- 395 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
AKSİLİĞİN BÖYLESİ
ÖYKÜ
aksiliğin böylesi
ERDOĞAN ORUÇ
Günlerden cumartesi. Sahaflar Çarşısı’ndan bir coğrafya lügati almak için karşıya geçtim. Bu çarşıda her türden kitabı en uygun fiyata bulmak mümkün...
Sonbaharın son günleri fakat yazdan kalma bir gün yaşanıyor dışarıda. Hava günlük güneşlik... Her taraf arı kovanı gibi insan kaynıyor. Renk renk, dil dil her milletten insanlar var. Herkes meraklı, herkes heyecanlı... Bütün gözler pırıl pırıl...
Mısır çarşısından Mahmut Paşa’ya, oradan da kapalı çarşıya geçtim. Tezgâhtarlar metrelerce öteden gelenin hangi milletten olduğunu anlayarak o dilden beylik cümleler sıralamaya başlıyorlar.
Bu çevre öteden beri beni cezp eder. Canım sıkılsa, bir kırgınlığım olsa buraya gelirim. Bu insan selinde dertten tasadan eser kalmaz bende.
Aradığım kitabı Sahaflar Çarşısı’nın 15 numaralı dükkânında bulup sıkı bir pazarlık sonunda satın aldım. Diğer kitaplara da bir süre göz gezdirdikten sonra Beyazıt Camisi’nin avlusuna yöneldim.
Dolaşmaktan ayaklarım şişmişti. Şadırvanın buz gibi suyuyla ayaklarımı yıkadım. Avlu kenarındaki gölgelikte yorulan bedenimi ve ruhumu biraz dinlendirdikten sonra tramvay istasyonuna doğru yola çıktım. Akbilimi butona basıp turnikeden geçtim.
Kulübedeki görevlinin bakışlarının üzerimde kilitlendiğini hissettim. Aldırmayıp yürümeye devam ettim. İçimden; “Akbili bastığımı görmeyip beni tramvaya kaçak binenlerden biri mi sandı acaba?” diye düşündüm. Defalarca kaçak binen yolcularla tartışan görevlilere tanık olmuştum. Durağın baş tarafına doğru yürümeye devam ettim. Arkama göz attığımda biraz önceki görevlinin kalabalığı yara yırta bana doğru topallayarak geldiğini gördüm. Tramvay istasyona girmiş, durmak üzereydi. İçimden;
“Tramvay da geldi, bir aksilik olmaz inşallah” diyerek içeri daldım. İnsanlar tıkış tıkıştı, ilerlemenin imkânı yoktu. Turnike görevlisi;
—Bir dakika, bir dakika… İner misiniz beyefendi? Diyerek ceketimin pöçüğünden yapıştı.
—Akbil bastım görmedin mi be adam? Bırak ceketimi, diye bağırdım.
—Başka bir şey, başka bir şey! Lütfen iner misiniz? Dedi.
Çaresiz indim, inmemle kapıların kapanıp tramvayın hareket etmesi bir oldu.
Bu densize haddini bildirmeliydim:
—Kaçak binenleri görmezsiniz! Akbil bastım, görmedin mi? Tramvayı kaçırdım senin yüzünden! Ne olacak şimdi? Diye çıkıştım.
—Şimdi yenisi gelir, üzülmeyin” dedi ve “siz Ahmet Hoca mısınız?” diye devam etti.
“Nereden tanıyor bu adam beni?” diye düşündüm.
“Evet!” diye haykırdım. Görevli ellerime sarılarak öpmeye davrandı
—Bırak elimi be adam! Kimsin? Ne istiyorsun? Diyor, bir yandan da elimi kurtarmaya çalışıyordum. Görevli elimi gevşetip mahcup bir ifadeyle;
—Hocam beni tanımadınız mı? Ben Konya, Beşpınar Ortaokulundan Kenan, dedi.
Mahcup olma sırası bana gelmişti. Ama nasıl tanıyabilirdim ki? Küçük Kenan büyümüş, kocaman bir adam oluvermişti.
Görevli kulübesinde epey dertleştik. Evlenmiş, iki çocuk babası olmuş, işsiz ve muhtaç bir durumda iken, bir trafik kazası geçirmiş.
—Hocam buna da şükür. Her şeyde vardır bir hayır derlerdi de, inanmazdım. Trafik kazasında sakat kalınca engelli kontenjanından buraya işe aldılar. Kaza geçirmeseydim işi biraz zor bulurdum, dedi.