- 2019 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
KÜLTÜR-İNSAN ve TÜKETİM ÜZERİNE NOTLAR 3
Köylerden ya da yoksul kent merkezlerinden metropollere akan yığınlar karşılaştıkları kalabalıklar, gökdelenler, lüks tüketim ürünlerinin sunulduğu mağazalar (alışveriş merkezleri), birbirleriyle savaşmaya hazır gibi asık yüzlü, konuşmayan insanlar karşısında savunmasızdır. Kentli insanın üretim ilişkileri sonucu yaşadığı yalnızlığı ve yabancılaşmayı daha metropole ayak basışında başka biçimde yaşamaya başlar göçmen, varoşlara sıkıştırılmış olanlar...Birbirinden bağımsız, insani yanları aşınmış insanların doldurduğu sokaklar, kalabalık kentin hiç de doğal olmayan gürültüsü, mimarisi, vs. korkutur, tedirgin eder insanı... sığınak aranır. İçinden kopup gelinen kültüre (dil, giyim-kuşam, dinin yaşanma biçimi, gelenek vb.)yakın, tanıdık bir sığınak. Her adım, her bakış bu sığınağa yöneliktir.
Metropole son gelenler, varoştakiler bunları yaşarken; önce gelenlerin kendi aralarında yaşadığı dillendirilmemiş rekabet son gelenlere karşı dışlama, küçümseme (hatta düşmanlığa varacak düzeyde yok sayma) biçiminde yansır. Daha önce göç etmiş veya kentin yerlisi durumunda olan ve ücretli (sürekli ve görece iyi) bir işte çalışan, kent merkezlerine yakın oturanlar aralarındaki rekabete rağmen sonradan gelen, ayak işleri yapan ve varoşlara sıkıştırılmış olanlara karşı aynı tepkiyi (dışlayıcılığı) ortaklaşa göstermektedir. “Yüksek ücret”, daha “rahat” bir yaşam, “kariyer” gibi kavramlar etrafında birbiriyle savaşanlar varoşlara, kendilerine benzemeyenlere karşı işbirliği içindedir çoğu kez.
Bu durum dışlayıcı, aşağılayıcı rekabet kültürünün yansıması olmakla birlikte, var olan “iktidar” ilişkilerini koruma isteğini de barındırmaktadır. Yoksullar, varoşlara sıkıştırılmış olanlar bir tehdit unsuru olarak görülmektedir. “1.dünya savaşı ile 2.dünya savaşı arasındaki buhranlı dönemi geçince işçi sınıfı alt-kültürü dağıldı.... İşçi sınıfı alt-kültürünün taşıyıcısı olan bütün unsurlar bu dönemde kapitalist sisteme entegre olma eğilimini girdi. Sendikalar, işçi partileri, sosyalist neşriyat giderek daha çok ‘yerleşikleştiler.’ İşçi sınıfının kendine özgü yardımlaşma, barınma, ahlak.... toplumsallaşma ilişkileri, kurumları kısmen kayboldu; giderek 1960’ların ‘sosyal refah devleti’ çerçevesinde kurumsal-bürokratik ilişkiler içinde işçi sınıfının inisiyatifinden çıktı, gelecekteki toplum’un nüvesini bugünden oluşturma niteliğini, ‘alternatif ilişkiler’ olma dinamizmini yitirdi.” 1)
İşsiz ve yoksullara (varoştakilere hatta kırsaldakilere) tepeden bakan, dışlayan, ötekileştiren görece iyi durumdaki emekçilerin (orta sınıf ücretlilerin) bu davranışları küçük burjuva eğilimi olarak değerlendirilip açıklanabilecek bir durum mudur? Ücreti dışında hiçbir geliri olmayan ve çalıştığı işyerinde ne kadar tutunabileceğini bile bilmeyen orta sınıf insanın birçok temel gereksiniminden vazgeçerek yeni cep telefonlarını, bilgisayar-otomobil modellerini, kent merkezlerine yakın konut fiyatlarını izlerken varoşlara sıkıştırılmış işsiz ve sosyal güvenceden yoksun insanlara karşı gösterdiği yıkıcı tepkisinin nedenlerini ve çözüm için çıkış yollarını da düşünmek zorundayız.
Kendimizi toplumun (sınıfın) bir parçası görmekten vazgeçtiğimiz an bilmeden de olsa bir alt grup yaratmış oluruz. İyiler-kötüler, bilenler-bilmeyenler, çağdaşlar-gericiler, yerliler-yabancılar vs. Bu durum bir yanıyla kendimiz ve parçası olduğumuz topluma (işçi sınıfına) yabancılaşmaya, bir yanıyla da kapitalist-emperyalist kültür anlayışının yeniden (üstelik işçi sınıfının bileşenleri tarafından) üretilmesine yol açmaktadır.
İşçi sınıfının ve örgütlerinin kapitalist sisteme entegre olmaları, alt-kültür unsurlarını yitirmeleri ve sosyolojik-siyasal ilişkilerinin bürokratikleşmesinin yarattığı boşluğu din ve ulusalcılık (milliyetçilik) doldurmuştur. “Son yıllarda dinsel hareketlerdeki artışın üçüncülere yansıyış biçiminde muhalif sözcülüğünü üstlenme girişimi anlamında dinin yanıt bulması çarpıcı bir gelişmedir. Din bugün etkin bir konuma yükselmekte ve toplumsal muhalefetin sözcülüğünü üstlenebilmektedir. Hıristiyanlık’tan Budizm’e dinin artan gücü çok çeşitli açılardan ele alınabilir....Amerika sol platformunda ‘özgürlük teolojisi’ kavramı ile kilise, yeni arayışların merkezinde bir rol üstlenirken, Hıristiyanlığın bir diğer kolu olan Ortodoksluk Rusya ve Balkan devletlerinde milliyetçiliğin eksenine girerek geriye bir kimlik arayışını taşımaktadır.
İslam ise bugün, gerek modern kimlik olarak ait olduğu toplumlarda gerekse Batı’da yaşayan göçmenler için radikal muhalifliği ve isyanın sözcülüğünü yüklenmektedir. Diğer dinler gibi doğası gereği var olan sistemlerin meşrulaşma aracı olarak gelişmiş ve bu zemin üzerinde hareket ederek mistik ve evrenselci eşitlik söylemiyle kitlelerin pasif tepkisinde yer bulmuştur.” 2)
İşçi sınıfının ‘gelecekteki toplum’un nüvesini bugünden oluşturma isteğini bırakıp var olan durumunu korumaya yönelmesi, geçmiş savaşım ve deneyimlerinden çıkardığı toplumsal değerleri (özgürlük, eşitlik, adalet, barış, dayanışma) yitirerek bürokratik, uzlaşmacı bir noktaya savrulması sınıf düşmanı ideolojilerin güçlenmesine yol açmıştır. Tüm dünyada dinci ve faşist örgütlenmelerin (giderek) taban bulması, üstelik emekçilerin ve yoksulların yoğun olarak bulunduğu yerlerde yükselişe geçmesi emek örgütlerinin ve sosyalist yapıların sistem karşısında muhalifliklerini yitirmesi, yerleşikleşmeleriyle de ilgilidir diye düşünüyorum.
Sınıf örgütlenmeleri varoşlara sıkıştırılan yoksulların, ayrımcılığa uğrayanların, işsizlerin, kendi içine kapanmış (yalnızlaştırılmış) olanların kendilerini ait görebilecekleri yapılar olma özelliklerini yitirmiştir. Bu yüzden etnik ve dinsel yapılar öne çıkmış (çıkarılmış), sorunları sınıf savaşımıyla çözümlenebilecek olan kitleler (özünde bu sorunların kökeni de olan) gerici-şoven yapılara yönelmişlerdir. Bu ise kapitalizmin ve emperyalizmin iktidarını (çıkarlarını) sürdürmesine hizmet etmekte, işçi sınıfının ve bileşenlerinin yerel ve evrensel düzeyde birbirine düşmanlığıyla sonuçlanmaktadır.
Sınıf örgütleri ve sosyalist örgütlenmeler emekçilerin kendi aralarındaki bölünmeleri ve kapitalist kültürün yarattığı bencilliği, yalnızlaşmayı kırmak için geçmiş deneyimlerinden de yararlanarak kendi alt kültür unsurlarını yeniden yaratmalıdır. Gerek kendi içlerine gerek sınıfın diğer bileşenlerine yönelik olarak kooperatifleri, müzik grupları, kültür evleri, spor mekanları, çay salonları vb.ni yaşama geçirmeli, işçi sınıfı ve bileşenlerinin dayanışma, bilgi paylaşımı, örgütlenme, ortak davranma kanallarını inşa etmelidir.
Dipnotlar:
1) DICK HEBDİGE -Gençlik ve Altkültürleri, sf.7 – Çev.:Esen Tarım , İletişim yay. 1.baskı 1988
2) Pınar Asoğlu- Toplum ve Kültür BİR (Ne ağ ne balık sf.132) Yayına Hazırlayan:Tül Akbal, HİL yayınları
Salim Çalık
Ağustos 2008