IRMA'YA MEKTUPLARIMDAN...
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
İrma’ya Mektuplar
Sevgili İrma
Sana; annemin öldüğü güne çok yakın olduğum bir zamanda yazıyorum; bir dosta ihtiyacımın olduğu anlardayım, hani; insan gözyaşlarının hissedildiğini bilmek ister ya!.. İşte öyle…Garip duygular sardı beni yine.
Yalancı bir baharın yaşandığı bu kış gününün, güneşli saatleri kadar garip hissediyorum kendimi İrma. hiçbir şey alıştığımız gibi değil artık.
Bir serüvenin son saatlerine yaklaşırmış gibi seyrediyorum içinden geçtiğim zamanı… Değişimin fark edilmemesinin olası olmadığı zamanlardayım.
Belki; eskiden başlamıştı iklim değişiklikleri, öncesini bilmediğimizden farkında değildik ya da çok gençtik farkında olmama mazereti için.
Yaşam; umutlarımızın peşinde koşmakla ve hiç geçmeyecek gibi geliyordu. “ Geçsin şu zaman” diyorduk umutlarımızın gerçek olacağına inanarak. Sabun köpüklerinin peşinde zıplayan çocuklar gibi geliyor bana o zamanki hallerimiz, gülümsüyorum.
“Yok! Dediklerime bakma sen!” hepsi laf işte. Umudum var hala umudu yakalamaya. “Gülme İrma!” bilirsin, dayanma gücümün sınırları güçlüydü.
Yalancı baharın etkisi sanırım sınırlarım yumuşadı biraz. Duygularım beklemede değil bu kış. Kalkışmalara hazırlanıyor yüreğim; zamansız patlamaya hazır tohumlar gibi. Yaşama tutunma çabalarım yeşeriyor, sıradan düzenlerimin devrim hazırlığında, sarsıntılardayım anlayacağın.
Annem de ölmeden önce kısa bir süre iyileşme belirtisi göstermişti. Bir sabah yanakları pembe, dolgunlaşmış, canlı gözlerle uyanmıştı gülümseyerek ve o gün canı yanmamıştı ağrılarıyla. Ne kadar sevindiğimi hatırladım şimdi.
Sen de ölmeseydin keşke o genç yaşta ve benim o günkü sevincimi görseydin İrma. O gün herkesi öpmek gelmişti içimden; o duygusuz hemşireyi bile…Yoğun bakımda, doktorla kırıştırırken bir çocuğa yanlış iğne yaparak ölümüne sebebiyet verecekti az daha. Ona bile kaşlarımı çatmadan bakmıştım o gün. Sonrasında ise kısa bir sürede kaybettim annemi. İyi ki yoktun İrma acıma katlanamazdın, biliyorum.
Doktorun “ Üzgünüm canım” dediğinde “Kaybettik” dediğinde..”Anne seni bırakamam” dediğimde “ Bana bunu nasıl yaparsın” diye gökyüzüne bağırdığımda ve…ve…İşte böyle İrma! İyi ki yoktun. Sevdiklerimin üzülmesine dayanamam.
İrma; içimde kıpırdanan yaşama tutkusuna tutunmaya çalıştığım bu gün de heyecanlıyım görüyorsun, hissediyorsun biliyorum. Umuyorum bunu İrma, aslında ummak istiyorum yalan olmasın bu bahar…
Dostluğun sıcaklığını hissettirdiğin için seni unutmadım yokluğunun yıllar sonrasında bile. Yattığın sonsuzlukta umduğun tüm mutluluğa kavuştuğuna inandırıyorum kendimi. Hep mutlu kal sahici olsun ölüm.
Sedef 2007-01- annemin öldüğü gün
Ah İrma, bunları yazmışım.
Sana yazdığım bir sürü mektubumun arasında buldum. Ve bir de aşağıdaki mektup onu da oku…
Sevgili İrma;
Güneşin ısıtamadığı, serin rüzgarların estiği bir yerdeyim. Başımı çevirdiğimde ileride ki zeytin ağaçlarını görüyorum. Savruluyorlar sağa sola ve ruhum da savruluyor onlarla beraber. Geçmişe uzanan anılarımın peşindeyim.
Unutmak ne acı değil mi Arkadaşım? İstemiyorsan unutmayı, o zaman daha zor. Bazen tek – tük olursun İrma… Sisli bir hüzün geçer aramızdan ve ben senin yüzünü seçemem. İstemsiz kayıverir zaman ellerimden, telaşla yakalamak istesem de yakalayamam…Adı unutmak olur.
Unutuyorum çoğu şeyi. Kendisine başka bir yaşam kurmak için, iki mahalle öteye giden babamı unutuyorum. Yalnız kalmış acılı bir kadına eşlik eden çocukluğumu da… Unutmak istemediğim sevgilere uzanıyorum, onları arıyorum ve sana bu yüzden yazıyorum İrma.
Ankara’da zeytin ağaçlarımız yoktu. Son baharda dökülen çınar yapraklarının arasında dolaşırdık. Kahverengi, sarı ve turuncuya dönerdi yer gök.
Bebeklerimiz vardı, büyütürdük çocuk parklarında; bildiğimiz ne varsa onlara öğretmeye çalışırdık. ‘’ çiçekleri koparma – ağlıyor bak! ’’ derdik , “ O çocuğa vurma paylaş oyuncağını, kardeşin sayılır o senin” …
Ve onlara masallar uydururduk; insan olmanın çok güzel bir şey olduğuna inandırmak için.
Anne kediler, mutlu yavrularını büyütürdü arka bahçede, onlara süt taşırdık her gün.
Var olan her şeyi sevdiğimiz günlerdi o günler, umarsızdık acılara, gençliğimizle katlanırdık yokluğa, yoksunluğa.
Asık suratlı insanları bile severdik.
Pencere önlerinde oturmuş, sokağı seyreden yaşlı insanlardı onlar ; el örgüsü, eski yün yelekler giyerlerdi, iç karartıcı renklerdeki giysilerinin üzerine. Asık yüzlü maskeler takarlardı , daha iyi görebilmek için; gözlüklerini burunlarının ucuna indirip, başlarını uzatır, gözlerini kısıp bakarlardı gelip geçenlere.
Bir de öfkeliydiler top oynayan çocuklara, kınayarak bakarlardı duvar üstünde oturan gençlere sanki biten çağlarının suçlusu bizmişiz gibi.
Onlara inattı özgürlüğümüz, uçuşan çiçekli maksi- mini eteklerimiz. Bu öfkeli insanların arasında bile sevgi doluyduk İrma, onları da severdik.
Şimdi yanımda olsaydın; unutalım mutsuzlukları derdin, sevmediğimiz ne varsa hatırlamayalım.
Kocan Alkolde boğduğu beynini yitirerek kendine ihanet ederken… Kocam, bebeğimizin pembe dondurmasını kaybederken kumar masalarında… Döktüğümüz göz yaşlarımızı unutalım.
Bizim dostluğumuz takılmış zeytin dallarına, sert rüzgarlara inat. Unutulmayacak olan dostluktur sevgili arkadaşım. İyi ki vardın, İyi ki vardın İrma…
Sedef Kandemir – 2007- öldüğün gün Hoşçakal Dostum