Masumiyet
Meşakkatli günleri yaşıyorduk şehir olarak..gün geçmiyor ki cinayet ve ölüm haberleri, tüm yerel tv’lerde ve ulusal kanallarda eksik bir haber olarak yetişmesin.henüz geçen gün yakın bir arkadaşımın ölüm haberine tanık olmuştum...gazete bayisinde çalışan genç bir delikanlıydı. Yeni de evlenmişti.yakut gibi ışıldayan gözleri bir sabah ölümün insanı kaskatı kesen donukluğuyla tanışmıştı..
önce bir iki el silah sesi işitmiştim.sonra insanı boğarcasına sıkan bir sessizlik..ve ardından fidan gibi bir genç yitip gitmişti,beraberinde bir çok soru işeratini bırakarak…elli kanlı leş kargaları birini daha biçmişti..evet, onlar doğrunun ve gerçeğin yaşandığı her yerde dolaşıyordular… tüm hedefleri aydınlık günleri karanlığa çevirmekti..
Bu duygularla düşsel anlamda kendimi yorgun hissettiğim günlerden birini yaşıyordum.. gün boyunca çocuklara vereceğim eğitim yerine, beni Halaç pamuğuna çeviren bu haberlerle yanıp tutuşmuştum.dersin bir an önce bitmesi için dua ediyordum..
içimi kemiren hüzünlü haberler silsilesi sırtımdaki yükü ikiye katlamıştı.gün sanki yirmi dört saat değil de kırk sekiz saat oluvermişti…sınıfta sıralardan kalan boşluk içersinde cezaevindeymişim gibi volta atıp duruyordum..çocuklarda ruh halimi anlamış olmalılar ki çıt çıkarmıyorlardı..meraklı ve insanı sorgulayan bakışları ile pür dikkat beni anlamaya çalışıyorlardı. bir süre böyle kendimle cebeleştikten sonra afacan bi çocuğun ‘öğretmenim zil çalındı çıkabilir miyiz demesiyle kilisedeki çıngırak sesine benzeyen zil sesinin farkına vardım…hiç bişey demeden bir solukta kendimi okulun bahçesinde buldum…içimde garip bir sevinç vardı..ceket cebime tıkıştırdığım iki kitabımın verdiği ağırlıkla birlikte alelacele yolda yürümeye başladım..yolda yaşı bayağı geçkin kırçıl bir ihtiyar dilenci ile karşılaştım…elinde ki abanoz bastonuyla sarsak sarsak yürüyordu.. buruşmuş yüzünde erguvani bir siyahlık vardı. alnı kırışmış çizgilerle doluydu..yaşamın amansız süzgecinden geçtiği apaçık ortadaydı..yanıma doğru yaklaştığını görünce elimi cebime atıp iki üç tane bozukluk çıkartıp paslı ve derin yarıklardan oluşan avucuna uzattım…yüzünde oluşan garip bir tebessümle’evlat çok teşekkür ediyorum ama ben dilenci değilim’demesiyle içimde hezeyanlar oluşuverdi.yüzümün rengi al al olmuştu.şakaklarım kan çanağına dönüşüvermişti bir anda…yaptığım davranışımdan çok utanmıştım..bu mağrur ve yaşı bayağı geçkin ihtiyar karşısında ezilip büzüldüğümü söylemeliyim…ama bir yandan da içimde oluşan sevinçli halimi size anlatmak istiyorum…
Kaç zamandır ilk defa karşılaşmıştım gururuyla insanları dehşete düşürebilecek bir ihtiyara..yüreği yaşamın o olağanüstü sevinci ile kıpır kıpır oynayan delikanlı tabir edilebilecek soylu bir ihtiyardı…yaşamın tüm zorluklarına karşın ayakta kalabilmeyi başarabilmiş ender sayılabilecek insanlardan biriydi…adliyenin önünde arzuhalcilik yaparak geçimini sağladığını söylerken,kimseye boyun eğmiyorum diyordu.evet kimseye boyun eğmiyorum diyordu.pörsümüş dudaklarının arasından çıkan bu cümle beni derinden etkilemişti..minnet duygusundan arıtılmış bir insan olmalıydı….kimseye borçlu kalmadan kendi tırnakları ile yaşamını sürdürmek her insana özgü bir yaşayış tarzı olamazdı…
Bu durumdan etkilenmiş olmalıyım ki bir anda gözlerim rüyadaymış gibi geçmişin gelgitlerine doğru kayıverdi…o anda rahmetle andığım babam aklıma geliverdi…o da yaşam karşısında sırtı iki büklüm olanlardan biriydi….çocuklarına bakabilmek ve okutabilmek için yaz kış demeden soğuk inşaat odalarında amelelik yaparak geçimini sağlıyordu…ara sıra da olsa onun bu gösterdiği olağan çaba karşısında duyarsız kalmayıp bizde elimizden geldiğince ona yardım ediyorduk boş zamanlarımızda…özellikle bizleri yanında gördüğü an sevinci yüzünden okunuyordu…ben de kardeşlerimle birlikte üzülmesin diye her şey yapmaya hazırdık…bundan dolayı her fırsat bulduğumuz an soluğu onun yanında alıyorduk….
Öyle her zaman çalışmasına rağmen devamlı araştıran ve okuyan bir kimliği vardı..ülkemizde yaşanan sorunlara devamlı kulak kabartır,kendi kendine olsa bile çözüm önerileri buluyor..ve bu tezler üzerinde harareti yüksek tartışmalara giriyordu…yanında çalıştırdığı işçilere brifing verir gibi bilinç aşılıyordu..çoğu zaman sistemin toplum üzerindeki aksaklıklarını ve insanları aşağılayan teorilerine karşı bir savaş hali yaşıyor gibiydi..konuşurken alnı kırışır,sinirlenir sonradan ateş kusardı bu leş sürülerine.-çok değil
yakın bir zamanda değişecek,zülüm bitecek, aydınlık günler gelecek ve bunu hep birlikte göreceğiz derdi….böyle konuşmaya daldığı zamanlar kendini tutamaz sıcak ve içten cümlelerine devam ederdi…
-ekonomi ve enflasyon başını almış gitmiş..başında ki tiranlar ceplerini doldurmaktan,servetlerine servet katmaktan başka bi bok yapmıyorlar..bu zor şartlar altında çalışan onca insanı düşünen kim..bizim hayat şartlarımız ne zaman düzelecek,bizler ne zaman rahat bir soluk alacağız der ve büyük bir sükunetle susardı..
yaşı çok fazla geçkin olmamasına rağmen hayat şartları ve yaşadığı sıkıntılar henüz genç yaşta solmasına neden oldu…onu kaybettiğimiz için günlerce gözyaşlarımıza hakim olmadık..yaşamı tüm güçlüğüyle içinde hisseden ve barındıran bir babanın kaybını yaşadığım her anımda duyumsadım…
okuldan çıkarken karşılaştığım yaşı geçkin ihtiyarı görünce tebessümlü yüzünde babamın onda beliriveren hayalini içimde canlandırdıkça ona karşı biraz daha iyimser bir tutum içersine girmeye karar verdim…elinde tutuğu naylon siyah poşete elimi uzatım.zaten yolda zar zor yürüyordu..bu hafif sayılabilecek şeyi de ona yük etmek istemiyordum…bir elimle de kolundan tutup yürümeye koyulduk…ona yardım etmem ve kol kanat germem yüzünde çocuksu bir tebessümün doğmasına neden olmuştu..bir süre hiç konuşmadan sessizlik içersinde birbirimizi süzdük.
ansızın ölgün dudaklarından adımı ve ne işle uğraştığımı sordu…konuşurken son derece düzgün bir Türkçe ile konuşuyordu.aksanının bu kadar yuvarlak olacağını tahmin etmiyordum…’beyefendi ile başlayan cümlelerini sürdürdükçe bende inanılmaz bir dikkat ve ilgi oluşturuyordu…birdenbire,
-evlat beni şu tekel bayisine kadar götürebilir misin? demesiyle şaşıp kalmıştım.isteğine yok demeden doğruca caddenin diğer karşısına geçip büfeye girdik…içeriye girer girmez büfeye bitişik içerden yapılmış bir salon daha vardı…bizden başka birkaç kişi de oturuyordu..selam verip eskimiş iskemlelerde oturduk..büfeyi işleten genç biriydi.ablak bir suratı kalın dudakları vardı…adı umut olmalıydı…çünkü birlikte geldiğim ihtiyar ile içeri girer girmez ‘umut bu yıl öleceğim,bu yıl öleceğim’söylenip harıltıya benzer bir ses çıkarıyordu..içerde oturanların hepsi ağız birliği etmişçesine hizan dayı ne oldu? Hizan dayı yine ne oldu? derken o yine de diline pelesenk ettiği cümleyi kanıksatıp duruyordu..
- umut bu yıl öleceğim bu yıl öleceğim…
Bıkmadan tekrarladığı bu cümleyi her söyleyişinde içim ölümün o soğuk ürpertisi ile üşüyor,tedirgin oluyordum..adının hizan olduğunu ilk defa orada bulunanların yardımı ile öğrenmiştim…çok konuşmayan dolu bir ihtiyar olduğunu yeni yeni öğrenmeye başlıyordum…bazen kısık gözleri ile bana bakar ‘sen kimsin beyefendi derken tok ve gür sesi ile bambaşka biri oluyordu..ortada bir güven eksikliği vardı...çünkü katil sürüsü dediğimiz kimliği belli olmayan kişilerin kol gezdiği bir şehirde yaşıyorduk… her an her şey olabiliyordu.. böyle davranmasını ve şüpheli gözlerle beni süzmesini olağan karşılamıyordum…
El yordamıyla getirdiğim poşeti usulca açmaya başladı.içinde ne olduğunu bende merak ediyordum.büfeyi işleten genç delikanlıdan küçük bir tabure istedi.genç alelacele getirdiği kırık, paspal tabureyi hizan dayının bacaklarının arasına neredeyse gelebilecek şekilde yerleştirdi..nasırlı ve soğuktan kaskatı kesilmiş eleriyle poşetin içine koyduğu birazcık öteberiyi masanın üzerine koymaya başladı..lavaş ekmeğin içine bıraktığı azıcık döneri küçük dilimlerle tıkıştırıyor,oturanları buyur ediyordu,az da olsa getirdiği yiyeceğe..çok geçmeden küçük salonu soğan kokusu almaya başladı..anlaşılan döner etten daha çok soğan dilimleri vardı lavaşın arasında…yemeğini yer yemez ellilik bir votka istedi genç büfeciden..dünden kalma yüzlük votkasının yarısını usulca yanına getirip yerleştirdi.her gün buraya gelip içtiği belli oluyordu yüzlük votkadan.içini bu kadar kemiren ve onu sıkıntıya bu denli soğan şey neydi? ..meyve suyu ile karıştırdığı votkasını içtikçe merakım daha da artmaya başlıyordu..giydiği eskimiş,büzülmüş ve paçavralaşmış kabanının iç cebinden çıkardığı tek sigarayı yakıp derinden bir nefes çekti.ağzından soba borusundan çıkar gibi duman çıkıyordu.çok sert ve sıkı çektiği belliydi.sigara içerken ağzından bir şeyler de geveliyordu.kendi kendisine anlatırcasına söylenip durmaya başladı.
-üç yıl cezaevi yattım,koca bir üç yıl.ah! şu namussuzlar var ya üç beş kuru iftira atıp beni içeriye tıkıp en güzel yıllarımı kodeste geçirmeme neden oldular.. şerefsizler bu ülkede doğruyu konuşmanın cezası bu mu olmalıydı.
Ağzında geveledikleri ile yolunda gitmeyen bazı şeylerin olduğu kesindi.hizan dayı neden bu kadar acı çekiyordu? soru işaretleri ile usuma tıkıştırdığım tanımı olmayan cümleler endişeler yaratıyordu bende.bir an önce öğrenmek için gözlerimi hizan dayıya diktim..adeta gözlerimi gözlerinin içine bırakıvermiştim..bunun farkına varır varmaz iskemlesini yanıma doğru çekerek ‘beyefendi siz kimsiniz? tok sesiyle aynı şeyi bir daha kanıksatıyordu..içimi yaralayan bende şüpheler uyandıran bu cümleden bıkıp usanmıştım..yine de cevaplama gereği duydum.
beni böyle sınayıp durmanıza bir anlam veremedim..çünkü durmadan aynı şeyi tekrar etmeniz beni çok üzüyor..bu konuşmamdan sonra utanmış olmalı ki buruşmuş yüzü alev topu gibi kızarmaya başladı..başını önüne eğip bir süre öylece kaldı…votkasına art arda üç yudum daha atıp,apışıp kaldığı yerde azıcık silkelendikten sonra konuşmaya koyuldu.
-on iki eylül darbesinin yeni yeni bitiği yıllardı.dönemin sol guruplarına mensup kişilerin hemen hepsi yakalanmış,içeriye tıkanmıştı. Bürokrasi eski gibi olmasa bile darbeden sonra ilk defa gövermeye başlamıştı..sol örgütlere bağlı siviller tavsiye edilip yerine yeni Siviller yerleştirilmişti.o sıralarda icra müdürü olarak bende bitlisin hizan ilçesine atanmıştım..doğduğum yer olduğu için özellikle ben tercih etmiştim..babam Hizanlı olduğu için adımı doğduğu yere bakarak vermiş..çok sonradan annem söylemişti..
Hizan dayı hikayesine bazen hüzünlenip ara veriyordu…sonra tekrar silkelenip birazda votkasından alıp konuşmasına devam ediyordu.
-çalışmaya başladığım ilk günlerdi..darbeden sonra doğan boşluk ile birlikte işlerde üst üste yığılıvermişti.işime dört ele sarılıp bitirmek için olağan bir çaba sarf ediyordum.. bir yandan da benim gibi yeni atanmış savcı ile geçinmeye çalışıyordum..çok ta tekin birine benzemiyordu..darbecilerin gönderdiği kendi adamlarından biri olmalıydı ki her defasında sol guruplara bağlı mensup kişiler için ağza alınmayacak sövgüler savuruyordu.. üstelik güzel sözler sarf etmiş gibi kendisi ile gurur duyuyor yüksünme taslıyordu.
- günlerden bir pazardı..onunla aramızın açıldığı ilk tartışmamızdı..evinde buluşmuştuk..karısı baba evine gittiği için tek başına kalıyordu.. hayat memat deyip söz darbe günlerine gelmişti.. benim de o günlere sempatim yok değildi..hatta bir kaç yakın arkadaşım da tutuklanmıştı..
-darbenin yanlış olduğunu,devletlerin geleceği için irdelenmesi gereken bir olgu olduğunu anlatmaya başladım.. tüm toplumsal sorunlarda biz ülkeyi böyle kuşatırsak çocuklarımızın ve bizlerin geleceği tehlikeye girer.mümkün mertebe daha uzlaşıcı ve demokratik yoları denemeliyiz..ancak sorunlar bu şekilde çözüme kavuşabilir..şunu unutmayın savcı bey darbeler bir ülkeyi elli yıl karanlığa götürdüğü gibi sağlıklı kuşakların oluşmasına da engel olmaktadır…
-bu söylemlerimden sonra savcının yüzünün kaskatı kesildiğini hissettim…
ah! evlat sen orda olsaydın da görebilseydin şu adamın yüzünü..altına işemiş küçük bir çocuğun donukluğu vardı paspal yüzünde.hizan dayı bunu söylerken kıkırdayarak gülüyordu…gülünce sardunya gibi açılıyordu..onu mutlu görmek beni de sevindiriyordu..gülmesi bitip bir iki yudum votkasında alıp tekrar konuşmasına devam ediyordu....
-benim bu konuşmalarım karşısında savcı şaşkınlığını gizleyemiyordu..kendini kısa bir sürede toparlayıp karşı saldırıya geçti.
Alnını kırıştırıp ejderha gibi ağzından yalımlar köpürüyordu. - hizan bey sizin gibi hainler yüzünden bu ülke bu hale geldi.siz anarşistler her dönem bu tip olaylar çıkartarak ülkenin karmakarışık bir yapıya bürünmesine yol açıyorsunuz…
Evlat nedenini bilmiyorum ama savcının bu konuşmaları karşısında içimden ona karşı bir acıma hissi doğdu..insan olarak oda yanlış yapabilirdi ama mendebur zihniyeti onun insani özelliklerini teslim almıştı.içimden çok yazık dedim..
O günden sonra dairede birbirimize karşı ittifak olmuştuk..bana bir kulp takmak için varını yokunu harcıyordu.bende açık vermemeye çalışıyordum..tam o sıralarda tutuklanan arkadaşlarımdan biri serbest bırakılmıştı..hizanda çalıştığımı istanbuldaki bir kaç arkadaşımdan öğrenmişti..benimle görüşüp hasret gidermek için ta hizana kadar gelmişti..aslında hizana gelmesine ben de şaşmıştım.bunca yolu nasıl tepip gelebilmişti..keşke gelmeseydi derken yüzümün alıklaştığını sezdim..sebebini ben sormadan kendisi anlatıyordu..
-Her şey onun hizana gelmesiyle başladı…dinini siktiğim savcının beni bu görüşmeden dolayı içeriye tıkayacağını nerden bilebilirdim ki…eski sol mensubu arkadaşımla olan bağlantıdan faydalanarak kuru iftirasına uğradım..sonrasında ise üç yıl ceza evi..ve ardından karımın beni terk etmesi..üç yıl bana koymadı ama karımın beni bırakıp gitmesi..derken yüzü ağlamaklı oluyordu..sigarasından içli bir nefes çekerek deli gibi köpürmeye başladı..
Anasını siktiğimin karısı üç tane fidan gibi kızımı da yanına alarak cehennem olup gitti..derken katıla katıla ağlamaya başladı..içerdeki diğer arkadaşlar ile birlikte çok etkilenmiştik.hüzünlü halimizden olsa gerek hiç birimizin gıkı çıkmıyordu..onu teskin etmeye çalışsak bile ne kadar başarılı olabilirdik...
Tekrar eski neşesine dönebilmek için kalan votkayı da bir dikişte içine çekti.ardından büfeciye dönüp diline pelesenk ettiği cümleyi bir daha yeniledi..
-umut bu yıl öleceğim,bu yıl öleceğim.derken sesi pörsümüş dudaklarının arasından kısık çıkıyordu..omuzlarını silkeleyip artık kalkmanın zamanı geldi evlat.dereken sesi daha da toparlanmamış karıncalanarak geliyordu..
kollarından tutup doğrulmasına yardımcı oldum.votkanın etkisiyle sendeleye sendeleye dışarıya çıktık.evinin nerede olduğunu sorunca hemen iki sokak ötede dedi.epey geç olmuştu sokaklar da kasvetli karanlığa bürünmüştü..hızlı adımlarla sokakları geçerken arkadan tıpırtıya benzeyen ayak sesleri geliyordu.birden aklıma bugünlerde eski tutukluların tekrar bir süreliğine gözetim altında takip edildiğini hissetim..yakın bir arkadaşımdan duymuştum..endişe ve korku içimi sarıp sarmalamıştı eve yetişene kadar.. tek katlı ahşap bir yapıydı.içeriye girer girmez kanepenin üzerine uzanıp uyumasını söyledim..istiyorsa yanında kalabileceğimi iletsem bile -hayır çok geç oldu dışarı da çok tekin değil hemen eve git dedi..dışarıya çıkarken sokak daha çok kararmıştı.kışın insanı bıçak gibi kesen soğuğundan olsa gerek tüm bedenim tir tir tiriyordu.aslında bunun içine biraz da korku karışmıştı.
biraz önce bizi takip eden ayak tıpırtıları tekrar kulağımda çınlanmaya başladı.ay ışığının yardımıyla az da olsa yüzlerini seçmeye çalışıyordum.siyah bereli,boyunlarına yün atkı takan ve uzun kaban giyen iki tetikçi olmalıydılar.hareye benzeyen gözleri tek görünüyordu.onlara hiç bakmayıp bir telaşa da vermeden bulunduğum sokağı bir solukta çıkıp caddeye kendimi atıverdim.bi ara arkama bakarken kimseciklerin olmadığını görünce içime tedirginlik yerine huzur veren bir sükunet yerleşmişti.
evime geldiğimde gece yarısı olmuştu.. tüm gece boyunca hizan dayı gibi insanların masumiyetini düşündüm..neden bir şeyler ters dönüyordu bu ülkede? bu ülkenin aydınları yok muydu? onlar neden bazı sorunların üzerene eğilmiyor? bu soruları kendime sordukça içinden çıkamaz bir hal alıyordum..beynim zonkluyordu.çaresizliği mi uyumakta buldum.
YORUMLAR
Z. Demirkubuz'un konusu oldukça farklı olsa da Masumiyet'ini hatırladım.
Ne ocaklar söndü, ne umutlar tüketildi. Öyle zor ve kötü günler yaşattılar ülkemize. Umarım bir daha fırsat geçmez ellerine.
Yine güzel bir anlatım ve hayli güçlü tasvirlerle bezeliydi öykü. Kaleminize sağlık.
Sağlıcakla
Not: Noktalama işaretleriyle hepimizin sorunu var, kabul. İyi ama cümlelerin başındaki büyük harfleri esirgemeseydiniz bari. "dolaşıyordular" gözünüzden akmış, "dolaşıyorlardı" olmalıydı.
AGRA
bu yazıyı yıllar önce yazmıştım...
Türkçe öğretmeniyim aynı zamanda..)))bu noktalama işaretlerine benim daha çok dikkat etmem lazım..))çünkü bu dersi zaten çocuklarla işliyorum..))
tabi görmeniz çok önemli..
saygılar ve sevgiler...