Hıfz etmek muhafaza etmektir!...
Hıfz ederek yani ezberleyerek muhafaza etmenin biz müslümanlar için ayrı bir önemi vardır. Biz, “hıfz etme”yi “muhafaza etme”nin ayrılmaz bir parçası, olmazsa olmazı olarak gören bir kültür ve medeniyete mensubuz. Hz. Musa a.s.’ın Tevrat’ı ve Hz. İsa a.s.’ın İncil’i tebliğ ettiği ilk kuşaklar bu kitapları hafızalarına alıp kendilerinden sonra gelenlere aktarmış olsaydı bu iki kitap tahrif olabilir miydi?
Şüphe yok ki adını zikrettiğimiz kutlu peygamberlerin mesajlarının ve getirdikleri kitapların tahrif olmasında birçok tarihî durum ve olayın rolü vardır. Ancak meselenin temelinde “hıfzederek muhafaza etme” konusundaki ihmal ya da kusurun yattığını söylemek yanlış olmayacaktır.
Hıfz ederek muhafaza etmenin biz müslümanlar için ayrı bir önemi vardır. Biz, “hıfz etme”yi “muhafaza etme”nin ayrılmaz bir parçası, olmazsa olmazı olarak gören bir kültür ve medeniyete mensubuz. İkisi de aynı kökten gelen “hıfz etme” ve “muhafaza etme” arasındaki kopmaz ilişki bu durumu yeterince izah etmektedir. Biz, önem verdiğimiz şeyleri muhafaza ederiz. Eşyayla aramızda bir çeşit vefa ilişkisi bulunması bu yüzdendir. Saygı duyduğumuz insanların kullandığı eşyaya da ayrı bir önem atfederiz. Onları sadece birer “hatıra” olarak değil, saygı duyduğumuz insanla aramızda bir çeşit irtibat vesilesi olarak görürüz. “Teberrük” olgusunun izahı da burada yatmaktadır.
Kur’an’da namaz konusuna hassasiyet göstermemizi emir ve tavsiye eden hayli ayet-i kerime mevcuttur. Bunlardan birisinde “Namazlarınızı ve orta namazını muhafaza edin” (Bakara, 238) buyurulur. Başka ayetlerde de müminlerin özellikleri bağlamında, “Onlar namazlarını muhafaza ederler” (En’am, 92; Mü’minûn, 9; Me’âric, 34) buyurulmuştur. Bu ayetlerde kastedilen, namazların vaktinde ve ta’dil ve erkâna riayet edilerek kılınması olduğu halde, ayetlerin “muhafaza edin” kelimeleriyle gelmiş olması şüphesiz son derece anlamlıdır.
Modernite ve hıfz/muhafaza
Yazık ki hıfz ederek muhafaza etme tarzı, modern zamanlarda kesintiye uğramış, hatta dudak bükülerek karşılanır olmuştur. Esasen herhangi bir şeyi “muhafaza etmek” modernitenin tabiatına aykırıdır. Toplum olarak “değişim” olgusunu o derece benimsemiş durumdayız ki, söz gelimi üzerinde 20-30 yıl öncesinin modasını yansıtan bir kıyafet bulunan kimseyi hemen yadırgarız. Hiç birimiz ülkemize girdiği ilk dönemlerdeki cep telefonunu kullanmıyor, hatta onları hatırlamıyoruz bile. Evlerimizde kullandığımız eşya için de aynı durum söz konusu değil mi?
Bu durum eşyayla ilişkimizi son derece olumsuz biçimde etkilemiştir. Tüketim toplumu olmanın vazgeçilmez şartı olan “kullan ve at” ilkesine hepimiz titizlikle riayet ediyoruz! Hafızasız bir toplum haline gelmiş olmamız bundandır; muhafaza etmeye değer bir şeyi kalmayanlarımızın sayısının gitgide artıyor olması bundandır.
Aynı durum hıfz ederek muhafaza etme konusunda da geçerli. Eğitim sisteminde “ezberlemek”, modası geçmiş, hatta yanlış bir metot olarak görülüyor artık. Sanki ezberlemek öğrenmeye mani imiş gibi, ilgililerin ağzından “eğitimde ezberciliğe dayalı metot günümüzde geçerliliğini yitirmiştir” tarzındaki cümleleri duymak kimseyi şaşırtmıyor. Oysa biz, ilmin sadırlardan (hafızalardan) satırlara geçtiğinde kaybolmakla yüz yüze geldiğine inananların kurduğu bir medeniyetten geliyoruz.
İlimler tarihçimiz Taşköprüzâde şöyle demişti bir dörtlüğünde:
Hıfz edip cümle ulûmu, olmazsan hazır cevab / Nef’i yoktur, her ne denlü eylesen cem-i kitab. / Hoş mudur bir meclise cehlinle sen hazır olup, / Diyesin ki, hanede kodum ulûm-u bi hesab?
Yani, bütün ilimleri ezberine almak suretiyle hazır cevap olmazsan, ne kadar kitap toplamış olursan ol, faydasızdır. Kendin cahil olduğun halde bir meclise girip, “sayıya-hesaba gelmez ilimleri evde, kütüphanede bıraktım” demen doğru olabilir mi?
Kur’an hafızlığı
Efendimiz s.a.v., kendisine nazil olan her ayeti hemen ezberine almaya özel bir önem verirdi. Hatta bunun için Cebrail a.s., ayetleri okurken O da hemen arkasından tekrar ederdi. Bunun üzerine; “Onu (vahyi) çarçabuk almak için dilini kımıldatma. Şüphesiz onu (senin kalbinde) toplamak ve okutmak bize aittir. O halde biz onu okuduğumuz zaman sen onun okunuşunu takip et. Sonra şüphe yok ki onun açıklaması da bize aittir” (Kıyâme, 16-19) ayetleri nazil oldu.
Efendimiz s.a.v., her sene Ramazan ayında o ana kadar nazil olmuş ayetleri Cebrail a.s. ile karşılıklı mukabele ederdi. Önce biri okur diğeri dinler, sonra diğeri okur beriki dinlerdi. Son Ramazanda bu mukabele ikişer kere okumak suretiyle cereyan etmişti. Ülkemizde bir Ramazan geleneği olarak “mukabele okunması” vakıasının kökeni de buraya dayanmaktadır.
Kur’an hafızlığı bizzat Efendimiz s.a.v.’in yönlendirmesi ile Sahabe (Allah hepsinden razı olsun) tarafından titizlikle yerine getirilmiş bir uygulamadır. Sahabe arasında Kur’an’ı baştan sona bizzat Efendimiz s.a.v.’e arz ederek ezberleyenlerin sayısı az değildir. Sahabe’nin önemlice bir kısmı da hafız sahabilere talebelik ederek Kur’an hafızlığı payesine ulaşmışlardır.
“Muhakkak ki Zikr’i biz indirdik, onu muhafaza edecek olan da biziz.” (Hicr, 9) ayeti, Yüce Kitabımız’ın ilâhi koruma altında olduğunu ifade buyurmaktadır. Bu korumanın nasıl gerçekleştiği üzerinde düşündüğümüz zaman, önümüze önce Kur’an’ın ezberlenmesi vakıası çıkmaktadır. Evet, Kur’an’ın ilâhi kudret tarafından muhafazası, müminlerin onu hıfz etmesi üzerinden gerçekleşmektedir.
Evet, Kur’an diğer kitaplar (Tevrat ve İncil) gibi tahrif olmadan varlığını sürdürüyorsa, bunu sağlayan en önemli unsurun, Allah Teâlâ’nın bu ümmete verdiği Kur’an’ı hıfz ederek muhafaza etme hassasiyeti olduğunu inkâr etmek mümkün değildir.
Hadis hafızlığı
Müslümanların hıfz ederek muhafaza etme hususiyeti sadece Kur’an-ı Kerim bağlamında kendini göstermemiştir. Bu ümmet, Rasul-i Ekrem s.a.v. Efendimiz’in hadislerini hıfz etmede de aynı hassasiyeti göstermiştir.
Efendimiz s.a.v., tıpkı Kur’an’ın hıfz edilmesi konusunda olduğu gibi, Sahabe’yi, hadislerin ezberlenmesi ve başkalarına aktarılması, öğretilmesi konusunda da teşviklerde bulunmuştur.
Bir keresinde Ebu Hüreyre r.a., kendisinden çok hadis dinleyip ezberlediğini, ancak bir süre sonra unuttuğunu şikayet yollu söyleyince, Efendimiz s.a.v. cübbesini çıkarıp yere sermesini söylemiş, sonra da cübbeye elleriyle dokunmuş ve tekrar giymesini emir buyurmuştur. Ebu Hüreyre r.a. o günden sonra Efendimiz s.a.v.’den işittiği hiçbir şeyi unutmadığını söylemiştir. (Buharî)
Tıpkı Kelamullah gibi Kelam-ı Rasul de bize kadar Sahabe’den itibaren ulemanın ezberleyip aktarması suretiyle intikal etmiştir. Elbette tıpkı Kur’an gibi hadisler de bir yandan ezberlenirken bir yandan yazıya geçirilip kaydedilmiştir. Ancak özellikle ilk asırlarda yazı hiçbir zaman hıfzın yerini tutmamıştır.
Hadis hafızlığı dediğimiz müessese de hıfz ederek muhafaza etme anlayışının ürünü olarak doğmuştur. Kaynaklarda, yüzbinlerce hadisi hafızasına almış insanlardan bahsedildiğini görmek bu bakımdan bize garip gelmiyor.
Sahip oldukları selim fıtrat, bir duyduklarını bir daha unutmamak gibi insanı hayrete sevk eden bir özellik kazandırmıştı onlara. Söz gelimi Tabiûn’un ileri gelen âlimlerinden İbn Şihâb ez-Zührî şöyle demiştir: “Bakî’den (Medine’ye yakın bir mevki) geçerken nâhoş bir söz duyarım (da hafızamda kalır) korkusuyla kulaklarımı kapatıyorum. Çünkü Allah’a yemin ederim ki işitmiş olduğum bir şeyi asla unutmuş değilim!”
Şu söz de Zührî’ye aittir: “Ezberlediğim hiçbir hadisi tekrar etmedim. Biri dışında hiçbir hadiste (doğru ezberleyip ezberlemediğim konusunda) şüpheye düşmedim. O hadisi de arkadaşıma sordum. Onun da ezberlediğim gibi olduğunu gördüm.”
Katâde b. Diâme es-Sedûsî, “Kulaklarım ne duyduysa muhakkak hafızam onu ezbere almıştır.” derdi.
Süfyan es-Sevrî, “Kulağıma ulaşıp da ezberlemediğim hiçbir şey olmadı. Hatta şuna uğruyorum (burada bir kelime söyledi), kulağıma bir şey çalınır da ezberlerim korkusuyla kulaklarımı tıkıyorum.” diyordu. Başka bir rivayette şöyle demişti: “Dokumacıya uğruyorum, bakıyorum bir ezgi mırıldanıyor, ezberlememek için kulaklarımı tıkıyorum.”
Abdurrezzak da Sevrî’nin şöyle söylediğini aktarmıştır: “Hafızama aldığım bir şeyin beni yarı yolda bıraktığı hiç olmamıştır!”
(İbn Abdilberr, Cami’u Beyâni’l-İlm, İbnu’l-Cevzî, el-Hâss alâ Hıfzi’l-İlm. Bu konuda daha detaylı bilgi ve çarpıcı örnekler için bkz. M. Fatih Kaya, “Hadis Hafızlığı”, Rıhle dergisi, I/2, Temmuz-Eylül, 2008, s. 29 vd.)
İlim hafızlığı
İlmi ezberine almak bizim kültür ve medeniyetimizde ilim adamı olmanın vazgeçilmez şartıdır. Her ne kadar “ilim hafızlığı” diye bir tabir mevcut değil ise de, ilmi hıfz etmek suretiyle muhafaza etmenin bundan daha uygun bir tabirle ifade edilemeyeceğini söylemek abartı değildir.
Hanefî mezhebinin büyük âlimlerinden İmam Serahsî’nin, dönemin hükümdarının birtakım uygulama ve emirlerini onaylamadığı için kuyu hapsine mahkûm edildiği ve bugün 30 küsur cilt halinde basılmış bulunan “el-Mebsût” isimli dev eserini her gün düzenli olarak kuyunun başında toplanan talebelerine ezberinden yazdırdığı malum ve meşhur bir hadisedir.
İmam Gazalî rh.a.’in yaşadığı hadise de yine çok bilinen bir diğer çarpıcı örnektir. İmam Gazalî ilim tahsilini bitirmiş memleketine dönerken, birlikte yolculuk ettiği kervanı eşkıya basmış ve ellerinde bulunan her şeyi almıştı. İmam Gazalî, eşkıya reisine kitaplarını geri vermesi ricasında bulunmuş, gerekçe olarak da o kitapları yıllarını vererek topladığını, onlar giderse o kadar yılın heba olmuş sayılacağını söylemişti. Eşkıya başının cevabı şu oldu:
– Demek ki kitapların elinden gidince sen bir hiçsin. Eğer böyleyse ne diye yıllarını verdin bu işe?
Bu cevap İmam Gazalî’yi, yüzyıllar sonrasına etki edecek kudrette bir ilim adamı olacağı yola sevk etmişti. Hemen oracıktan geriye döndü ve topladığı kitaplardaki ilimleri hafızasına almadan memleketine dönmedi.
Bu ve benzeri örnekler, bizim ilim geleneğimizde ezberlemenin temel bir yer tuttuğunu göstermektedir. Modern zamanlarda özellikle bilgisayar gibi bilgi depolama vasıtalarının yaygınlaşmasıyla birlikte ilmi hıfz etme alışkanlığımızın iyice kaybolmaya yüz tuttuğunu görmekteyiz. Teknolojik imkânların bilgiye çabuk ulaşma konusunda bize büyük kolaylık sağladığı bir gerçek. Ancak bunun yanında bir başka gerçek daha var:
Bilgisayarında veya benzeri bir başka aygıtta Kur’an metnini, hadisleri ve ilim kitaplarını saklamak kişiyi ne Kur’an hafızı ne hadis hafızı, ne de âlim yapar. Çantasındaki veya cebindeki bir aygıtta bütün bunları depolamış bulunan kimse, ne Kur’an hafızının, ne hadis hafızının ne de âlimin elde ettiği derece ve ecri elde edebilir. Bunların kişiye sağlayacağı şey, olsa olsa “malumatfuruşluk”tur!
(E.S.)
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.