- 984 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
KADIN ÖRTÜNMESİ ÜZERİNE...
“Yaşamak kirlenmektir... Kimse doğduğu andaki saflığında ve temizliğinde kalmıyor. (… ) Olayların çok yönlülüğü ve kaçınılmaz muğlâklığı ise ahlaki açıdan temiz kalmayı zorlaştırıyor, (…) … Bir parça samimiyete sahipseniz kendi kirliliğinizin de farkındasınız... Öte yandan temiz kalmak da yaşamamak demek. Temiz kalma kaygısı çoğu zaman insanı hayatın dışına çekiyor ama bunu kabullenmek o denli kolay olmuyor. (E.MAHÇUPYAN)
Anahtar kelimemiz kanıksamak… Çaresiz ve zararlı bir durum için kullanıldığında kötü ve tehlikeli bir fiildir kanıksamak.
“Tehlikenin farkında mıyız?”
“Pirincin içindeki siyah taşlardan değil, asıl beyaz taşlardan korkmalı”. Anormalliği, absürtlüğü fark edebilmek için sıradan olmamak gerekiyor. “Azınlık bazen yanılabilir, çoğunluk her zaman yanılır.” Gerçeklik normallikten, idealden o kadar uzaklaşacak ki; artık normallik anormallik sayılacak. Ve Peygamber bunu “gerçek iman sahiplerine deli bile denilecek.”diye belirtecek. Normal görmeseydi bin dört yüz yıl önce öz kızının gömer miydi Arap? Bütün bireysel ve toplumsal hatalar, yanlışlar; o hata ve yanlışı normal, olağan görmekten kaynaklanır… Kimse her yönden, yüzde yüz zarar edeceğini bile bile, göz göre göre hata yapmaz… Bir işi yapar, hata ise sonradan anlar öyle olduğunu… Dolayısıyla hata geçmiş zaman demektir. Nelere normal dediğimiz çok önemlidir.
Biraz deliliği göze almalı. Başkalar ve kendimiz faydalar görecekse neden “deli” olmayalım?
Doğrunun kriteri nicelik değil, niteliktir. Bir sınıfın tamamı yanlış seçeneği işaretledi diye o şık doğru olmaz ki… Birçok yanlışın sebebi, bahanesi o yanlışı herkeste görmek yani yaygınlıktır. “Herkes yapıyor” diye yanlış yapmak ise ancak bir vicdan susturma, mantığın sesini bastırma eylemidir. Gerçeğin acı tarafından kaçıp kendini seve seve kandırma çabasıdır. Ancak ne var ki günümüz yanlışlarının çoğu da başkasında görmekten oluyor. Oysa yanlışın er geç acısını çektiğimizde çoğunlukla kimse olmaz yanımızda.
İnsanı basit, sığ görmek doğru değildir. Maddi ve manevi yönden yani anatomik ve psikolojik açıdan insan okyanuslar kadar derin, en zor denklemler kadar karışıktır. Bir zehri içersek saniyesinde ölmeyiz. Zehre göre aylara bile varabilen etkiler söz konusudur. Mesela kanserin çoğunluklu sebebi, yılları kapsayan beslenme alışkanlıklarıdır. Birisinin kızartma yedikten sonra “hani kanser olmadım” demesinin ne kadar saçma olduğu malumdur.
Cismen böyle olduğu gibi, ruhen de böyleyiz… Hatta daha ileri boyutlarda… Hareketlerimizde, davranışlarımızda yılların yaşantı etkileri vardır… İnsanda birikme dediğimiz olay geçerlidir. Kimse açık saçık birini gördüğünde, bir anda baştan çıkıp hataya yönelmez. Oysa yine bu yollu yanlışların tamamının fitilinin ateşi yine kadının kendi insanlığının zararına, aşırı görsel imge olma sevdasından gelir. “Bin kilometrelik bir yolculuk ilk adımla başlar.” Bu alanda her şey gözle başlar, hayalle yol alır, dile getirme ile ilerler ve sonunda ne fecidir ki; hata!
Bütün dinlerde ve beşeri terbiye sistemlerinde kadının belli ölçüde örtünmesi öngörülür. Minimum da olsa bu gereklilikte kendiliğinden, zımni evrensel bir konsensüs söz konusudur. Herkesin hem fikir olmadığı konu ise, bu örtünmenin derecesi, sınırıdır. Her birisinin ayrı ayrı derecelerde önerileri vardır. En özgürlükçü kimselerin sisteminde bile kadının bütün bütün serbest takılması tasvip edilmez.
Yoksa herkes bilir ki; aşırı görsel olmak, şahsiyeti geri plana itip cismin ön plana sürme anlamı taşır. Ne çirkindir ki; insan kişinin maddeye indirgenmesi. Oysa insan saygı ve sevginin nedeni, karakter ve yapılan işlerdir.
Bu hatayı Sanat ve estetik aracılığıyla kamufle ederek meşrulaştırma ve şirin gösterme gayretleri ise cabası…
Yine hatanın alarm nevinden insana baskısı vardır. Bir hatanın psikolojik baskısından kurtulmanın iki yolu vardır: İlki o hatayı hemen terk etmek. İkincisi –ki tehlikeli olanı- o hatayı, hata gören değerler sistemini tümden inkâr… Ne acı ki; zamanımızda en geçerli olanı ikincisi. Şu yıllar itibariyle bekâr iki kişinin bir birleriyle her şeyi yaşamalarını şirin görecek aşamadayız. Eğer tefessüh bu ivmeyle devam ederse ileriki yıllarda her şey ama her şey “mubah” olacaktır. O zaman insanı ne tutacak bilinmez… Her şeyin mübah olması ise asla mutluluk değildir. Kılavuzumuz salt lezzetler olduğunda varacağımız yer koca tatminsizlik ve huzursuzluk çukurlarıdır. Tolstoy’un da dediği gibi mutluluk, varlıktan çok yoklukla ilgili bi şey. Daha çok meşakkat çekmelerine rağmen dedelerimiz ve şimdiki köylüler daha mutlular… Ve yine görece en çok serbestliğin yaşandığı gelir seviyesi yüksek ülkelerde depresyonel olayların, görülme sıklığının yüksekliğini herkes bilir.
Doğada bazı şeylerin kontrolü kısmen insana bırakılmıştır. İnsanlarsa çoğu zaman peşin lezzetlere kanıp uzun vadede büyük zararlar etme pahasına tercihler yaparlar. Sözgelimi; daha çok lezzet için tıka basa yeriz, anatomimizi bozarız. Daha fazla keyf için fazla uyuruz, uyuşuklaşıp saatlerimizi heder ederek işe yaramaz hale geliriz.
Giyim olayı da böyle… Sakil izlenme, beğenilme güdülerine uyup özümüzü değil kabuğumuzu sergileriz. Sonra bir bumerang etkisiyle bu (yanlış) tercihler erkeklerin anlayışsızlık ve kabalığını netice verir. Kadınlığı değil insanlığı ön plana çıkaracak şeyler olmayınca insan değil, bir meta muamelesi görülmesi kaçınılmaz oluyor. Ki ne yazık ki örneği de az değil zamanımızda… Ve olan yine kadına olur…
Burada en bariz ve basit hatalardan biri de erkek ve kadını aynı cinsten sanmak… Hâlbuki “erkek gözüyle, kadın giyimiyle imtihan edilir.” Kadına düşen tribünlere oynamayıp güzelliğini onu gerçekten seven meşru hayat arkadaşına hasretmek. Erkek ise “öküz” olmayıp sadık eşine sadakatle cevap vererek, bu kategoride yalnızca ona ilgisini, beğenisini ve sevgisini olabildiğince sunmak… Bir erkeğin samimiyet testi; yaşı ilerleyip eski, cilt güzelliği kalmadığında dahi eşini eskisinden az sevmemek… Kadın ise fırsatı olduğu yıllarda; tenezzül etmeyip hırsız gözlerden kirli bakışlardan korunmak…
Öte yandan kadının bu konuda biraz daha duyarlı olmayıp, (şimdilerde hep olduğu gibi) salt kötü bakışları suçlaması ise; kişinin evinin kapılarının iyi kilitlemeyip tüm suçu hırsızlarda bulması hükmüne geçer. Ya da dünyanın üşenip dönmeyerek, tüm uzayın etrafında dönmesini beklemesi gibi bir şey… Maalesef insanlığın doğası; hırsızlar hep olacak…
Çok somut giyim önerilerinde bulunmak zor… "Zehiri yapan dozdur." Temel kriter “show yapmamak…” Elbette ki zamanın kabullerine de uygun, sırıtmayacak yönler de aranmalı… Çok şey gibi giyim de sadece giyim değildir. Tarzımız bizi ele verir. İnsanlara hakkımızda çok fikir verir. Başlı başına mesajdır giyim... … Her şey kişinin ferasetine kalmış. Feraset ise tamamen kişilik kalitemiz ile ilgili… “Çok süslenenlere bakın, hepsi de gizlenmek istiyordur.” (ARİSTO) Ve ölçü kaygısı taşımamak çoğu zaman problemli ve anormal bir bünyeyi ima eder. Sanki o giyimler içsel bir kofluğun örtbas edilme çabası olarak algılanmakta. Abartılı görsel olma yolundaki denemelere bu açıdan da bakılabilir.
Zamanımızın bir yönü de her şeyin, doğru ve yanlışın birbirine iyice karıştığı bir dönem olmasıdır. Bu meselede de “eksen kayması” yaşandığı söylenebilir. Artık bir yönüyle kriterin “kapalı-açık” tan ziyade “tutarlı-tutarsız” olduğu söylenebilir.
Bununla bağlantılı olarak; bir şeye fazla odaklanmak bütünü gözden kaçırmaya neden olabilir. Ağaçlardan ormanı göremeyebiliyoruz. Hani Temelin meşhur fıkrasıdır; araba kullanırken freni patlar, karşısında iki yol; birinde bir çocuk diğerinde bir pazar yeri… Kaza kaçınılmaz. Ve yaptığı kaza sonucunda, biri çocuk pek çok kişinin ölümüne neden olan Temelin cevabı: “Ben sadece çocuğu ezecektim. Ne yapayım, çocuk pazara kaçtı.”
Bizde de örtünme konusunda bu durum yaşanıyor. Kendince hassas kimselerce sadece saça odaklanıp abuk sabuk şeyler yapılıyor. Saçını kapatıp aşırı derecede erkek gözüne hitap edenler olduğu gibi, saçı açık olup da ölçülü giyim sahibi değerli hanımefendiler de var. Buradan hareketle dindar olmaya çalışanların yaptıkları, ya içselleştirilmiş bir düşünce ve inanç sisteminin yansıması, ya da zoraki, göstermelik ve sakilce bir uygulama.
Bununla beraber, dince saç örtülmeli. Çünkü saç kadın güzelliğinin önemli bir ayrıntısıdır. Mümkün olabildiğince hırsız ve pis gözlerden saklanmalıdır.
Aslında örtünmeyi sadece dinsel bir ritüelin gereği görmek biraz dar ve yüzeysel bir değerlendirme göstergesidir bence. Dolaylı sonuçları itibariyle bireysel ve toplumsal bir gereklilik olarak da okunmalıdır.
Yine araba metaforundan yola çıkarsak; siz bir insana kasden ya da dikkatsizlikle de çarptığınızda ölen yine ölür. Sebebin görece masumiyeti sonucun ağır zararını değiştirmez. Evet, niyetimiz o kadar da kötü değildir, vahameti fark etmemişizdir ama yol açtığımız zarar hiç de küçük değildir. Alışkanlık hatayı meşru kılmaz. Kasden hata teksirli kapsamına girer. Sebep hafifletici olsa da sonucun tahrip oranı değişmez. Ölen yine ölür, yozlaşan yine yozlaşır.
Elbette ki yazılanlara tetikte bekleyip “kadın özgürlüğü” adına bilindik reflekslerle, klişe ve acele tepkilerin geleceğini tahmin etmek zor değil. Ancak bu “özgür” kimselerin şimdiki ninelerimizin gördüğü saygıyı, ilgiyi, hürmeti, ileride göremeyeceğini de hatırlatma geri var. Ki günümüz bazı “modern” yaşlıların 60’larından sonra gördüğü içler acısı muameleyi, yaşamak zorunda kaldığı yerler de göz önünde… Genç bir kadına herkes iltifat eder… Oysa insan en çok aciz ve işe yaramadığında; yani çocukluk ve yaşlılığında ilgiye muhtaçtır. Çocuklukta şirinlik ve masumlukla işi kurtarırız. Yaşlılıkta ise gençken ektiklerimizi biçeriz.
Gücenmece olmamalı… Su hayattın olmazsa olmazıdır ama aynı zamanda su boğar , sellerle yıkar da. Ateş en lezzetli yiyeceklerin sebebi ama ateş bir şehri kül edebilir de. Ev bu dünyada bir insanın sahip olabileceği en önemli mülk, ancak yıkıldığında sakinlerini ezer. Erkek baba, dede, ağabey, güven veren kocadır. Ama yeryüzündeki en pis işlerin kontrolü de erkeklerdedir. Kadın anne, nine, kardeş, hanımdır. Denildiği gibi özensizliği, duyarsızlığı ile çok kötülüklerin başlatıcısı konumuna düşmektedir.
Tabiî ki “zamanın dehşetinin” tamamını kadın hataları üzerine indirgemek de bir yanılgı olur. Ben gerçekten, tüm samimiyetimle, çevredeki acı tecrübelerin etkisiyle, şahsımın en önemli heykeltıraşı ve ebediyen bana en yakın kişi kalacak olan annemin de içinde bulunduğu şefkat, anlayış simgesi kadınlara düşüncelerimi, endişelerimi aktarmak istedim. Yanlış alınmasın. Bir kadın da çıkar; biz erkeklerin daha fazla olan hatalarından ötürü uyarır.
Hem asla cebri ve yasal önlemleri kastetmiyorum… İşe yaramayacağını aksine hepten beter edeceğini de bilebilmek zor değil. Aydınlanma, akıllanma içten olur. Anlatılmalı. İşte bu yazı da o amaca hizmet ettiyse ne mutlu…
YORUMLAR
son aylarda okudugum alt yapısı en kuvvetli yazı .saygımla.....