- 1000 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Çağ Atlamak
Bu yazımda son günlerde dilime takılan “Çağ Atlamak” terimini ve sonrasında daldan dala atlayarak kalemim beni nereye götürürse arkasından gideceğim.
Çağ atlamak; bir çağın kapanıp yeni bir çağın başlaması olarak bilinir. Bu da tüm dünyayı ve insanlığı kapsayacak önemli bir adımın atılmasıyla mümkün olabilir ki geriye dönük adımlar bu tanımın dışındadır!
12 Eylül Amerikancı askeri darbe ile başlayan yeni nesil çağ atlama söylemi siyasetçilerimiz tarafından pek benimsenmişe benziyor. Zira ilk defa Özal ile başladığımız çağ atlama silsileleri bizde bir tür çağ sarhoşluğu yaratmış olacak ki hangi ya da kaçıncı çağa ulaştığımızı henüz kestirememekteyiz! Belli ki hala atlaya atlaya ilerlemekteyiz.
Böyle giderse millet olarak kanguru gibi zıplaya zıplaya yürümeye başlayacağız diye endişe ediyorum.
Şimdilerde çağ atladık denilince içim kalkıyor, mideme kramplar giriyor. Tıpkı sürekli istismar edilen demokrasi, insan hakları, özgürlük gibi…
Demokrasi çığırtkanlığı yaparak demokrasinin iğdiş edildiğini, özgürlük feveranları arasında zaten yetersiz olan özgürlüklerin hepten ortadan kaldırıldığını, insan hakları diyerek de hakkın topyekûn batıl edildiğini biliyorken bu kavramların samimiyetsiz kimilerince telaffuz edilmesini artık midem kaldırmıyor.
Hukuktan hiç bahsetmeyeceğim. Zira siyaset hukukun sırtına öyle binmiş ki, inmeye de pek niyetli görünmüyor.
Çağ atlamak bizim için gündelik sıradan hale gelmiş. Bazen çağ atladığımızın sözle ifadesine bile gerek kalmıyor. Yaşadığımız uğursuzluklardan yeni bir sıçrayışın gerçekleştiğini anlayabiliyoruz. Karanlığa yeni bir büyük adımın atıldığının da…
Tek korkum; çağ atlayarak çöken tek ulus olma unvanını kazanmak!
AKP İktidara geleli Türkiye’de ki siyaset anlayışını daha net anlamaya başladım.
Eyvah… Siyaseten de çağ atlıyoruz galiba!
Önceleri de siyasetimizde bazı muğlak şeyler olurdu ama arada bir taktik değiştirilirdi. Artık öyle dolambaçlı uzun yollar izlenmemekte. En fazla üç adımda iş bitiyor. Dedikodu, inkâr, ve Bummm..
Bu durumda dedikoduları takip etmek hükümetin gelecekteki uygulamalarını kestirmeye yeterli gibi görünüyor. Ama daha garantili bir yol izlemek istiyorsanız o zaman da hükümetin üst düzey açıklamalarıyla basına yansıyan inkârlarını, yalanlamalarını takip etmelisiniz. Aslında her açıklamalarının tersini düşünmek de garantili yol sayılır ama o zaman iş işten geçmiş oluyor. Yani atı alan Üsküdar’ı geçiyor!
Bir örnekle konuya azıcık açıklık getirmek isterim.
Mesela eğitimde, sağlıkta, ekonomide reformlardan bahsedilir. Bazen reform ile deformu karıştırsam da biraz dikkatli olursam lafımın sonunu getirebileceğimi sanıyorum.
Ne zaman reformlardan bahsedilse kalıbımı basarım en çok kıvanç duyan kesim yine en çok istismar edilen kesim oluyordur.
Niye mi?
Niye olacak; Çağ atladık safsatalarına en fazla kulak veren onlar da onun için.
Oysa gün geçtikçe eğitimde fırsat eşitliği unutturuluyor. Eğitim sadece varlıklılara özel bir alan haline getiriliyor.
Yöneten ve yönetilenlerin önceden belirlendiği bir alan!
Şimdi başörtüsü ile kızlarımız okula gitsin feveranlarının arkasındaki niyeti çaktınız mı?
Nasıl olsa birkaç dönem daha okul, eğitim gibi hak etmedikleri alandan bahsedebilecekler. Sonrası kolay. Bir süre sonra önlerine koskoca bir maddi engel çıkacak ki aşabilene aşk olsun. Sizce de niyetleri bu değil mi?
Her neyse, devam edelim;
AKP ilk dönem bütçe hazırlıklarını yaparken, eğitime rekor denilebilecek oranda pay ayırmıştı. Ne yalan söyleyeyim ben de heyecanlanmıştım. Oysa ayrılan rekor bütçenin eğitime ne şekilde harcandığını öğrenince tüylerim diken diken oldu.
Hükümetin bu adımlarından biri dönemin Cumhurbaşkanı Sayın Ahmet Necdet Sezer tarafından veto edilmiş!
Halkın deyimiyle “Engel oluyorlar kardeşim. Bir bıraksalar, hükümet çok güzel işler yapacak da… Bırakmıyorlar”
Ah şu cumhuriyetçiler yok mu, şu laikler…
Tabi halktan önce, bazı gazetelerde bu tür söylemler baş sayfadaki yerini alır. Hani şu bilmem hangi hoca efendi uzantılı gazeteler işte canım.
Bunun tezahürü de halktan kalıplaşmış sözcükler olarak kulak tırmalarcasına yansıması. Hem de öyle bir yansıma ki ülkenin neresine gitseniz harfi harfine benzer sözcüklerle sizi karşılar.
Eh ortak kamu vicdanı da bu olsa gerek!
Takdir sizin…
Milli Eğitim Bakanı eğitimdeki sorunlara eğilmek istiyormuş. El attığı bir sorundan örnek vermek istiyorum.
Özel okullarda eğitim almak isteyen fakir aile çocukları için öğrenci başına bin Türk Lirası devlet desteği…
Sahi ya merak ettim;
Bu bin Türk Lirası tutarındaki devlet desteğini aldıktan sonra, kalanını kendi bütçesinden ödeyebilecek tek bir fakir tanıyanınız var mı?
Geçtiğimiz günlerde ÖSS sınavı yapıldı. 3 Haziranda da tercih yapma süresi doluyor. Eminim yazımı okuyanlar arsından bu sınava çocuğu, abisi, ablası, kardeşi ya da en azından bir yakınının çocuğu girenler vardır. Özel okullarda eğitim alanlar için demiyorum ama devlet okullarından mezun ÖSS mağdurları içindir bu yazdıklarım.
Varsayalım ki öğrencinizin puanı istediği okula yerleşmesi için yeterli. Her şey yolunda gitti ve tercih sonucunda beklediğiniz müjdeli haberi de resmi olarak aldınız.
İşte asıl içler acısı durum bu noktadan sonra başlıyor. Basında yer alan haberlere göre kesin kayıt için giderken yanınızda en az 2000 Türk Lirası bulunması gerekiyormuş. Yüzünüzün buruştuğunu ta buradan görür gibiyim.
Bir çırpıda kontenjanı dolan ve her türlü olanaksızlıklar içindeki yurttan da faydalanamadınız. Hoş faydalansanız ne çıkar ki? Daha mı az masraflı oluyor sanki? Bu durumda önünüzde iki seçenek bulunuyor;
1)Birkaç öğrenci birleşip ev tutmak.
2)Özel yurtlara başvurmak.
İlk yıl olduğu için ne çocuğunuzun tanıdığı bir arkadaşı vardır ne de sizin. Hangi birkaç öğrenciyle birlikte ev tutacaksınız?
Özel yurtlara gelince;
İstedikleri ücret giderlerine kıyaslarsanız fazla sayılmaz ama yine de bütçenizi epeyi aşmaktadır. Ama düzen öyle sinsi kurulmuştur ki, ne yaparsanız yapın kendinizi cemaatlerin kucağında bulacaksınız.
Çünkü ideolojik hedefi olan bu işletmeler kâr gözetmedikleri gibi size asla reddedemeyeceğiniz imkânlar da sunarlar. En az yüzde elli daha ucuza öğrencinizin konaklama ihtiyacına çözüm bulduğunuzu düşünürsünüz!
Öyle ya… Hesap ortada!
Gerisini yazmayacak, seçenekler arasında mukayese yapmayacağım. Lakin gerçekten eğitime çözüm arayışı içinde olunacaksa, Amerika’yı yeniden keşfetmenin gereği yok. Bu ülke en ufak çaplısından bir yolsuzluk vakasında ki kaybıyla yurt sorununu, ikinci bir yolsuzluk vakasında ki kaybıyla da tüm eğitim sorununu çözebilir.
Nasıl mı?
Her üniversitenin öğrenci kapasitesi bellidir. Devlet tek kuruş ödemeden arsa karşılığı yurt yaptırılabilir. Böylece üniversiteyi kazanacak hiçbir öğrenci nerede, nasıl konaklayacağım diye kara kara düşünmek zorunda kalmaz.
Yoksa katsayısı gibi siyasi rant sağlayacak konularla kör döğüşü oynamak çözüm üretmek değildir. Ya da özel okullara çeşitli vesilelerle devlet hazinesinden para aktarmak da çözüm değildir.
Eğitimdeki sorunların samimiyetle çözülmesini isteyen hükümetler öncelikle özel okulları kamulaştırmakla işe koyulmalıdır. Bunun dışında ki hiçbir adım çözüm için değil bilakis bazı kesimlerin emellerine hizmet sayılır ki buna da çözüm denmez.
Bir de üniversiteye sınavsız kayıt gündeme getirilmekte. Ülkemizde öyle bir uygulamayı düşünmek bile istemiyorum. Daha şimdiden okulun çatısını yaptıran velinin çocuğu okul birincisi, mobilya ihtiyacını karşılayan velinin öğrencisi okul ikincisi olabiliyorsa ön görülen sistemde kim bilir kimlerin çocukları daha dünyaya gelirken geleceğin profesörleri olarak belirlenir.
Sakın ha…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.