saçmaladık işte diyelim..
Çingene obasında; tatlı bir telaş.
-Doğdu mu? ebe, doğdu mu?
-Doğdu yalnız ağlamayı bilmiyor bu bebek...
-Bebek ağlar.Ağlamayan bebek mi olur?. Elini, ayağını öpeyim; ağlat şu bebeği...
Bir iki şamar indir kaba etine...
-Kaç şamar indi haberin yok! Ağlamıyor işte...
Gel zaman, git zaman, dur zaman, oyalan zaman bebek büyür. Çocuk olur. Davul gelir,zurna gelir, yemenden kahve gelir, bağdat yolundan yar gelir.Bir türlü çocuk ağlamaz. Aile ağlar, komşu ağlar, kuş ağlar. Kuş ağlarken; gagasından peynir düşer.Tilki yakalayamaz; ağladığı için...Tilki aç kalır. Kuşlar ötmez olur. Aile sefil, komşu da kalmamış pirinç...Evde pilav pişmez.Midyat uzaktır, Antalya sıcaktır.
Çocuk artık büyüsün. Sıkar taşı, suyunu çıkaramaz. Taş un ufak olur. Değirmene yollanır. Değirmenden ekmek çıkmaz. Taştan ekmek mi çıkar. İki kelle bir de cücük çıkar. Cücükler boy verir. Kelleler boy vermez.
-"Sende kaç göz var?, aynı göz ile aynı yere hiç baktın mı?" derken cücük
-O an da büyümüş çocuk ağlar.
-"Neden ağlıyorsun?" dediğinde cücük...
-"Gözlerimi yaktın bakamıyorum, aynı yere senin yüzünden" der.
Lakin; soruyu cevaplaması gerekir. Soruyu biz cevaplayalım. Büyümüş çocuğun; dört gözü var. Görünen iki göz, bir de göremediğimiz akıl gözü ve gönül gözü...
Kısaca; bu saçmalıktan sıkıldım. Yeterince cücükler yüzünden ağladık.