- 560 Okunma
- 6 Yorum
- 0 Beğeni
ÖLÜMÜNE AŞK-17
Kahvaltıdan sonra, hazırlanarak düğünün yapılacağı eve gitmek üzere yola çıktılar. Oraya ulaştıklarında, hummalı bir çalışmanın başladığını gördü Gülistan. Bir tarafta kadınlar, yerdeki sofralarda hazırladıkları hamurları, saç üstünde pişirmekteydi. Diğer taraf ta ise kesilmiş ve derisi yüzülmüş bir hayvanı kan ter içinde parçalamaya çalışan insanlar vardı. Gülistan ile Kezban, ev sahibinin yanına gittiler. Biraz ayaküstü sohbetten sonra, yemek yapımında yardım için avluda hazırlanan bölüme geçtiler.
Ahmet astsubay ise, yanına Zeliha ve Kerim’ i de alarak kasabaya indi. İkisine, düğün için damatlık ve gelinlik aldı. Bu gayretli çalışmalarını gören diğer arkadaşları ve komutanı da yeni evliler için yapılacak bu alışveriş için yardımda bulunmuşlardı. Alışverişin ardından, kasabada tek olan bayan kuaförünün önünde durdurdu aracı. Kapıya gelerek, durumu anlattı. Ve kapıya aracı çekerek,beklemeye başladılar. Çok uzun da sayılmayacak bir beklemeden sonra, kapıda kuaförün kalfası belirdi. Arkasından da Zeliha. Beyaz gelinliğinin içinde kuğuyu andırıyor ve yüzünde bugüne kadar alışık olmadığı makyajın etkisiyle kendini değişik bir insanmış gibi duygularla ve utanarak dışarıya çıktı. Aracın içinde beklemekte olan Kerim ise Zeliha’ nın bu görüntüsüyle sarhoş olmuş gibi bakıyordu sevdiği kıza. Zeliha’ nın araca binmesinden sonra, Ahmet astsubay kuaförün ücretini ödemek için içeri girdi ve sonra araca binerek yola çıktılar. Yolda, Kerim ile Zeliha, Ahmet astsubaya minnet dolu bakışlarla bakıyorlardı. Onlar için bir şanstı o gün onunla karşılaşmaları. Karakola uğrayarak, yanına birkaç er daha alarak köye gitmek üzere yola çıktılar.
Osman, Harem otogarına indiğinde, saatler süren uzun yolculuğun ardından, bacaklarının uyuştuğunu ve sıcağın etkisiyle şiştiğini fark etti. Otogarın içinde bulunan tuvalete giderek, ellerini, yüzünü yıkadı. Biraz kendine gelmişti. Otogarın karşısında bulunan lokantaya girdi. Masalardan birine geçti ve oturdu. Gelen garsona siparişini verdikten sonra yemeğinin gelmesini beklemeye başladı. Bir taraftan da kafasında Hamza’ yı nasıl bulacağını ve onu ürkütmeden nasıl razı edeceğini düşünüyordu. Garsonun, yemeği masaya çok ta nazik olmayan bir şekilde masaya koymasıyla düşüncelerinden sıyrıldı. Yemeğini yedi ve hesabı ödedikten sonra elindeki adresle taksi durağına doğru ilerledi. Elindeki kâğıttaki adres bulunduğu yere yakın bir semt olduğu için taksiye binmeye karar vermişti. Arabaya bindikten sonra kâğıtta bulunan adresi şoföre söyleyerek yola çıktılar. Yolda giderken, bir taraftan da yoldaki tabelaları inceliyordu. Ümraniye tabelasını görünce yakınlaştıklarını düşündü.
Taksici, bir inşaatın önünde durunca, aradığı adrese geldiklerini anladı. Taksiciye ücretini ödedikten sonra dışarıda bir müddet etrafına baktı. Sonra, yavaş yavaş inşaata doğru yürümeye başladı. Hamza’ yı bir iki kez görmüştü. İçinden “ tanıyabilirim inşallah “ diye geçirdi. İnşaat işçileri seri bir şekilde, çalışma içindeydiler. Harç dolu tenekeler, vinç yardımı ile iniyor, çıkıyor ve işçilerden bazıları aşağıda harç karmakla meşguldüler.
İnşaatın içinden yükselen seslerin yanında, sevdalısını veya karısını özlediği için göğe yükselen yanık türküler ayrı bir güzellik katıyordu ortama. Yanlarına doğru gelmekte olan Osman’ ı gören bir işçi, işini yavaşlatarak, meraklı gözlerle ona bakmaya başlamıştı. O işçinin yanına yaklaştı ve ;
“ Selamün aleyküm gardaş ! Kolay gelsin. “
“Ve aleyküm selam ağam ! Hoş gelmişsen.”
“Hoş buldum gardaş. Nasılsın ? İyi misin. ? “
“Nasıl olayım ağam. Gördüğün gibi. Taşı toprağı altın dedik geldik buraya. Bir baktık ki altın yerine, bu inşaattaki harç çıktı bahtımıza. Bizim gibi garibanlar hayal kurarsa, hayal kırıklığına da hazır olmalı. Memleketten kaçtım geldim buraya umutlarla. Çoluk, çocuk toplam sekiz kişiyiz. Acaba, İstanbul’ da daha mı iyi olur dedik. Hâlbuki derlerdi bize“ toprağınızı bırakmayın, sarılın ona, sevin o da sizi sever o zaman” diye ama başına gelmeyince anlayamıyor insan. Buraya, çoluğu, çocuğu topladığım gibi geldim. Bir barakaya yerleştik. İki döşek, iki yorgan hesabı. Yerleştiğimiz yer de benim köyümden kötü. Ne suyu var, ne elektriği. Yağmur yağsa, her taraf yağmur suyuyla doluyor. Günlerce çıkarmaya uğraşıyoruz küçücük evden. Olmayan sudan nefret ediyoruz o zamanlar. Her şey sebil. Neyse ki fazla eşyamız yok ta çok zarar görmüyor fakirhane. O barakaya ayda kaç lira veriyorum biliyor musun.? Ayda tam üç yüz lira ! Suyu yok, elektriği yok. Anlayacağın, köyümde kalsaydım krallar gibi yaşayacaktım. Elektrikte vardı, suda. Geriye döneyim diyorum ama gururuma da yediremiyorum. Ondan sonra konuşacaklar, yapamadı da geriye geldi diye. Sırf bu yüzden bu çileleri çekiyorum. Bir de belki bir umut doğar, bir köşeciğe kaçak bir ev yaparım. Seçim döneminde de af çıkar da bir ev sahibi olurum diye çekiyorum buranın kahrını. Üç beş de dişimizin kovuğundan ayırıyoruz. Kenara koymaya çalışıyoruz. Hanım her gün temizlikte. Oğlanları dağıttım farklı işlere. Üç kişi kalıyor geride. Onlar da azıcık büyüyünce elleri bir iş tuttumu tamam. Düzlüğe çıktım demektir. Ağam ya başını şişirdim. Bir selam verdin. Borçlu çıktın. Buraya çok dikkatli baktığını gördüm. Birini mi arıyordun.? “
“Ne demek gardaş. Konuşacaksın tabi. Ne var bunda. Bunlar hayatın içinde yaşananlar. Anlat zaten. İçine gömme sıkıntılarını. Ben bir memleketlimi arıyordum. Burada çalışıyormuş. Ama kendisine sürpriz yapmak istiyorum. Sen beni götür. Beni görünce sevinsin. Olmaz mı? Hamza diye biri var mı burada? . “
“Ha bizim Hamza mı.? Tanımam mı ağam! Burada çalışıyor. Az önce buradaydı da içeride dinleniyor. Demek hemşerin ha.!Ağam, Hamza çok iyidir de çok asabi ya. Hep öyle midir o. Hiç suratı gülmüyor. Benim evim var da eve gidip geliyorum. Burada kalan arkadaşlarım var. Geçenlerde biri anlatıyordu yanındakine. Kulak misafiri olduydum birazcık. Geceleri uykusundan fırlayıp kalkıyormuş aniden. Sorduklarında da azarlıyormuş onları. Suratı çok nadir gülüyor. Bir derdi mi var onun ağam. Yanlış anlama, sen tanıyorsun diye soruyorum. Ben onun bir kötülüğünü görmedim Allah’ı var şimdi. Sanki, bir derdi var da içinden çıkamıyor. Kimse ile yakınlıkta kurmuyor zaten. Ama Allah için çok çalışkan. Hiç boş durmaz. Devamlı çalışır. Kaytarmaz asla. O huyunu çok seviyorum. Bana da zararı yok. Vallahi benim de çenem düştü yine. Ama çok soru sordum değil mi ağam.? Tanımadan böyle konuşursam, tanısam halin nice olurdu bilmem. Kusura kalma ağam. Kafanı didikledim. “
“Olur mu gardaş.? Konuşacaksın tabi. Ben seni çok sevdim ya. Samimi insanlar hoşuma gider benim. Götürecek misin beni yanına ?”
“Tabii ki ağam. Haydi gidelim o zaman “
“Bu arada, benim adım Osman. Tanışmadan ahbap olduk vallahi. Senin adın ne ? “
“Memnun oldum Osman ağam. Benim adım da Haydar. “
Dedikten sonra, konuşmaya başladıkları andan, bu yana elinden bırakmadığı küreğini, karmakta olduğu harca saplayarak, az ötede bulunan bir arkadaşına seslendi.
“ Hüseyin ! Gel buraya.Şunu karmaya devam ediver. Ben birazdan geleceğim. “
Yanlarına gelen arkadaşı başıyla selam verdikten sonra, Haydar’ın yarım bıraktığı işe devam etmeye başladı. İnşaatın birinci katının merdivenini çıktıktan sonra sol tarafta bulunan, işçilerin kalması için alel acele tamamlanan bir daire olduğu tahmin ettiği ve camları naylonlarla kaplı bulunan bölüme girdi Haydar. Arkasından da Osman onu takip etti. İçeri girdiklerinde, giriş kapısının tam karşısında bulunan bir odada, eski püskü bir kanepenin üzerinde oturmuş ve elindeki sigarayı içine hırslı bir şekilde çekmekte olan Hamza’ yı gördü. Hamza da görmüştü Osman’ ı. Onu görünce birden paniklemiş, ne yapacağını şaşırmıştı. Geldiğinden bu yana her gittiği yerde huzursuz oluyordu çünkü.Köylülerinden birine veya tanıdıklarıyla karşılaşacak diye ödü kopuyor ve çok dışarıya çıkmıyordu o yüzden de. Hayatı bu inşaatla sınırlı kalmıştı. Çok sevdiği ve iyi zamanlarında yılda bir veya iki kez geldiği İstanbul’ da ağa ile gittiği çiçek pasajına bile gidememişti o yüzden. Para sıkıntısı çekmesine rağmen, hiç olmazsa bir kerecik daha gitmeyi istemişti o mekana. Ama tüm bu korkuları engel olmuştu. Osman’ı tanımıştı.Bir kaç kez karşılaşmışlardı köydeki düğünlerde. Şimdi baktığında, o kadar dikkat etmesine rağmen bir hemşerisi karşısında ona bakıyordu. Bozuntuya vermemeye çalışarak, ayağa kalktı ve kapıya geldi.
“Oo Osman Ağam! Hoş gelmişsen ! Hangi rüzgar attı seni buralara. “
“Hoş bulduk Hamza ağam. İstanbul’ da bir işim vardı. Geçenlerde sizin köye gitmiştim. Benim anam sizin köyden ya. Dayı oğlum senden bahsetti. İstanbul’ da imiş dedi. Adresi de yengeden aldık. Bir halini hatırını sorayım gelmişken dedim. İyi yapmadım mı Hamza ağam. Sevinirsin diye düşünmüştüm ama sevinmedin galiba. “
“Olur mu ağam. Sevindim tabii ki. Şaşırdım birden.”
İkisi de birbirine rol yapıyor ve açık noktaları yakalamaya çalışıyorlardı. Hamza içinden “ Acaba, köydeki havadisleri, ustalıkla nasıl öğrenebilirim” diye düşünüyor, Osman ise ağır bir şekilde onu ürkütmeden, ailesiyle ilgili bilgiler vermeyi planlıyordu kafasında. Yanlarında onları seyreden Haydar ise çok farklı bir buluşma hayali beklediğinden onların bu durumlarını şaşkın bakışlarla izliyordu.
Biraz yanlarında durduktan sonra, onlara dönerek,
“Osman ağam, hemşerine kavuştun. Ben işimin başına döneyim. Ustabaşı gezerken beni göremezse kızar bana. Seninle tanıştığıma memnun oldum. Kendine iyi bak ağam. “
“Tamam! Haydar gardaş. Ben de sevindim. Haydi! dön işinin başına. Sağ ol. Allah razı olsun senden. Ha memleketini aratıyorsa buradaki yaşamın, boş ver ne derlerse desinler. Dön sılana. Sen çalışkan bir insansın gördüğüm kadarıyla. Hayatı başkaları için yaşama. Kendin için yaşa. “
“Sağ ol ağam. “
Dedikten sonra onların yanından ayrıldı. Onun gitmesiyle, beraberce Hamza’ nın az önce kalktığı kanepeye oturttu Osman’ı. Köşede bulunan piknik tüpünün üzerinde kaynamakta olan çaydanlıktan iki bardak çay doldurarak yanına oturdu.
“E anlat bakayım Osman ağam. Bizim oralarda ne var ne yok. Anlat havadisleri.Ben pek arayamıyorum. Gelince bu işi buldum. Fazla da kazanmıyorum. Bizimkiler nasılmış. Kemal’ in hanımı gelir giderdi bize. “
“Hamza ağam, bildiğin gibi her şey aynı. Sizinkilere gelince! Biraz sıkıntıdaymış yenge. Gerçi Kemal’ ler gerekeni yapmaya çalışıyorlar da. Biraz sinirleri bozulmuş senin hanımın. “
Bu sözleri duyunca, yüzü allak bullak olmuştu Hamza’ nın. Hacer’ e kızdı içinden. Hiçbir şey anlatmamıştı ona. Her telefonla aradığında, iyi olduklarını ve hiçbir sıkıntısının olmadığını söylüyordu. Evlendiği günden bu yana hiç sorun çıkartmamış, eşine her konuda Yardımcı olmaya çalışmıştı. Sorunları büyütmez, iyi yönlerini bulmaya çalışırdı. Yine aynı şeyi yapmıştı. O sıkıntısının içinde, bir de onlara üzüleceğini düşünmüş olmalıydı. Hoş söylese de ne değişecekti ki. Osman, büyük bir okyanusun içindeki bir girdaba kapılmış gibi hissediyordu kendini. Ne kendisine faydası vardı, ne de ailesine.
DEVAM EDECEK !
Nermin KAÇAR BOLU
YORUMLAR
Osman, Harem otogarına indiğinde, saatler süren uzun yolculuğun ardından, bacaklarının uyuştuğunu ve sıcağın etkisiyle şiştiğini fark etti. Otogarın içinde bulunan tuvalete giderek, ellerini, yüzünü yıkadı. Biraz kendine gelmişti. Otogarın karşısında bulunan lokantaya girdi. Masalardan birine geçti ve oturdu. Gelen garsona siparişini verdikten sonra yemeğinin gelmesini beklemeye başladı. Bir taraftan da kafasında Hamza’ yı nasıl bulacağını ve onu ürkütmeden nasıl razı edeceğini düşünüyordu. Garsonun, yemeği masaya çok ta nazik olmayan bir şekilde masaya koymasıyla düşüncelerinden sıyrıldı. Yemeğini yedi ve hesabı ödedikten sonra elindeki adresle taksi durağına doğru ilerledi. Elindeki kâğıttaki adres bulunduğu yere yakın bir semt olduğu için taksiye binmeye karar vermişti. Arabaya bindikten sonra kâğıtta bulunan adresi şoföre söyleyerek yola çıktılar. Yolda giderken, bir taraftan da yoldaki tabelaları inceliyordu. Ümraniye tabelasını görünce yakınlaştıklarını düşündü.
sen bu şiiri
SÖKMÜŞSÜN
be HÜLYAM.
bize de
usul usul
usulca sizi okumak düşer.
saygılarımla
arkadaşım.
Sanırım Hamza vicdanın sesini dinleyecektir;
Kiralık katiller işte böyledir.Gölgesinden bile korkarlar...Kaç kaç nereye kadar.Bence vicdanın sesine kulak verip adelete teslim olmalı ki törenin beli kırılsın...
Yine bir çırpıda okudum...
Olaylar akıcılığını sürdürüyor...Okuyanı sıkmıyor...Bir sonraki bölümde neler olacak diye merakta kalıyor...
Yazarına tatil yaramış anlaşılan.
kutlarım,yumurcak kardeşimi...saygılar...