağlayacak. Gül deyince gülecek ya da bombala deyince bombalayacak kölesi değildim. Ben onun kendini özgür zanneden barbi insanı da değildim, kurşun emir eri de.
Yakalayamamıştı bu kez.
Heyula haykırdı sonra öfkelenerek;
"Kimsin sen?"
"Benim" dedim, "ben insan. Sahnedeki oyuncu."
"Senin yönetmenin de benim" dedi, bağırdı tam bir fırsatçı gibi. "Seni ben yönetirim.Sen de prangalı bir kölemsin"
"Hayır" dedim önemsemeden çok da.
"Kim öyleyse?" diye bağırdı tekrar. Alışık değildi önemsizliğe.
"Benim" dedim yine.
"Sen misin?" diye şaşarak baktı önce. Sonra kuralı hatırladı, varlık kuralını ve devam etti; "Kimse kendini yönetemez. İnsanlık ne zamandan beridir kendini yönetmeyi öğrendi?"
"Ben insan değilim ki” dedim… Öylece baktı yüzüme. Baktı.., baktı. “Ben” dedim, bir an önce merakını gidermek için; işkence bana göre değildi; “ben de senin heyulanım, senin kabusun. Ben de senin yönetmeninim.”
Yer kırıldı o zaman ve gök yarıldı, heyula kayıplara karıştı…Yönetilmeyi kabul etmemiş ve uzaklaşmayı tercih etmişti.
İşte yalnızlığımın miladı da bu andır tam da. O zamandandır işte derin yalnızlığım...
Ve o zamandan beridir bombalarım insanlığı, üzerine sevgiler yazarak çeliklerin…
Bir yüz sessizliğin ortasında izliyor kendisine doğru uzanan parmakları. Korkarak an’dan, an’lardan. Zamanın sessizlikle baş başa bıraktığı varlığıyla, korkarak ve çekinerek. Kendisini terk eden hislerinin geride bıraktığı hissizliğiyle. Uzanıyor bembeyaz el, izliyor bir yüz ve terk ediyor korku da onu. Çırılçıplak kalıyor sıyrılarak tüm libaslarından. Ve sonunda bedeni de terk ediyor.
Bir damla düşüyor sessizliğin ortasından uzanan bembeyaz, yumyumuşak elden sessizce ve düştüğü sonsuz huzurda yayılıyor hareleri, kaplayarak uçsuzluğu giderek.
Bir el ruhun içine fısıldıyor. Bir el sessizliğin ortasında, bir ruh libassız. İç içe geçiyorlar varlıklarından düşen küçük bir damlanın hareleri yayılırken evrene.
Ve kaplarken insanı gelecek, bir el sessizlikte. Bir evren, bir damla. Bir bütün oluyorlar çekilirken sessizliğe o yumuşak elle. Ve düşerken sessizlikten bir damla yeryüzüne. Düşerken ateşe.
Yeryüzünü sessizliğe davet ediyorum bir an. Küçük bir an. Küçük bir damlanın hareleri yayılmaya başlayıncaya kadar sadece. Sıyrılmaya tüm libaslardan ve eğilmeye sessizliğin önünde; dinlemeye.
Duruyorlar izliyorlar ve ağlıyorlar o sessizlikteki eller. Ve siz görmeseniz de sessizliklerinden size uzanıyorlar; yeryüzüne düşerken damlaları ölülerin; o yeryüzünü seyreden.
“Acıya tutkun bir insansın sen. Senin acılardan aldığın hazzı ben, sevişmelerden almıyorum.”
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.