- 1337 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
DUT AĞACI BOYUNCA
“Öğretmenim , öğretmenim okul duvarı yıkıldı, Metin’in ayağı altında kaldı.”
Yalım yalım bir rüzgardı sanki yola koyulan.Sopasını aldı ve büyük bir hızla dışarıya attı kendisini.
“Nerde, nerde?”
N e yapacağını bilemiyordu, çok telaşlı ve duyguluydu, yüzünü astı ve gözyaşlarına boğuldu.Kana bulanmış taş duvarı görünce, karnında tahmin edilmeyen bir bulantı içine çökmüştü.Düşleri, ruhu, gülüşleri, hayalleri ve hayata duyduğu o özlem kayıptı.Metin’in ağlamaklı sesi kulaklarının içine girdikçe İsrafil’in Sur’a öfleyişinden sonra ki korkunç anı getiriyordu aklının karanlık bir köşesine.
Metin
“Anne, ne olur anne gel.”
“Öğretmenim beni çıkarın buradan,acıyor çok acıyor.”
“Tamam yavrum, tamam kuzum seni çıkaracağız buradan Metin’im.”
Öğretmeni kendini düzeltti ve cesaretini topladı. Ne de olsa bir kadındı, korkması normaldi, çünkü onunda çocukları vardı.Çocuklara seslendi:
“Gelin canlarım yardım edin, birkaç öğretmen daha gelmişti.”
Duvar ayak bileklerinin üstüne düşmüştü, ayağındaki kırık kötüydü, yaş bir kavak ağacının dalını elinizle koparmak istediğiniz zaman koparamazsınız ya hani dalın derisi yüzülmüş ve hafif kırıklarla ağaçta öylece sallanıverir ya Metin’in ayağı da böyle kırılmıştı. Etraftaki taşları aldılar.Yer kana bulanmış yuvarlak kırmızı büyük bir nokta oluşturmuştu. Okul müdürü arabayı çalıştırdı.Köy yeriydi,hastane yoktu,sağlık ocağı yoktu,doktor ve ilaç yoktu.
Metin’i el birliğiyle arabaya bindirdiler, yanında da Gül öğretmen vardı. Arabanın camına ağzını dayamış hıçkırıklar içinde, sulanmış ağzını arabanın camına süren İslam’ı gördü. V e gül öğretmende Metin’e sarılıp ağlamaya başladı.Camı açtı İslam’a seslendi:
“Git Gülsüm hanıma haber ver.”
Araba hareket etti, köyü toza toprağa bürümüştü. İslam da toz toprağın içine karışmış, ağzı gözü çamur olmuştu, koluyla gözlerini ve yüzünü sildi. Evin önüne geldi. Biraz durakladı,söyleyip söylememekte tereddüt etti.Tahta kapıya tekmeyi koyduğu gibi içeri girdi. Gülsüm hanım çamaşır yıkıyordu, bu sesle irkilmiş hemen kendisini toparlamıştı.
İslam:
“Gülsüm teyze.”
“Ne var yavrum benim cengaver İslam’ım.”
“Nerede Metin nerede, onsuz gelmezdin.”
“Gülsüm teyze Metin’in üzerine okulun bahçe duvarı yıkıldı, ayağı kırıldı, hastaneye götürdüler.”
“Vay benim yetim kuzum,can parem, gönül yarem, huylum, huysuzum, tatlı belalım neydi bu başına gelen, ha neydi bu başımıza konan acı.”
Köyün çeşmesinin bulunduğu yere geldi, neredeyse bütün köy kadınları da oradaydı , ağıtlar yükseliyordu onun ağzından, dualar çalkalanıyordu.
“Benim yetimim, oy benim canım sana ne oldu.”
“Allah’ım sen büyüksün yetim Metin’imi bana bağışla, ne olur Ya Rabb”
Çeşme başında su sırasına giren kadınlar hep bir ağızdan:
“Amin” dediler.
Gülsüm hanımı kolundan tutup çeşmenin yanı başındaki bir taşa oturttular. Yüzünü yıkadılar su içirdiler. Ve hepsi akşam karanlığına kadar beklediler.
Müdür arabasıyla yalnız geldi. Çeşmenin önünde durdu, Gülsüm hanım hemen yanına ilişti.
“Evladım nasıl, nerede Metin’im.”
“Hastane de durumu çok iyi, ayağını alçıya aldılar, bu akşam orada yarın inşallah taburcu olacak.”
“Çok şükür sana Allah’ım sen büyüksün.”
Herkes evine dağılmıştı, o gece Gülsüm hanımın yüreği biraz da olsa rahatlamıştı. Ama yinede canının içi için haklıydı bu ağlamalar ve yakarışlar.Nasıl uyuduğunu hatırlamıyordu.
Sabah İslam’ın kapıyı “ tak tak tak “ vuruşları ve Gülsüm teyze seslenişiyle uyandı.Kapıyı hemen açtı.
“Söyle yiğidim, bir şey mi oldu.”
“Biraz sonra Metin gelecek onun için.”
“Tamam benim Metin’imin yürek haykırışı, sen git ben gelecem.”
Gül öğretmen, okul müdürü ve Metin koltuk değneğiyle Gül öğretmenin yardımıyla indiler. Öğretmene sağ kolunu doladı eve doğru İslam’ın eşlik etmesiyle yürüdüler.Kapı da annesi karşıladı, hep beraber eve girdiler.
Annesi Gül öğretmene çok teşekkür etti.
Gül öğretmende:
“Ben bir şey yapmadım, kim olsa aynısını yapardı.”
Gülsüm hanım Metin’in yanı başında oturmuş ellerini ve alnını sürekli öpüyordu.Gül öğretmen kalkacaktı, Gülsüm hanım ısrar etti kalması için.
“Gitmem lazım iki gündür derslere giremedim zaten sorun çıkmasın.”
“Metin 1 ay dinleneceksin ona göre, okulu hiç merak etme.Anlaştık mı?”
“Evet canım öğretmenim.”
İki hafta aradan geçti, İslam Metin’i gezmeye çıkardı.Yemyeşil çimlerin boy verdiği, taşlı duvarların deliklerine doluşmuş renkli kelebekler eşliğinde, dut ağaçlarının boydan boya sıralandığı bir sokağa girdiler.Çocuklar oyun oynuyor, koşuyor, zıplıyordu.Metin onlara iyice baktı, yüzü soldu,gözleri kızardı ağladı ağlayacaktı İslam yanında olmasa gözyaşlarının esiri olacaktı.Yürüdüler çocukların toplandığı yere geldiler.Duvara sırtını dayadı, çocukların hepsi ağaca çıktı ve dut yemeye başladılar,siyah dutlar dudaklarını kıpkırmızı yapmıştı.İslam yukarıdan Metin’e dut atıyordu, yemesi için.Atılan her dut Metin için bir kurşun, ölümün pençesi, hayatın acımasızlığı, hüznün ayak yordamıydı sanki.İstemeden de olsa alıp birkaç tan yemek istedi, boğazında yalım yalım yanan bir ateş olup içine düşüyordu dutlar.
Hayalleri kör bir inanç, umutları umutsuzluğun gölgesinde eriyip, son yaşam pençesi oluyordu. Akşam eve gitti, büyük divanın üstüne oturdu, ayaklarını uzattı. Ayaklarına uzun uzun baktı, bugün olanları düşündü.Ağlamaya başladı,hıçkırıklar ve ağzından minderlerin üstüne akan sular, ona sağlığın değerinin ne kadar büyük bir nimet olduğunu gösteriyordu.Annesi hıçkırıklarını duymuştu.
“Metincan ne oldu yavrum benim, ha söyle bakayım neyin var senin.”
“Bir şeyim yok ana, yatağımı koy yatacağım, yorgunum.”
“Peki yavrum. Yemek ister misin?”
“Yok ana uyuyacağım hemen.”
“Tamam.”
Yorgan üstüne örtüldüğünde, yaşamın karanlığına boğulmuş ve kendini bir tabutun içinde hissediyordu.
Metin artık büyümüştü ve iki tane çocuğu vardı.Bir de sakat bir ayak.
Hanımıyla çay içiyordu, çocuklar uyumuştu. Gece yarısı radyodan bir türkü söylüyordu.
“Dut ağacı boyunca, dut yemedim doyunca.”
Geçmişe bağ olmuştu bu türkü,sarılmış yaraları sargısız bırakıp ortaya atmıştı.
Gözyaşları oluk oluk akıyordu.
Eski radyodaki şarkı yine ağır ağır devam ediyordu, köhnemiş bir trenin süzülüşü gibi.
"DUT AĞACI BOYUNCA DUT YEMEDİM DOYUNCA"
MUSTAFA ORMAN 20.07.2009